demokrasi iyidir hoştur ancak kötü niyetli kişilerin eline geçti mi, eğitimsiz halktan gücünü alarak totaliter bir zorba rejimine dönüşmesi ve sürekli istikrarsızlığa yol açması gibi tehlikeleleri oldukça fazladır ve bunların bizzat yaşandığı bir ülke bilinmektedir.
kitabına harfi harfine uyulmuş 'demokratik' aristokrasi sistemiyse insan aklına çok daha yatkın gelmektedir. tıpla ilgisi ve bilgisi olmayan adamlar nasıl ki doktor seçemez, hukuki eğitimi ve bilgisi olmayanlar nasıl ki kimin hakim kimin savcı olup olmayacağı seçemez (muz cumhuriyeti hariç) o halde nasıl olur da devlet yönetimi ile ilgi alakası, bilgi ve tecrübesi olmayan, zerre olsun kültürü, uygarlık düşünceleri olmayan adamlar devletin en önemli mekanizmasını seçme hakkına sahip olabilir?
"demokrasinin temel ilkesi, herkesin eşit olarak hükümette yer alabilmesi ve kamu politikasında sözü olmasıdır. bu, ilk bakışta pek güzel bir düzen gibi gelir; ancak halk, en iyi yöneticileri ve en bilgece tutumları seçebilecek ölçüde yeterli eğitim görmediğinden, demokrasi kısa sürede zorbalığa ve otokrasiye dönüşebilir."
yaşıyor, görüyor ve tecrübe ediyoruz ki demokrasinin sadece adı var. demokrasi öyle bir şeydir ki kötü niyetli kimseler demokrasiyi kullanarak demokrasiyi fiilen ortadan kaldırabilir, hele ortam buna müsait ve halk dünden güdülmeye hazır şekilde buna razıysa işte o zaman demokrasi, hayalet demokrasisine dönüşür.
"halka gelince, anlayıştan yoksundur. sadece yöneticilerinin, akıllarına esip de onlara söyledikleri şeyleri tekrarlamakla yetinirler. yığınların yönetimi, devlet teknesinin, üzerinde yüzeceği fırtınalı bir denizdir. her söylev rüzgarı, suları harekete getirerek geminin rotasını değiştirir. böyle bir demokrasinin sonucu zorbalık ve otokrasidir. yığınlar dalkavukluktan öyle hoşlanır, öylesine tatlı bir dile açtırlar ki, sonunda kendine "halkın koruyucusu" diyen en düzenbaz ve vicdansız bir dalkavuk, en üstün yetkiyi ele geçirir. "
"hastalandığımızda en yakışıklı ya da en güzel konuşan hekime değil de, bu konuda özel eğitim görmüş, alanında en yetkin en usta bir hekimi seçeriz. peki vücudumuzdan pek de farkı olmayan devletin hastalanması durumunda yığınların, ağzı laf yapan karizmatik lideri, devler yönetiminde alanında yetkin ve bilge lidere tercih etmesini nasıl açıklarsınız?" (7 düvel tarafından kandırıldıği için sürekli yanlış tedavi uygulayan ve hatalarından dolayı sürekli hastalarım bizi affetsin diyen bir hekim düşünün, bu hekimin bedeninizi korumak ve tedavi etmekle görevlendirilmesini ister miydiniz?)
işte burada uygulanması zor fakat bir kere uygulandı mı tadından yenmeyecek olan aristokrasi girer. öncelikle aristokrasi ile demokrasi arasındaki en temel fark nedir? demokrasilerde daha çok devletin başına geçmeye ihtiyacı olanlar devletin başına geçer. aristokrasi ise iktidara ihtiyacı olmayanların iktidara geldiği bir sistemdir. şöyle ki her şeyden önce ilk çocukluktan beri gönüllü olması istenir, devlet yönetmenin kutsal bir görev olduğu vurgulanır ve çocukluktan itibaren eğitime tabi tutulurlar. elbette 'öncelikle' kimsesizlerden, ailesi olmayanlardan seçilir bu çocuklar, böylece ileride devletin başına geçmesi durumunda ailesine özel muamele uygulaması söz konusu olamaz. böylelikle belli bir ailenin, zümrenin kast sistemiyle ülkeyi yönettiği avrupavari aristokrasiyle karıştırmamak gerekir gerçek aristokrasiyi.
aristokraside tam bir fırsat eşitliği vardır, o yüzden demokratik aristokrasi de diyebiliriz. uzun yıllar süren gerek mesleki gerek kültürel gerek felsefi genelde dünyevi konularda aldıkları eğitimden sonra yeteneklerini ispat edip üstün başarı gösterenler yöneticiliğe aday olabilecektir. kitlelerin oyuyla ya da hile hurda ile değil, yalnızca kendi emekleriyle oraya geleceklerdir.
devletin tüm yöneticileri, siyaset adamları bu uzun çaplı eğitimden gerek fiziki gerek zihni sınavlardan geçtikten sonra devlet yönetiminde söz sahibi olacaktır. ancak başta belirtildiği gibi bunların devlet yönetimine girmeye ihtiyaçları olmayacaktır, yalnızca yaşamlarını sürdürebilecek miktarda asgari bir ücret almaları gerekmektedir, kendilerine ayrılmış site lojmanlarında yaşamaları fuzuli giderleri daha da kısaltacağı için devlet yönetimine daha fazla ilgi göstereceklerdir. yöneticiler evlenebilse bile devletin en başına geçecek liderin hiç evlenmemiş olması şart koşulacaktır. unutmayın, bunlar sıradan halk için ağır koşullar olabilir ancak devlet yönetimini sıradan halkın koşullarına indirgemek çok daha büyük sorundur. devleti yönetecekler her şeyden önce gönüllüdürler ve mal mülk herhangi bir maddi üstünlük elde edemeyeceklerini baştan kabul etmek zorundadırlar.
uzun yıllar gördükleri eğitim ve birçok kişiyi eleyerek ulaştıkları devlet yönetimde söz hakkı sahibi olmaları bile onların sınavını ve eğitimini bitirmeyecektir. günümüzde memurlara uygulanan işlerinde daha iyi olmaları maksadıyla teşvik görevi gören sürekli üst kademeye terfi etme durumunun çok daha gelişmiş ve devlet yönetimine adapte edilmiş hali söz konusu olacaktır. devletin en üst kademesindeki lider ya da başkan diyebileceğimiz kimse de tüm bu terfi aşamalarını uzun yıllar süren gayret sonrası aşabilmiş, devlet yönetiminde geniş çaplı bir birikim ve olgunluk kazanmış bir avuç üstün yetenekli insan ulaşabilecektir. bu insanın 55-60 yaşından genç olmaması olmazsa olmaz şarttır, devlet yönetimi şarap gibidir, ne kadar pişerseniz (yıllanır) o kadar birikim ve bilgelik, olgunluk kazanırsınız.
elbette devlet yönetimindeki kademeler, üstler astlar arasında da bir oy hiyeralşisi söz konusu olacak, sözgelimi 9.seviyeden bir yönetici ile 3.seviyeden bir yöneticinin oy değeri aynı olmayacaktır. ancak tüm kademeler görüş bildirecek, teklif- yasa tasarısı ileri sürme hakkına sahip olacaklardır o teklifin ileri sürülmesi için kendi kademelerinden ya da üst kademelerin katkısıyla belli bir oy aldıktan sonra tabi. buna karşın son sözü yalnızca belli bir kademeye yükselmiş bir avuç bilge söylecektir. bunlar onlarca yıl süren ayıklanmada sağsalim kalabilmiş birer üstatlardır, devlet yönetiminde son sözü söyleyecek, son atışı yapacak ve böylelikle hastalanma tehlikesi olan devleti alanında en usta hekimler tedavi edecek, işleyişine karar vereceklerdir.
bunların modern devlete adaptasyonu belli noktalarda değişikler ve eklemelerle pekâlâ yapılabilir, fakat yapılır mı? zayıf yöneticilerin çoğunluğu elde ettiği bir ortamda güçlü yöneticilere fırsat bırakmamak için elbette zayıfları koruyacak, güçlülerin yolunu tıkayacak bir takım alaverelerle engel olacak, müsade etmeyeceklerdir. (mhp ve muhaliflerin sürecini hatırlayın.)
velhasılkelam, bu sistemin, demokrasiden çok daha faydalı ve doğru olduğu açıktır, ancak demokrasi adı verilen yönetimler kadar hayata kolayca geçirilmesi zordur. zor olduğu için de en faydalıdır, hiçbir güzel şey kolayca elde edilemez. fakat bu sistemin pratikte zor gözükmesi onu ütopya kategorisine sokmaz, bu sistem gerçekler ile ütopyalar arasındaki bir köprü gibidir diyebiliriz. çözülmesi sıkıntılı en kilit nokta, eğitim ve atama işlevini görecek mekanizmanın tam takır, sağlam, adil ve olması gerektiği gibi yürümesini sağlayabilmektir. belki de ütopyaya yaklaştıran budur.
işbu not: tırnak işareti ile belirtilmiş paragraflar bizzat platon'un düşüncelerinini içeren, derlenmiş ancak hiçbir yorum katılmamış kısımlardır."
sözü, bu sistemin fikir babası olan platon ile bitirelim o halde,
"filozoflar kral, krallar filozof olmadığı müddetçe hiçbir şey iyiye gitmeyecektir."
20 Haziran 2018 Çarşamba
12 Haziran 2018 Salı
Kanal İstanbul nedir ne değildir?
bir şekilde 2011 yılından beri gündemimizde olan sözde çılgın proje.
şimdi yeni bir seçim döneminde, yeniden gündemde, yeniden tartışılıyor.
maliyeti ile tartışılıyor, vereceği zararlar ile tartışılıyor.
ama kanal istanbul projesi'ni ortaya atanlar bundan gelir elde edeceğimizi, para basacağımızı söylüyor.
bunların hepsini şimdi tek tek inceleyeceğiz.
öncelikle kanal istanbul nedir? nerede yapılacaktır?
kanal istanbul projesi, istanbul boğazına alternatif bir geçiş koridoru oluşturmak için istanbul'un batısında trakya yarımadasını ikiye bölerek açılacak yapay bir kanal.
kanal istanbul'un kuzey-güney istikametinde uzunluğu 45-48 km uzunluğunda olacak.
genişliği ise 145-155 metre olacak.
şimdi, iktidar diyor ki; "istanbul boğazından tanker geçişleri tehlikeli oluyor, bu yüzden kanal istanbul'u yapacağız ve istanbul'u bu tehlikeden kurtaracağız..."
öyle mi?
bakınız istanbul boğazı'nın en dar yerinde dahi genişliği (rumeli hisari-anadolu hisarı arası) 700 metredir.
şimdi en dar yeri 700 metreden geçerken tehlike arz eden tankerler, akp'nin yapacağı ve genişliği 150 metre olan kanal istanbul'dan daha rahat geçecek öyle mi?
diren matematik, diren geometri...
yine kanal istanbul'u yapmak isteyenler diyor ki; "bu tankerler ve gemi kazaları şehri tehlikeye atıyor, boğaz kenarında yaşayan halkı tehlikeye atıyor..."
peki eyvallah.
ama yine kanal istanbul'u yapmak isteyenler diyor ki; "kanal istanbul'un kıyısında yeni şehir, yaşam alanları yapacağız..."
bu ne perhiz bu ne lahana turşusudur abicim?
istanbul boğazı kenarındaki vatandaş için tehlike arz eden geçişler, kanal istanbul'un kıyısında kuracağınız yeni şehirlerde oturan vatandaş için tehlike arz etmeyecek mi?
üstelik yukarıda da bahsettiğim üzre kanal istanbul sadece 150 metre genişliğinde, istanbul boğazı ise 700 metre genişliğinde.
hangisi daha tehlikeli olur?
geçelim...
kanal istanbul'u yapacak olanlar diyor ki; "istanbul boğazı'ndan geçen gemilerden para alamıyoruz, ama kanal istanbul'dan geçen gemilerden para alacağız, para basacağız, yılda 8 milyar dolar gelir elde edeceğiz..."
öyle mi?
inceleyelim.
bakınız bir kanal neden yapılır? amacı nedir? onu irdelemekle başlayalım.
bu tip kanallar, uzun yolları kısaltarak, zamandan ve yakıttan tasarruf sağlamak için yapılırlar.
örneğin panama kanalı, neden yapıldı?
pasifik'ten atlantik'e geçecek gemiler binlerce mil yol katedip güney amerika kıtasını dolanmasın diye yapıldı. büyük fayda...
süveyş kanalı aynı şekilde, hint okyanusu'ndan akdeniz'e, oradan da atlantik'e geçecek gemiler afrika'nın en güney ucunu dolanıp binlerce mil yol ve zaman kaybetmesin diye yapıldı.
yunanistan'da korint kanalı var.
pire limanı'na gidecek gemiler mora yarımadasını dolanmasın diye yapıldı, faydası büyük.
almanya'da kiel kanalı var.
hamburg limanı'na gidecek gemiler jutland yarımadasını dolaşmasın diye yapıldı...
bakın bu kanalların hepsinin yol ve zamandan büyük tasarruf sağladıkları aşikar.
peki kanal istanbul?
yol ve zamandan bir kazanım olacak mı?
istanbul boğazı'nın uzunluğu: 30 km.
kanal istanbul'un uzunluğu: 45 km.
cevap: hayır.
gelelim para mevzusuna.
biz şu an istanbul boğazı'ndan geçen gemilerden para alabiliyor muyuz?
evet.
2017 yılında transit gemi geçişleri sırasında verilen fener, tahlisiye ve kılavuzluk hizmetlerinden 2017 yılında 312 milyon 11 bin 630 lira gelir elde edilmiştir.
kaynak:
yani, kanal istanbul'u yapmak isteyenlerin söylediği "boğaz geçişlerinden para alamıyoruz" safsatası koca bir yalandır.
bu gelir az mı?
çok az.
dünyanın en önemli su yollarından elde edilen bu gelir gerçekten çok az ve bu elde edilen gelirin hemen hemen tamamı zaten boğazların güvenliği, işletmesi, fener bakımları vb giderler için harcanıyor, yani bu gelirin vatandaşa bir katkısı olmuyor.
peki kanal istanbul ile bu elde edilen gelirin artması, söylendiği gibi yıllık 8 milyar dolara çıkması mümkün mü?
şu konjonktürde mümkün değil.
neden?
çünkü türkiye'nin taraf olduğu montreux sözleşmesine istinaden transit gemilerin yukarıda bahsettiğimiz fener, tahlisiye ve kılavuzluk hizmetleri ücretini ödeyerek istanbul boğazından geçmeleri mümkün.
şimdi bu su yolunu kullananların böyle bir hakkı bulunurken, neden gidip daha uzun, daha dar ve üstelik daha pahalı bir geçişi tercih etsinler?
sen bu satırları okuyan arkadaşım.
sen bir geminin kaptanısın.
karadeniz'den akdeniz'e açılacaksın, önünde geçmek için iki seçenek var.
birinci seçenek daha kısa(30 km) daha geniş(700 mt) ve daha ucuz.
ikinci seçenek daha uzun(45 km) daha dar(150 mt) ve daha pahalı...
hangisini kullanırsın?
peki türkiye istanbul boğazını kapatıp, transit gemileri kanal istanbul'dan geçmeye mecbur bırakabilir mi?
böyle bir şansımız, imkanımız var mı?
bakın, yine montreux boğazlar sözleşmesine göre, istanbul ve çanakkale boğazları "türk karasuları" statüsündedir.
yani, bu antlaşma geçerli olduğu sürece, istanbul ve çanakkale boğazları'nın tapusu türklerdedir.
lakin rahatlıkla "dış güşler"(!) olarak tanımlayabileceğimiz bir kuruluş var.
uluslararası denizcilik örgütü.(ımo)
bu kuruluş dönem dönem bu boğazlar konusunu gündeme getirir ve "boğazların türk denetiminden alınıp uluslararası bir teşkilata bırakılması gerektiği" gerekçesi ile türkiye ile davalık olur.
örneğin bu uluslararası denizcilik örgütü en son 1996 yılında boğazlar konusunu gündeme getirmiş, ve boğazların uluslararası bir komisyona devri için lobicilik faaliyetlerinde bulunmuş.
yani sözün özü, bu iş hassas bir nokta arkadaşlar.
türkiye'nin boğazlar konusunda atacağı herhangi bir adım, montreux antlaşması ile boğazlar üzerinde elde ettiğimiz hakların uluslararası boyutlarda tartışmaya açılmasını gündeme getirebilir...
bunun da tarihte örneği var.
yine montreux sözleşmesine istinaden transit gemilerden aldığımız fener, tahlisiye ve kılavuzluk hizmetleri ücretlerinin "altın frank" üzerinden ödenmesi kayda alınmıştır.
doları biliyoruz, euro'yu biliyoruz, sterlin, dinar falan da biliyoruz.
bu altın frank ne ola ki?
bu altın frank o dönem kıymetli bir para olan frank'ın altın paritesini gösteren kurdur.
türkiye 1982 yılında (kenan evren darbe dönemi-cunta dönemi) bir karar alıyor.
bu karara göre tedavülden kalkmış olan altın frank yerine transit geçiş ücretini dolar üzerinden alacağını beyan ediyor.
ve bu karardan sonra transit geçiş ücretleri 10 misli artıyor.
aslında işin hakkı bu.
kazanmamız gereken para bu.
yani türkiye 1936 montreux sözleşmesine göre hakkı olan parayı istiyor.
aslında türkiye bu hakkı olan parayı 1936 yılından 1953 yılına kadar bu geçişlerden alıyor.(akp'lilerin beğenmediği tek parti cehape dönemi).
1953 yılında demokrat parti iktidarında altın frank kuru düşükten hesaplanıyor ve türkiye ciddi anlamda bir gelir kaybına uğruyor.
takip eden yıllarda da 1982'ye kadar bunu kimse sorgulamıyor.
ne çoban sülü, ne halkçı ecevit bu konuya fırsat bulamıyor.
ta ki 1982'ye kadar...
işte 1982'de türkiye resti çekiyor ve tedavülden kalkan altın frank yerine boğaz geçiş ücretlerinin dolar üzerinden alınacağını ilan edince uluslararası denizcilik örgütü dünyayı ayağa kaldırıyor.
başta abd, ingiltere ve yunanistan olmak üzre bütün dünya türkiye'nin aldığı bu karara itiraz ediyor.
hatta sovyetler birliği türkiye'yi resmen tehdit ediyor.
türkiye bu restlerin hepsine göğüs geriyor.
ta ki 1983 senesine kadar.
1983 senesinde iktidara gelen anap ve başbakan turgut özal ilk iş olarak ne yapıyorlar biliyor musunuz?
1982 senesinde bülend ulusu başbakanlığındaki darbe hükümetinin aldığı bu kararın kanun haline getirilmesini erteliyor bu uygulamayı yürürlüğe koymaktan vazgeçiyorlar.
aslında işin komiği ne peki onu biliyor musunuz?
bu kararı uygulamaya koymaktan vazgeçen kişi olan turgut özal, 1982 yılında bunu gündeme getirip tasarıyı hazırlayan kişi, yani başbakan'ın danışmanı, bu altın frank olayını hükümetin kulağına fısıldayan kişi...
anlıyorsunuz değil mi?
basit anlatmaya çalışıyorum. şu yukarıdaki saçmalığı anlayabildiniz umarım...
bakın, "boğazlardan para kazanamıyoruz" diye ciyaklayan sevgili reisçiler, akp'li arkadaşlar.
boğazlardan para kazanamayışımızın sebeplerinden biri "düşük altın frank kuru ile geçiş ücreti" uygulayan adnan menderes ve demokrat parti.
ikinci sebep ise anap ve turgut özal.
yani sizin reisin ölüp bittiği adamlar yüzünden para kazanamıyoruz.
anlatabildim mi?
şimdi biz boğazlardan para kazanamıyoruz, az kazanıyoruz ya.
bu kurnazlar araştırmış bulmuş bu altın frank olayını 2011'de gündeme getirmiş.
enerji bakanı taner yıldız "altın frank'a geçeceğiz" diyor.
dönemin başbakanı tayyip erdoğan "çılgın" kanal istanbul projesini açıklıyor.
akp'nin altın frank açıklaması: 7 ocak 2011.
akp'nin kanal istanbul açıklaması: 27 nisan 2011.
yani akp, boğazlardan geçiş gelirlerinin arttırılmasının pek mümkün olmadığını anlıyor ve 4 ay sonra apar topar çılgın proje açıklıyor.
sanırım para-gelir olayına da yeterince değindik.
bunu da geçelim.
bir başka husus da kanal istanbul'un güzergahı ve ekolojik denge sorunu.
önce kanal istanbul'un güzergah haritasına bir bakalım.
haritada görülen 1 numaralı bölge dünyanın en birinci çılgın projesi olan ve kıskanılan 3. havalimanı.
2 ve 3 numaralı bölgeler de yerleşim nüfusunun oldukça yoğun olduğu bölgeler.
şimdi, yazının başında değindiğimiz, boğaz geçişinde tehlike arz eden tanker geçişleri bu 3 bölge için tehlike arz etmeyecek mi?
mazallah, kanal istanbul'dan geçen dev bir tankerin kaza yapması, patlaması durumunda bu 3 bölge felakete açık değil mi?
misal bir tanker kazası olunca yükselen simsiyah dumanlar 3. havalimanı trafiğini tehlikeye atmayacak mı?
ya da çıkan duman ve zehirli gazlar 2 ve 3 numaralı bölgelerdeki halkın sağlığını tehdit etmeyecek mi?
hükümet diyor ki;
"çılgın proje ekolojik dengeyi bozmaz..."
bunu diyen kişi veysel eroğlu.
yani antik kent için "birkaç yüzyıl daha toprak altında kalsa ne olur?" diyen, "dünyanın en çevreci bakanı benim" diyen, "nasa da kim? biz onlardan iyiyiz" diyen, "heslerin bir zararı yok" deyip, sonra "biz hesler konusunda hata yaptık" diye itiraf eden bir bakan.
yani böyle bir bakan, ekolojik denge bozulmaz diyorsa, kesinlikle o ekolojik denge bozulur.
kaldı ki uzman raporları da kanal istanbul'un ekolojik dengeyi tahrip edeceği yönünde.
kısaca anlatmaya çalıştığım üzre,
(evet ancak bu kadar kısa oldu, uzamasın diye çevre konusuna giremedim bile detaylı olarak)
kanal istanbul'un bize maliyetten başka bir katkısı olmayacak sevgili arkadaşlar.
bize yük, bize masraftan başka bir katkısı olmayacak bu proje başlamadan derhal durdurulmalıdır.
bunun da en kolay yolu sanırım 24 haziran seçimleri...
hayırlı seçimler...
şimdi yeni bir seçim döneminde, yeniden gündemde, yeniden tartışılıyor.
maliyeti ile tartışılıyor, vereceği zararlar ile tartışılıyor.
ama kanal istanbul projesi'ni ortaya atanlar bundan gelir elde edeceğimizi, para basacağımızı söylüyor.
bunların hepsini şimdi tek tek inceleyeceğiz.
öncelikle kanal istanbul nedir? nerede yapılacaktır?
kanal istanbul projesi, istanbul boğazına alternatif bir geçiş koridoru oluşturmak için istanbul'un batısında trakya yarımadasını ikiye bölerek açılacak yapay bir kanal.
kanal istanbul'un kuzey-güney istikametinde uzunluğu 45-48 km uzunluğunda olacak.
genişliği ise 145-155 metre olacak.
şimdi, iktidar diyor ki; "istanbul boğazından tanker geçişleri tehlikeli oluyor, bu yüzden kanal istanbul'u yapacağız ve istanbul'u bu tehlikeden kurtaracağız..."
öyle mi?
bakınız istanbul boğazı'nın en dar yerinde dahi genişliği (rumeli hisari-anadolu hisarı arası) 700 metredir.
şimdi en dar yeri 700 metreden geçerken tehlike arz eden tankerler, akp'nin yapacağı ve genişliği 150 metre olan kanal istanbul'dan daha rahat geçecek öyle mi?
diren matematik, diren geometri...
yine kanal istanbul'u yapmak isteyenler diyor ki; "bu tankerler ve gemi kazaları şehri tehlikeye atıyor, boğaz kenarında yaşayan halkı tehlikeye atıyor..."
peki eyvallah.
ama yine kanal istanbul'u yapmak isteyenler diyor ki; "kanal istanbul'un kıyısında yeni şehir, yaşam alanları yapacağız..."
bu ne perhiz bu ne lahana turşusudur abicim?
istanbul boğazı kenarındaki vatandaş için tehlike arz eden geçişler, kanal istanbul'un kıyısında kuracağınız yeni şehirlerde oturan vatandaş için tehlike arz etmeyecek mi?
üstelik yukarıda da bahsettiğim üzre kanal istanbul sadece 150 metre genişliğinde, istanbul boğazı ise 700 metre genişliğinde.
hangisi daha tehlikeli olur?
geçelim...
kanal istanbul'u yapacak olanlar diyor ki; "istanbul boğazı'ndan geçen gemilerden para alamıyoruz, ama kanal istanbul'dan geçen gemilerden para alacağız, para basacağız, yılda 8 milyar dolar gelir elde edeceğiz..."
öyle mi?
inceleyelim.
bakınız bir kanal neden yapılır? amacı nedir? onu irdelemekle başlayalım.
bu tip kanallar, uzun yolları kısaltarak, zamandan ve yakıttan tasarruf sağlamak için yapılırlar.
örneğin panama kanalı, neden yapıldı?
pasifik'ten atlantik'e geçecek gemiler binlerce mil yol katedip güney amerika kıtasını dolanmasın diye yapıldı. büyük fayda...
süveyş kanalı aynı şekilde, hint okyanusu'ndan akdeniz'e, oradan da atlantik'e geçecek gemiler afrika'nın en güney ucunu dolanıp binlerce mil yol ve zaman kaybetmesin diye yapıldı.
yunanistan'da korint kanalı var.
pire limanı'na gidecek gemiler mora yarımadasını dolanmasın diye yapıldı, faydası büyük.
almanya'da kiel kanalı var.
hamburg limanı'na gidecek gemiler jutland yarımadasını dolaşmasın diye yapıldı...
bakın bu kanalların hepsinin yol ve zamandan büyük tasarruf sağladıkları aşikar.
peki kanal istanbul?
yol ve zamandan bir kazanım olacak mı?
istanbul boğazı'nın uzunluğu: 30 km.
kanal istanbul'un uzunluğu: 45 km.
cevap: hayır.
gelelim para mevzusuna.
biz şu an istanbul boğazı'ndan geçen gemilerden para alabiliyor muyuz?
evet.
2017 yılında transit gemi geçişleri sırasında verilen fener, tahlisiye ve kılavuzluk hizmetlerinden 2017 yılında 312 milyon 11 bin 630 lira gelir elde edilmiştir.
kaynak:
yani, kanal istanbul'u yapmak isteyenlerin söylediği "boğaz geçişlerinden para alamıyoruz" safsatası koca bir yalandır.
bu gelir az mı?
çok az.
dünyanın en önemli su yollarından elde edilen bu gelir gerçekten çok az ve bu elde edilen gelirin hemen hemen tamamı zaten boğazların güvenliği, işletmesi, fener bakımları vb giderler için harcanıyor, yani bu gelirin vatandaşa bir katkısı olmuyor.
peki kanal istanbul ile bu elde edilen gelirin artması, söylendiği gibi yıllık 8 milyar dolara çıkması mümkün mü?
şu konjonktürde mümkün değil.
neden?
çünkü türkiye'nin taraf olduğu montreux sözleşmesine istinaden transit gemilerin yukarıda bahsettiğimiz fener, tahlisiye ve kılavuzluk hizmetleri ücretini ödeyerek istanbul boğazından geçmeleri mümkün.
şimdi bu su yolunu kullananların böyle bir hakkı bulunurken, neden gidip daha uzun, daha dar ve üstelik daha pahalı bir geçişi tercih etsinler?
sen bu satırları okuyan arkadaşım.
sen bir geminin kaptanısın.
karadeniz'den akdeniz'e açılacaksın, önünde geçmek için iki seçenek var.
birinci seçenek daha kısa(30 km) daha geniş(700 mt) ve daha ucuz.
ikinci seçenek daha uzun(45 km) daha dar(150 mt) ve daha pahalı...
hangisini kullanırsın?
peki türkiye istanbul boğazını kapatıp, transit gemileri kanal istanbul'dan geçmeye mecbur bırakabilir mi?
böyle bir şansımız, imkanımız var mı?
bakın, yine montreux boğazlar sözleşmesine göre, istanbul ve çanakkale boğazları "türk karasuları" statüsündedir.
yani, bu antlaşma geçerli olduğu sürece, istanbul ve çanakkale boğazları'nın tapusu türklerdedir.
lakin rahatlıkla "dış güşler"(!) olarak tanımlayabileceğimiz bir kuruluş var.
uluslararası denizcilik örgütü.(ımo)
bu kuruluş dönem dönem bu boğazlar konusunu gündeme getirir ve "boğazların türk denetiminden alınıp uluslararası bir teşkilata bırakılması gerektiği" gerekçesi ile türkiye ile davalık olur.
örneğin bu uluslararası denizcilik örgütü en son 1996 yılında boğazlar konusunu gündeme getirmiş, ve boğazların uluslararası bir komisyona devri için lobicilik faaliyetlerinde bulunmuş.
yani sözün özü, bu iş hassas bir nokta arkadaşlar.
türkiye'nin boğazlar konusunda atacağı herhangi bir adım, montreux antlaşması ile boğazlar üzerinde elde ettiğimiz hakların uluslararası boyutlarda tartışmaya açılmasını gündeme getirebilir...
bunun da tarihte örneği var.
yine montreux sözleşmesine istinaden transit gemilerden aldığımız fener, tahlisiye ve kılavuzluk hizmetleri ücretlerinin "altın frank" üzerinden ödenmesi kayda alınmıştır.
doları biliyoruz, euro'yu biliyoruz, sterlin, dinar falan da biliyoruz.
bu altın frank ne ola ki?
bu altın frank o dönem kıymetli bir para olan frank'ın altın paritesini gösteren kurdur.
türkiye 1982 yılında (kenan evren darbe dönemi-cunta dönemi) bir karar alıyor.
bu karara göre tedavülden kalkmış olan altın frank yerine transit geçiş ücretini dolar üzerinden alacağını beyan ediyor.
ve bu karardan sonra transit geçiş ücretleri 10 misli artıyor.
aslında işin hakkı bu.
kazanmamız gereken para bu.
yani türkiye 1936 montreux sözleşmesine göre hakkı olan parayı istiyor.
aslında türkiye bu hakkı olan parayı 1936 yılından 1953 yılına kadar bu geçişlerden alıyor.(akp'lilerin beğenmediği tek parti cehape dönemi).
1953 yılında demokrat parti iktidarında altın frank kuru düşükten hesaplanıyor ve türkiye ciddi anlamda bir gelir kaybına uğruyor.
takip eden yıllarda da 1982'ye kadar bunu kimse sorgulamıyor.
ne çoban sülü, ne halkçı ecevit bu konuya fırsat bulamıyor.
ta ki 1982'ye kadar...
işte 1982'de türkiye resti çekiyor ve tedavülden kalkan altın frank yerine boğaz geçiş ücretlerinin dolar üzerinden alınacağını ilan edince uluslararası denizcilik örgütü dünyayı ayağa kaldırıyor.
başta abd, ingiltere ve yunanistan olmak üzre bütün dünya türkiye'nin aldığı bu karara itiraz ediyor.
hatta sovyetler birliği türkiye'yi resmen tehdit ediyor.
türkiye bu restlerin hepsine göğüs geriyor.
ta ki 1983 senesine kadar.
1983 senesinde iktidara gelen anap ve başbakan turgut özal ilk iş olarak ne yapıyorlar biliyor musunuz?
1982 senesinde bülend ulusu başbakanlığındaki darbe hükümetinin aldığı bu kararın kanun haline getirilmesini erteliyor bu uygulamayı yürürlüğe koymaktan vazgeçiyorlar.
aslında işin komiği ne peki onu biliyor musunuz?
bu kararı uygulamaya koymaktan vazgeçen kişi olan turgut özal, 1982 yılında bunu gündeme getirip tasarıyı hazırlayan kişi, yani başbakan'ın danışmanı, bu altın frank olayını hükümetin kulağına fısıldayan kişi...
anlıyorsunuz değil mi?
basit anlatmaya çalışıyorum. şu yukarıdaki saçmalığı anlayabildiniz umarım...
bakın, "boğazlardan para kazanamıyoruz" diye ciyaklayan sevgili reisçiler, akp'li arkadaşlar.
boğazlardan para kazanamayışımızın sebeplerinden biri "düşük altın frank kuru ile geçiş ücreti" uygulayan adnan menderes ve demokrat parti.
ikinci sebep ise anap ve turgut özal.
yani sizin reisin ölüp bittiği adamlar yüzünden para kazanamıyoruz.
anlatabildim mi?
şimdi biz boğazlardan para kazanamıyoruz, az kazanıyoruz ya.
bu kurnazlar araştırmış bulmuş bu altın frank olayını 2011'de gündeme getirmiş.
enerji bakanı taner yıldız "altın frank'a geçeceğiz" diyor.
dönemin başbakanı tayyip erdoğan "çılgın" kanal istanbul projesini açıklıyor.
akp'nin altın frank açıklaması: 7 ocak 2011.
akp'nin kanal istanbul açıklaması: 27 nisan 2011.
yani akp, boğazlardan geçiş gelirlerinin arttırılmasının pek mümkün olmadığını anlıyor ve 4 ay sonra apar topar çılgın proje açıklıyor.
sanırım para-gelir olayına da yeterince değindik.
bunu da geçelim.
bir başka husus da kanal istanbul'un güzergahı ve ekolojik denge sorunu.
önce kanal istanbul'un güzergah haritasına bir bakalım.
haritada görülen 1 numaralı bölge dünyanın en birinci çılgın projesi olan ve kıskanılan 3. havalimanı.
2 ve 3 numaralı bölgeler de yerleşim nüfusunun oldukça yoğun olduğu bölgeler.
şimdi, yazının başında değindiğimiz, boğaz geçişinde tehlike arz eden tanker geçişleri bu 3 bölge için tehlike arz etmeyecek mi?
mazallah, kanal istanbul'dan geçen dev bir tankerin kaza yapması, patlaması durumunda bu 3 bölge felakete açık değil mi?
misal bir tanker kazası olunca yükselen simsiyah dumanlar 3. havalimanı trafiğini tehlikeye atmayacak mı?
ya da çıkan duman ve zehirli gazlar 2 ve 3 numaralı bölgelerdeki halkın sağlığını tehdit etmeyecek mi?
hükümet diyor ki;
"çılgın proje ekolojik dengeyi bozmaz..."
bunu diyen kişi veysel eroğlu.
yani antik kent için "birkaç yüzyıl daha toprak altında kalsa ne olur?" diyen, "dünyanın en çevreci bakanı benim" diyen, "nasa da kim? biz onlardan iyiyiz" diyen, "heslerin bir zararı yok" deyip, sonra "biz hesler konusunda hata yaptık" diye itiraf eden bir bakan.
yani böyle bir bakan, ekolojik denge bozulmaz diyorsa, kesinlikle o ekolojik denge bozulur.
kaldı ki uzman raporları da kanal istanbul'un ekolojik dengeyi tahrip edeceği yönünde.
kısaca anlatmaya çalıştığım üzre,
(evet ancak bu kadar kısa oldu, uzamasın diye çevre konusuna giremedim bile detaylı olarak)
kanal istanbul'un bize maliyetten başka bir katkısı olmayacak sevgili arkadaşlar.
bize yük, bize masraftan başka bir katkısı olmayacak bu proje başlamadan derhal durdurulmalıdır.
bunun da en kolay yolu sanırım 24 haziran seçimleri...
hayırlı seçimler...
8 Haziran 2018 Cuma
7 Haziran 2018 Merkez Bankası Faiz kararları ve sonuçları.
en büyük sorunumuz istediğimiz cevaplar için doğru soruları soramamamız. soru sormak, aslında birisinden bir şey istemekten farksız değil mi? ki “elde edemeyeceğin hiçbir şey yok yeter ki istemesini bil” diye bir söz var çok sevdiğim. neyse gaz ve tozdan geliyorum farkındayım, o yüzden fazla bulanmadan dilim döndüğünce bir işletmeci olarak ülkenin içinde bulunduğu faiz-enflasyon sarmalını bunun günlük hayata etkisini basit düzeyde anlatmaya çalışacağım.
enflasyon, fiyatlar genel düzeyinin sürekli olarak artmasıdır. yani fiyat artışı sürekli olacak ki enflasyon olsun ok?
iktisadi literatürde 2 tür enflasyon vardır.
1) talep enflasyonu 2) maliyet enflasyonu
adı üzerinde bir tanesi fazla arzu edilen malın fiyatının artması diğeri ürünü veya hizmeti oluşturan girdi maliyetlerinin artması.
şimdi bu durumda eğer ortada bir talep enflasyonu varsa mb faiz arttırarak borçlanma maliyetlerini yükseltir ve talebi düşürür; yani kredi kartı faizinin arttığını dolayısıyla alacağınız şeyin daha maliyetli olmasından dolayı almamanızı (mb’nın sizi vazgeçirdiğini) düşünün. bu tip bir durumda faiz ile enflasyon arasında ters korelasyon vardır yani faiz artarsa enflasyon düşer. ok mi?
tersi durumda ise(maliyet şeysi) faiz arttığında enflasyon da artacaktır. niye mi? faiz arttığında halihazırda zaten yüksek olan ve buna istinaden artan girdi maliyetlerine bir de borçlanma maliyetlerinin artışı eklenecektir ki (çifte kavrulmuş lokum gibi düşünün) adam üretmek için daha çok para harcayacak bu da ürün veya hizmetin fiyatını iyice yükseltecektir.
(tam yerine rast geliyoruz sıkı durun)
doğru soruları soracaktık değil mi?
1996 asya krizinde yerle yeksan olan güney kore o günden bugüne gsmh’sını %1000 gibi hayvani bir şekilde nasıl büyüttü?
güney kore yüksek teknolojiye yatırım yaparak ülkedeki iş gücünün üretime katılımını en üst düzeyde ve verimli kıldı. marjinal faydası yüksek (katma değerli) ve sürekli gelişime açık bir yatırım stratejisiyle değerli dünya markaları yarattı ve sattı (samsung,hyundai)
peki biz neden çekik gözlü abiler gibi olamıyoruz?
2008-2013 yılları arasında amerikan merkez bankası bütün dünyaya harcasın diye para saçtı, faizleri indirebildiği kadar indirdi. bu hem 2008 den sonra düşen talebi canlandırmak hem de yatırım yapmak isteyenlerin önünü açan yeni dünya için önemli bir adımdı. bir çok ülke tıpkı güney kore gibi bu parayı alıp teknolojiye, dönüştürebilir enerjiye yatırırken (çin) biz “ betona “yatırdık ve günlük yaşantımızın tüm gereksinimlerini ihraç eder olduk. ihtiyaçlarımızdan kastım olmazsa öleceğimiz şeyler(cep telefonu, araba, kıyafet, vs) ve ölmeyeceklerimiz de var (saman,pirinç, domates vs) bahsediyorum. özetle aklınıza gelen her şeyi dışarıdan alıp tükettik. şiştikçe şişen yedikçe doymayan, ya da alış veriş bağımlısı bir kadının yaptığı gibi o kredi kartı limitini dibine kadar bir daha paraya çevrilemeyecek şeylere harcadık. ve borçlandık, deli gibi borçlandık. o borçları ödemek için paraya çok ihtiyacımız oldu, 2013 ten itibaren değirmenin suyu kesilince de o para! bulunmaz oldu.
peki ne bu para?
dolar arkadaşlar. dünyanın para birimi ve bizim o borçları kapatabilmek için buna bir eroinmanın “mala” ihtiyacı olduğu gibi “ihtiyacımız” (talebimiz) var.
ne dedik bir şeye talep artarsa o yükselir. kaldı ki önce den gelen öyle bir borç sarmalı var ki bırak vadeli borçlarımız için forward döviz taleplerini şu anda kısa vadede ihtiyaç duyduğumuz doları bile bulamıyoruz.
sermaye bir işletmenin (devletin) devam edebilmesi için olmazsa olmaz şarttır ve biz sermayeyi yedik. faiz arttırımları zamanında yapılmadığı için bu sarmala girilmedi (eksik olur) bir zamanlar var olan sermaye doğru yerlere kanalize edilmediği ve siyasi çıkarlardan dolayı faiz baskılandığı (dolayısı ile bir zamanlar var olan sermaye de kaçtığı) için buralardayız. gidişat seçimlerden sonra çok derin bir krizin son sürat geldiğini yansıtmaktadır. hepimize geçmiş olsun.
bazı sorular ve cevapları:
hangi faiz arttı?
merkez bankası'nın bankalara para verdiği başlıca kanal olan haftalık repo ihalesi faiz oranı %1,25 oranında arttı.
bu faiz artışı diğer faizleri nasıl etkiler?
en başta bankaların maliyeti artacağı için diğer faizler de artacak. mesela konut kredisi faizleri yükselecek.
bu karar döviz fiyatını nasıl etkiler?
döviz fiyatlarındaki artışın nedenlerinden biri, siyasetin faiz oranlarının düşürülmesi yönündeki baskısı ve merkez bankasının bu baskıya boyun eğmiş olduğu görüntüsü idi. merkez bankası çılgınca faiz artırarak "ben bağımsız hareket ediyorum" mesajı vermiş oldu. bu dövizi düşürücü etki yapıyor. ayrıca türkiye'de faiz artınca, bu faizden faydalanmak için yurt dışından para girişi olur. bu da kuru düşürücü etki yapar. ancak döviz fiyatı şu anda pek çok farklı parametreden etkileniyor.
bu karar borsayı nasıl etkiler?
normalde faiz artışı ekonomiyi yavaşlatıcı bir etki yaptığından, faiz artışlarının borsayı düşürmesi beklenir. ancak bazı başka sebeplerden ötürü ilk tepki borsanın yükselmesi oldu.
bu artış ekonominin genelini nasıl etkiler?
faiz artarsa krediler azalır, tüketim daralır, yatırım harcamaları ertelenir. sonuçta büyüme olumsuz etkilenir. yani gelirin düşecek, işten atılma riskin artacak, maaşına zam alamayacaksın. (burada bir soru da ben sorayım: peki neden herkes faizin yükselmesini bu kadar istiyor?)
bu artışın enflasyona etkisi ne olur?
faiz artışı talebi olumsuz etkileyeceğinden enflasyonun düşmesi beklenir. ayrıca faiz artışı döviz kurlarını da düşüreceğinden fiyat artışları sınırlanmış olur. (yani ithal fiyatı düşeceğinden alacağın cep telefonu daha ucuz olacak ama kazancın da düşeceği için o telefonu yine alamayacaksın.)
faiz artınca rte gider mi?
belki gider ama nedeni faiz artırımı olmaz. seçime iki hafta kaldı. para politikası kararlarının 6-9 ay içinde etkisini gösterdiği kabul görüyor. bundan sonra alınacak kararlar seçimi etkilemez.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)