raif karadağ'ın da dediği gibi "dünyada her şey ama akla gelebilen her şey ham madde kaynaklarına bağlıdır." savaş ve barış, bu kaynakların bulunduğu sahalar etrafında yaşanan gizli ve korkunç bir takım mücadeleler eseridir. üçüncü sanayi devriminden itibaren dünyanın yegane hammadde kaynağı neft, yani petrol oldu. dünya gerek askeri gerek ticari gerekse endüstriyel anlamda petrole muhtaç hale getirildi. öyle ki, az gelişmiş ülkeler dahi petrolsüz kaldıklarında büyük sıkıntılarla yüz yüze gelmektedir. en basit örnekle, türkiye'de yaşanacak bir tür petrol krizi en başta ulaşım sektörünü baltalayacak ve araçlar kullanılamaz hale gelecektir. bu önce ticareti, ardından turizmi ve nihayetinde hemen her şeyi durduracak noktaya getirecektir. petrol savaş sanayii için de elzemdir. savaşın sürebilmesi için, bir günde binlerce varil petrolün tüketilmesi gerekir. zira savaş makinaları, uçaklar ve tanklar ciddi birer petrol tüketicisidir. petrol kıtlığı halinde ordular hareket kabiliyetini tamamen yitirebilir ve savaşı kaybedebilirler. petrol endüstriyel üretim için de temel ham maddedir. petrolsüz bir ülke üretemez, yürüyemez ve en önemlisi savaşamaz. bu nedenledir ki 19. yy' nin sonlarından itibaren dünya gittikçe artan bir şiddetle petrole bağımlı hale geldi. petrol üreten ve elinde petrol bulunduran ülkeler güçlendi ve daha çok üretmeye başladı. 1. dünya savaşının en şiddetli zamanlarında fransa artan petrol ihtiyacını amerika'dan karşılayarak savaşı kaybetmenin eşiğinden döndü. öyle ki, fransa amerikan petrolünü alamasaydı tüm mekanize birlikleri duracak ve savaş kaybedilecekti. bu yüzdendir ki 1. dünya savaşının en şiddetli çarpışmaları polonya, musul, iran bölgelerindeki petrol üzerine yaşanmış, savaşın ardından yapılan cenova konferansında bakü petrolleri için bir çok ülke çetin savaşlar vermiştir.
libya petrolü için büyük bir savaş kapıdaydı zira italyan dışişleri bakanı petrol için öncelik istiyordu. libya afrika'nın en büyük petrol rezervine sahipti. libya'daki bilinen petrol rezervi 48 milyar varildi. devrimden önce libya günde 1,6 milyon varil petrol üretiyor ve petrolü italya, almanya, ispanya ve fransa'ya satıyordu. müdahalenin ardından libya petrolleri üzerine atılım yapan total'e geçince bahar dönemindeki kaos ortamı bir anda düzeldi. günlük petrol üretimi 1,4 milyon varile yükseldi. 2012 baharında petrol üretimi normale döndü
tayyip erdoğan libya müdahalesine ilk başlarda karşı çıkmıştı. fakat daha sonra fikrinden döndü. türk ordusu fransa önderliğinde kurulan nato donanmasına gemi gönderdi. türkiye bu hamlesinin karşılığını alacaktı. libya'da sular durulunca türkiye fırsatı değerlendirdi 2012 mart'ında iran petrolü yerine libya petrolü ithal etmeye başladı. fransa'nın oldu bittisiyle işgal edilen libya'da ilk hükümeti mustafa ebu şakur kasım 2011'de kurmuştu. 2012 yazına kadar ülkede pek fazla olay olmadı. fakat sonbahara doğru libya yeniden karıştı. eylül 2012'de amerikan büyükelçiliği basıldı ve abd'nin libya büyükelçisi öldürüldü.sokaklar yeniden ısınmıştı. olaylar karşısında şakur bir yılı doldurmadan, ekim ayında başbakanlıktan düşürüldü. yerine ali zeydan geldi. zeydan sarkozy'e harekat için destek veren bir muhalifti. her şeye rağmen sokak olayları bitmek bilmiyordu. petrol devleri libya'yı total'e bu kadar kolay kaptırmaya niyetli değildi. yıl sonuna doğru italyan petrol devi eni, libya petrolleri için yatırımlarını artıracağını açıkladı. 2013'ün ocak ayında bir atak da türkiye'den geldi. enerji bakanı taner yıldız ciddi bir biçimde libya'dan petrol sahası istediklerini açıklıyordu. türkiye dev petrol tröstlerine rağmen libya petrollerinden pay alabileceğini düşünüyordu. çünkü türkiye nato harekatına katılmıştı ve batı ile sıkı ittifak içerisindeydi. bu nedenle petrolden kolayca pay alabileceğini düşünmüştü. komikti. bu girişim hüsranla noktlandıktan sonra türkiye'nin tüm dikkati suriye politikasına kayacaktı. zira fransa'nın libya'da yaptığını türkiye suriye'de yapabilirse önemli gelir elde edilebilirdi. üstelik fransa'nın libya'yla ciddi bir bağı bulunmuyordu. türkiye ve suriye arasında dini, milli ve kültürel bağlar vardı. batı'nın esad'ı istenmeyen adam ilan etmesi türkiye için büyük bir fırsat olabilirdi. işte bu yüzden erdoğan fransa'nın libya'da yaptığını suriye'de yapma hayalleri kurmaya başladı. erdoğan'ın suriye'de ısrarla nato müdahalesi istemesinin nedeni buydu.
2013 başlarında başlatılan libya petrolü çabası sonuçsuz kalınca erdoğan vakit kaybetmeden batı'yı suriye müdahalesine zorlamaya başladı. batı'nın mayıs ayında müdahaleye yeşil ışık yakması üzerine umutlanan erdoğan niyetini açıkça belli ediyor, sınırlı müdahale bizi tatmin etmez diyordu. fakat erdoğan her şeye rağmen batı'nın kendisini oyaladığının farkında değildi. batı nezdinde fransa'nın yeri ile türkiye'nin yeri aynı olamazdı. erdoğan 10 yıllık batı ittifakını yanlış yorumlamış, suriye'ye kolayca girebileceğini düşünmüştü. fransa'nın libya'da yaptığını türkiye suriye'de yapamayınca erdoğan çileden çıktı. batı tarafından bir kez daha aldatıldığını anlamıştı. batı'nın asırlardır dini ve kültürel bir parçası olan fransa ile daha yüz sene öncesine kadar batıyla savaşan türkiye nasıl eşit olabilirdi ki? erdoğan batı'ya suriye için çok önemli bir taviz bile vermişti. gezi olaylarının ikinci gününde, 30 mayıs 2013'te yürürlüğe giren petrol yasası neticesinde yabancı şirketlere türkiye'de petrol arama ve sondaj yapma izni verilmiş, şirketlere çıkardıkları petrolün sekizde yedisini alma hakkı tanınmıştı. bu yasa ile birlikte türkiye'nin her yerinde, yüksek güvenlikli askeri bölgelerinde bile petrol arama çalışmaları yapılabilecek, yabancı petrol şirketleri türkiye'nin istediği yerinde kafasına göre sondajlar yapabilecekti. işin ilginç yanı gezi olaylarının tam ortasında yaşanan bu gelişme hiç bir çevre örgütü tarafından ele alınmadı. türkiye'nin dört bir yanında üçüncü köprü, gezi parkı ve üçüncü hava alanı projelerine karşı şanlı tepkiler yağıyordu, türk gençliği ağacına ve özgürlüğüne sokakta sahip çıkıyordu ama kapitalist şirketlere çevreyi katletme imkanı veren petrol yasası gezi olaylarını sahiplenen örgütler tarafından asla dikkate alınmıyordu. erdoğan karşıtı çevreci gezi olaylarının önde gelen sivil toplum örgütleri petrol yasasını görmeyerek sokaktaki gençlere bir anlamda ihanet ediyordu. 2013 yılında libya'da olaylar durulmuyordu. işgal hareketleri petrol sahalarına da bulaşmıştı. yaşanan olaylar italyan eni ve fransız total şirketlerinin işlerini baltalıyordu. kapatılan petrol alanları ağustos 2013'te yeniden açıldı.15* ekim 2013'te ise çok önemli bir olay yaşandı. libya başbakanı zeydan kaçırıldı. daha sonra serbest bırakılsa da sokak olayları bir türlü dinmedi. libya'daki olaylar petrol savaşının kolay kolay dinmeyeceği gerçeğini fısıldıyordu. hükümet karşıtı eylemlerin petrol sahalarına yansıması sonucunda isyancı liderler petrol kuyularını ele geçirmiş ve petrolden hisse elde etmek için hükümete baskı yapmaya başlamıştı. ülkenin doğusunda bulunan isyancılar iyice kontrolden çıkmış ve özerklik talebinde bile bulunmuştu. başbakan ali zeydan ise özerlik talebini şiddetle reddediyordu. yaşanan olaylar petrol üretimini %80 oranında düşürmüştü. tam da bu esnada amerikalı diplomat ethan chorin bir açıklama yapıyor ve "durum böyle devam ederse federasyon kaçınılmaz olacak. bu, libya için iyi bir çözüm olabilir." diyordu. başka bir amerikalı john hamilton ise “hükümetin milislerin üzerine askeri güçle gitme olasılığı yok, çünkü bu felaket olur." diyecekti. olay basitti. ilk etapta libya petrollerinden pay kapamayan amerika libya'daki büyükelçisini zamanında çekmeyerek ölümüne neden oluyor ve libya olaylarına müdahil olma fırsatını yakalıyordu. ülke genelinde yaşanan sokak olayları isyan hareketlerine dönüşünce bu hareketler petrol sahalarını ele geçiriyor ve özerklik talebinde bile bulunuyordu. amerikalı uzmanlar ise libya'nın bölünmesinin hayırlı olacağını ifade ederek özerklik alacak isyancı gruplarla anlaşmayı düşünüyordu. bu durumda isyancı grupları amerikan gizli servisinin silahlandırdığını iddia etmek, çok mu abes olur? ya da libya petrolü total'in değil de amerikan exxon'un elinde olsaydı, özerklik talepleri konusunda amerikalı uzmanlar bu kadar olumlu olabilir miydi? tabiki hayır. yaşanan tüm gelişmeler petrol üzerineydi ve amerika da bu olayların uzağında kalamazdı.
Mart 2014'te, yaşanan olaylara çözüm bulamadığı gerekçesiyle ali zeydan hükümeti de düşürüldü, onun yerine de abdullah el-sani getirildi. el-sani ile fransız müttefiki ali zeydan dosttu. görünüşe göre fransa libya'da ipleri elden bırakacağa benzemiyordu. fakat olaylar el-sani döneminde de devam etti. bir ay geçmeden ailesine silahlı saldırı düzenlendi. el-sani görevinden istifa etti. fransa bastırdıkça sokak isyanların ardındaki güçler de bastırıyordu.
libya'da hükümet bunalımı yaşanırken çok ilginç bir olay yaşandı. yaşanan bu olay libya'daki petrol savaşının tüm dünya güçleri tarafından nasıl takip edildiğini gözler önüne seriyordu. o güne dek libya üzerinde italyan ve fransız şirketlerinin etkisi büyüktü. karşılarında ise libya'yı karıştıran başka bir güç vardı. üstelik isyancılar kendileri için de petrol talep ediyordu. isyancı liderlerden biri olan ibrahim cadran istediği hisseyi alamayınca petrolü kendisi çıkartarak bir gemiye yükledi ve petrol yüklü gemi gizlice kaçırıldı. amerikan deniz komandoları inanılmaz bir şekilde söz konusu gemiye çıkarma yaparak kaçakçılığa engel oldu. kaçırılan gemide kuzey kore bayrağı vardı. yani isyancılar petrolü kuzey kore'ye satmaya çalışmışlardı. çok ilginçti. libya petrolü fransızlar tarafından işletiliyor, isyancılar tarafından kuzey kore'ye satmaya çalışılıyor ve amerikalılar tarafından yakalanıyordu.
Nisan 2014'e gelindiğinde durumun vehametinin farkına varan fransızlar hamle yaptı. libya hükümeti ile isyancılar anlaşmak zorunda kaldı. çünkü petrol üretimi neredeyse sıfıra inmişti. libya 8 ayda 18 milyar dolar kaybetmişti. oysa asıl kaybedenler italyan ve fransız petrol şirketiydi. yapılan anlaşma sonucunda petrol üretimi yeniden hızlandı. haziran'da yapılan seçimlerde fransız yanlısı el-sani yeniden kazandı ve başbakan oldu. parlamento güvenlik sorunu nedeniyle toplantıları tobruk'ta yapıyordu. durumdan istifade eden karşı güçler başkent trablus'ta yeni bir hükümet kurdu. böylece tobruk'taki meşru hükümetin karşısına trablus hükümeti çıktı. amerika çok önemli bir hamle yapmıştı. böylece libya içinden çıkılmaz bir hal aldı. amerika libya'yla sıkı şekilde ilgilenemiyordu çünkü batı'nın petrol savaşından istifade eden putin ukrayna'yı karıştırmıştı. ukrayna'da yaşanan karışıklıklar sonucunda kırım bölgesi aldığı kararla referanduma gitmiş ve rusya'ya bağlanma kararı almıştı. putin zamanı ustaca seçmiş ve böylece önemli bir kazanım elde etmişti. amerika yaşanan bu olay karşısında putin'i önce nato müdahalesi ile tehdit etmiş fakat bu hamle işe yaramayınca rusya'ya karşı "ekonomik yaptırımlar" almak zorunda kalmıştı. böylece amerikan-rus ekonomik savaşı patlak vermiş ve petrol fiyatları düşmeye başlamıştı.durumdan istifade etmek isteyen fransa libya'daki girişimini baltalayan amerika'ya ciddi bir çalım atarak rusya'ya karşı başlatılan ambargoya pürüz çıkardı. fransa rusya'yla ilişkilerini dondurmak istemiyordu. şüphesiz fransa'nın bu politik duruşunun ardında yatan sebep total petrol'ün girişimleriydi. total elinde bulundurduğu güçle fransız politikalarına yön veriyordu. bunun en önemli örneği libya işgaliydi. başka örnekleri de vardı. total'in etkili olduğu ülkelerden biri de arjantin'di. arjantin her ne kadar ingiltere ile büyük sorunlar yaşasa da fransa arjantin'e destek sağlıyordu. bir yerde fransa total'in baskısıyla müttefiği ingiltere ile karşı karşıya geliyordu. bunun sebebi petrolün gücüydü. aynı senaryo ukrayna'da da yaşandı. fransa rusya ile yaptığı 2 milyar dolar hacimli gemi anlaşmasını bozmak istemedi. çünkü total libya'da kendisine büyük zarar veren amerika'ya karşılık vermek istiyordu. total'in ceo'su christophe de margerie temmuz 2014'te yaptığı açıklamada yeni bir berlin duvarı örmeye gerek yok diyecek ve rusya yanında boy gösterecekti. total böylece ukrayna petrollerinden de pay almayı hedefliyordu. aynı anda hem libya hem de ukrayna'da savaşa tutuşan petrol tröstleri hükümetleri de politikalarına alet etmişti. libya'daki savaş içinden çıkılmaz bir hal almış 2014 temmuz'unda libya'daki petrol üretimi yeniden durma noktasına gelmişti. libya'daki savaş öyle bir hal almıştı ki, iki petrol devinin kavgası nedeniyle libya hükümeti petrol ihtiyacı nedeniyle petrol ithalatı yapma kararı almıştı. petrol zengini libya petrol ithal edecekti. zavallı libya halkı, yaşanan bu petrol savaşı nedeniyle nice zulüm görüyordu. türkiye de bu savaş esnasında bir tür görev alıyor ve libyadaki cihatçıların tedavi görevini üstleniyor, libya'dan türkiye'ye yaralı isyancı akını yaşanıyordu.
ağustos 2014'te amerika'nın ünlü foreing policy dergisi'nde yayınlanan bir makale yaşanan petrol savaşını açıkça gözler önüne seriyordu. makalede rusya'nın ukrayna'ya fırlattığı füzelerin aynılarının libya'da isyancılara fırlatıldığı belirtiliyor ve bu füzeleri ateşleyenlerin elbet bir gün bulunacağı ifade ediliyordu. makalenin sonunda ise amerika'nın libya'da çok öncü bir rol oynadığı ve bu rolün süreceği yazılıydı. amerika açıkça libya'yı bırakmayacağını ilan ediyordu. her şeye rağmen ağustos sonunda petrol üretimi yeniden arttı. eylül'de ise üretimler yeniden düştü. libya artık iyice bataklık halini alıyordu. iki taraf da asla vazgeçmeyecek gibiydi. tüm bu hengamenin arasında sahneye total'in ceosu de margerie çıktı. önemli bir kararla rusya'ya giden margerie putin'le özel olarak görüştü. total verdiği mesajla ne olursa olsun savaştan vazgeçmeyeceğini dünyaya ilan ediyordu. bu olay batı ittifakının çatırdadığının resmiydi. putin batı içindeki savaşı kendi lehine dahiyane şekilde kullanmıştı. petrol savaşları kanlı olurdu. fakat bu kez hiç olmayan bir şey oldu. görüşmenin ardından uçağıyla fransa'ya dönmeye hazırlanan de margerie sıradışı bir kaza yaptı. petrol savaşlarında başkanlar bile ölmüştü fakat petrolcüler ilk defa birbirlerini hedef almıştı. yaşanan kazada total'in ceosu de margerie ölmüştü. de margerie'nin ölümünün ardından amerika uluslararası sistemi fransa karşısında kullanmaya başladı. kasım 2014'te fransa'nın ekonomik görünümü standart & poor's tarafından üçüncü defa düşürüldü. bir hafta sonra arjantinli papa vatikan dış işleri bakanı fransız mamberti'yi görevden aldı ve yerine ingiliz gallagher'i getirdi. fransız nükleer tesislerin üzerinde yakalanan insansız hava aracı sayısında patlama yaşanacaktı. amerika'nın bitmek bilmeyen salvoları aralık 2014'te de devam etti. paris'te seyreden bir kamyon vatandaşların üzerine doğru sürüldü. olayda bir kişi öldü. bir kişinin öldüğü olay yüzünden ünlü eyfel kulesi çevresine komandolar yerleştirildi. normalde böyle bir olay için komandoların kullanılması gereksizdi fakat yaşanan petrol savaşı fransa'ya mesajlar veriyordu. yaşanan bu olay ciddi bir uyarıydı çünkü olay nijer'de cia'nın çinli petrol şirketlerine karşı desteklediği boko haram örgütü'nün militanları tarafından gerçekleştirilmişti. daha ciddi olaylar da yaşanabilirdi. bu nedenle önlem alınmalıydı. 14 aralık'ta libya'daki petrol üretimi yeniden durdu. bir çok liman yaşanan olaylar nedeniyle kapatıldı. fransa iyice kapana kısılmıştı. 26 aralık'ta ise libya'nın en büyük petrol ihraç alanına roketli saldırı düzenlendi. petrol üretimi yeniden durma noktasına geldi. amerika yaşanacak bir tür ateşkese karşılık b planını bile tasarlamıştı. şayet libya hükümeti isyancılarla anlaşma sağlar ve kendilerine gerekli payları verirse devreye bu kez ışid girecekti.libya'nın doğusundaki derne kentinde ışid militanları yuvalanmıştı. kuzey suriye'de binbir güçlükle mücadele eden ışid nasıl oluyordu da libya'da teşkilatlanıyordu? bu çaba ne içindi? tabi ki petrol içindi.
2015 başlarında ise fransa lideri hollande manidar bir açıklama yapacaktı. 6 ocak'ta konuşan hollande "keşke esad'ı vursaydık", diyecekti. esad'ın vurulması suriyeli muhaliflerin başarıya ulaşmasını sağlayacak ve ışid'in ortaya çıkışını engelleyecekti. böylece hem kuzey ırak petrolleri hem de libya'daki ışid tehdidi hiç olmayacaktı. hollande bu açıklamayı yaptıktan bir gün sonra, 7 ocak 2015'te dünyayı sarsan olay yaşandı. cihatçı örgüt militanları bu kez charlie hebdo dergisine saldırı düzenledi ve bir çok insanı katletti. fransa'nın komandoları kötü sonu engelleyememişti.
petrol savaşı bu olaya dek petrol sahası olan libya ve ukrayna'da yaşanıyordu. fakat artık fransa da karışmıştı. ülkesinin karışmasına müsaade etmek istemeyen hollande bu olayla birlikte total'e verdiği desteği azaltmaya başladı. fransa hükümeti geri adım atıyordu. ilk girişim rusya konusunda oldu. fransa rusya'yı gemi anlaşması ile ilgili olarak mahkemeye gitmekle tehdit etti. 21 ocak 2015'te ise total yeni bir açıklama yaptı ve kıbrıs açıklarında yürüttüğü sondaj faaliyetlerinden çekileceğini açıkladı. almanya, rusya, fransa liderleri minsk zirvesi'nde bir araya geldi. konu ukrayna'ydı. fransa'nın yoğun ısrarı putin'i de kısmen ikna etmiş ve rusya 12 şubat 2015'te ateşkes kararı almıştı. yaşanan bu gelişme karşısında amerika dış işleri bakanı kerry rusya uygulanan yaptırımların kaldırılabileceğini ifade ediyordu. amerika'nın son hamleleri ukrayna krizini tatlıya bağlamıştı. üstelik fransa bile bu konuda yoğun çaba harcamıştı. artık libya konusuna geri dönülebilirdi. ilk çıkışı çok farklı bir isim yapıyordu. mısır'ın lideri sisi birleşmiş milletler'e libya'ya müdahale etmesi için çağrıda bulunuyordu. çünkü ışid mısır sınırındaki bölgeyi de karıştırmıştı. işin en çarpıcı noktası ise sisi'nin bu çağrıyı fransız radyosunda yapıyor oluşuydu. fransa hükümeti libya savaşından tamamen çekilmişti. artık bölge tamamen amerikan kontrolüne girmişti. ateşkes imzalandıktan iki gün sonra libya'nın en önemli iki boru hattında patlama meydana gelmişti. bir hafta sonra ışid libya'daki patlamaları üstlendi. amerika'nın libya uzmanı richard heinberg durumu "normal" bulduğunu açıkladı. yaklaşık iki yıldır fransa ve amerika'nın yaşadığı petrol savaşı onlarca güç gösterisine sahne olmuştu fakat heinberg yalnızca iki yıldır sahnede olan ışid'in libya petrollerine sahip olma imkanını normal buluyordu. böyle bir şey mümkün müydü? kaldı ki amerika fransa kontrolündeki libya petrolleri için iki yıldır savaş vermesine rağmen ışid'in kontrolündeki musul petrolleri için kılını kıpırdatmıyordu. tüm bu doneler ışid'in amerikan menfaatlerine aykırı olmadığı mesajını veriyordu. aksi halde amerika hem musul hem de libya'daki petrollere göz diken ışid'i yaşatmazdı. 28 şubat 2015'te kıbrıs'taki fransız büyükelçisi çok önemli bir açıklama yaptı. total şirketi kıbrıs'ta petrol aramaları yapıyordu. charlie hebdo katliamından sonra total bu aramaları durdurma kararı almıştı. fakat total kısa süre sonra arama faaliyetleri için yeniden girişimde bulunmuştu. en azından güney kıbrıs konusunda kaybetmek istemiyordu. fakat fransız büyükelçisi çok önemli bir ifadede bulunmuştu. yaptığı açıklama fransız hükümetinin, total şirketi ile rum enerji bakanlığı arasında süren müzakerelere katılmadığına dikkat çeken büyükelçi fransız hükümetinin total'e verdiği desteği tamamen çektiğini tüm dünyaya haykırıyordu. 4 mart 2015'te ışid daha da ileri giderek iki petrol sahasını daha ele geçirdi. 5 mart 2015'te ise güneydeki petrol sahasına doğru ilerleyen ışid petrol kuyuları için çatışmaya girdi. bu olay gösteriyordu ki, amerika libya petrolleri için de ışid'i kullanıyordu. zira fransa ile 2 yıldır petrol için savaşan amerika ışid gibi ufak bir rakibi asla libya'da barındırmazdı. bunun tek bir anlamı vardı. ışid libya petrolleri açısından amerika için bir tehdit değildi. aksine amerikan menfaatleri gereği libya'ya sirayet ettirilmiş bir virüstü. 6 mart'a gelindiğinde amerika hem ukrayna hem de libya'da yürüttüğü iki savaşı da nispeten kazanmıştı. fransa total'e verdiği desteği çekmiş ve ukrayna konusundaki tüm kozlarını terk etmişti. fakat 6 mart 2015'te hiç hesapta olmayan bir güç devreye girmek için hazırlık sinyali verdi. savaşın başından bu yana uğradığı tüm zararlara rağmen sessiz kalmayı yeğleyen bu aktör tabiki de italya'ydı. arap baharından sonra libya petrolü fransa ve italya tarafından paylaşılmasına rağmen yaşanan petrol savaşında daima fransa ve amerika çekişmişti. oysa italya da libya petrolünde söz sahibiydi ve italya da en az fransa kadar zarar görüyordu. hem italya hem de italyan eni şirketi fransa ve total kadar güçlü değildi. bu durum onları savaştan uzak tuttu ve tüm yaşananlara rağmen italya sessiz kalmayı seçti. üstelik italya'nın ünlü lideri berlusconi italya'nın libya petrollerine ortak olmasından kısa süre sonra, kasım 2011'de olaylı bir şekilde görevden ayrılmak zorunda kalmıştı. o günden bu yana yeni italyan hükümeti petrol savaşına girmeyi reddediyordu.
italya başbakanı matteo renzi tg5 televizyonuna açıklamasında, “libya sorununu anlamak için bilgeliğe, ihtiyatlılığa ve durumun net kavrayışına ihtiyaç var. orada karmaşık süreçler yaşanıyor, gidişatını yakından izliyoruz ama tam pasiflikten paniğe ve tedbirsiz eylemlere ani geçiş ihtiyacını görmüyoruz.” diyerek tutumunu açıkça belli etmişti. italya savunma bakanı roberta pinotti ise libya'da eylemlerini artıran ışid tehlikesine dikkat çekmiş ve ışid'in libya'yı ele geçirmesi halinde avrupa'da saldırılar düzenleyeceğini iddia etmişti. zira libya italya'nın dibinde bulunuyordu ve roma'ya oldukça yakındı. fakat buna rağmen italya pasif tutumunu asla bozmadı. ta ki 6 mart 2015'e kadar. libya en az suriye'deki kadar yoğun şekilde terör altında ve avrupa basını sıklıkla libya'da yürüteceği politikayı tartışıyordu. her ne kadar türkiye'de bu tip haberler yapılmasa da mısır ve ürdün libya'ya müdahale birleşmiş milletler'e başvurdu. teklif kabul edilirse nato libya'ya yeniden müdahalede bulunacaktı fakat bunun için türkiye'nin de onayı gerekiyordu peki erdoğan sisi'nin teklifini kabul ederek bir nato müdahalesine yeşil ışık yakar mıydı? zira ikili arasında derin bir uçurum bulunuyordu. erdoğan geçtiğimiz günlerde arabistan'ı ziyaret etti ve kral selman'la görüştü. işin garip yanı o sırada sisi de arabistandaydı. erdoğan arabistan'a gitmeden önce kendisine sisi ile barışmanız mümkün mü diye soran gazeteciye şaka yapıyorsunuz herhalde şeklinde cevap vermişti. oysa kral selman'la görüşen erdoğan, görüşme akabinde yaptığı açıklamada msır'la devran tersine dönebilir diyecekti. şuan libya'da iki hükümet bulunuyor ve bunlardan biri islamcıların oluşturduğu trablus hükümeti. erdoğan muhtemelen islamcı hükümetin desteklenmesini ümit ederek müdahaleye yeşil ışık yakacak ve hatta sisi'yle ortak zeminde buluşacaktı. işte tam da bu politik fırtına esnasında italya inanılmaz bir çıkış yaptı. bu çıkış libya petrolleri üzerinde yeni bir savaş başlatabilir ve amerika karşısında bu kez fransa yerine italya'yı bulabilirdi. libya konusunda bugüne dek pasif tutum sergileyen italya başbakan'ı renzi 6 mart 2015'te rusya'yı ziyaret etti. kremlin'de putin'le baş başa görüşen renzi'nin en önemli gündemi libya'ydı. ayrıca iki lider 1 milyar dolarlık yatırım fonu oluşturma kararı aldı. görüşme sonrasında açıklama yapan renzi rusya-ab ilişkilerinin zor bir dönemden geçmesine rağmen, italya ile gelişmiş ilişkilerin devam ettiğini söyledi. renzi ayrıca ukrayna konusunda rus yanlısı açıklamalar yaptı. bu görüşme renzi ve putin arasında son üç aydaki dördüncü görüşme olarak kayıtlara geçti. tüm bu detaylar italya'nın artık sahneye girdiği anlamını taşıyordu. fransa'nın geçmişte izlediği yolu şimdi italya izliyordu. bu durumda italya, fransa'nın yaşadığı akıbeti yaşayabilir ve bu kez roma sokakları terör olaylarıyla çalkalanabilirdi. ingilizlerin ünlü başbakanı winston churchill'in söylediği gibi, `bir damla petrol bir damla kandan çok daha önemlidir.`
2011-2014 yılında libya'da yaşanan işgal ve sonraki seçilmiş hükümet dönemi libya'nın kaynaklarını ciddi biçimde hırpalamıştı. sonrasında yaşanan ikinci iç savaşla birlikte libya sahip olduklarının neredeyse tümünü kaybetme noktasına geldi. peki işlerin tam da düzelmeye başladığı noktada, birleşmiş milletler'in dahi desteklediği bir hükümeti iş yapamaz hale getiren olgu, "halife hafter" nasıl peydah olmuştu? ve tabii ki, kaddafi'yi devirmek için nato'yu harekete geçiren klik, ikinci iç savaş için neden etkisiz kalıyordu? ilk tepki, hafter yanlılarının mısır ve birleşik arap emirlikleri tarafından desteklendiğine yönelik oldu. buna karşın, müslüman kardeşler'in libya kolunun da içinde yer aldığı seçilmiş hükümeti türkiye ve katar destekliyordu. 2014 kasım ayı itibariyle ışid de var olan kaostan yararlanarak libya'da girdi ve bir kaç şehri ele geçirdi. ışid'in libya'daki ilerleyişiyle mısır hava kuvvetleri şubat 2015'te libya'yı bombaladı. halife hafter yanlısı tobruk meclisi müdahaleyi desteklediğini açıkladı. türkiye ve katar destekli, bm tarafından tanınan trablus merkezli ulusal kongre ise müdahaleyi şiddetle kınadı. mesele libya'nın, libyalıların olmaktan çıkmıştı. belirli güç odakları vardı ve bu odaklar libya'da destekledikleri kesimleri iktidara taşımak niyetindeydi. bm ve batılı ülkeler her ne kadar ulusal kongreyi desteklese de, kongre ciddi biçimde yardım görmüyordu. mısır görünürde eleştiriliyor ve ulusal kongre tanınıyordu ama tobruk meclisi ve ışid'i devirebilecek herhangi bir yardım ortada yoktu. haziran 2015'te (bm'nin desteklediği) trablus hükümeti'ne bağlı sirte'ye saldıran ışid şehri ele geçirdi ve önemli bir petrol bölgesine sahip oldu. temmuz 2015'te radikal islam terörüne karşı tobruk ve trablus hükümetleri arasında ateşkes sağlandı. ekim 2015'te bm libya özel temsilcisi tarafından ulusal mutabakat hükümeti açıklandı. tobruk ve trablus hükümetleri tarafından oluşan hükümet daha göreve başlamadan dağıldı. zira merkez bankası ve petrol bakanlığı'nın hangi tarafın kontrolüne verileceği konusunda anlaşma sağlanamamıştı. hafter yanlısı tobruk meclisi , temmuz ayında ateşkese aykırı olarak kendi merkez bankası ve petrol bakanlığını kurmuş ve imf tarafından tanınmıştı. şimdi de bm eliyle bu durumun trablus hükümetine dayatılması yaşanıyordu. trablus hükümeti ulusal mutabakat hükümeti'ne karşı itiraz eden ilk taraf oldu.
aralık 2015'te roma'da yapılan libya zirvesi'nde yeniden birleşme kararı çıktı. kısa süre sonra ocak 2016'da ışid trablus hükümeti'ne bağlı misrata bölgesine saldırı düzenledi. bir kaç gün sonra ulusal mutabakat hükümeti kurulsa da tobruk meclisi anında veto etti. bm mutabakat için bastırıyor, taraflar birleşmeye yanaşmıyor ve ışid durumdan istifade ederek libya'ya yerleşiyordu. tarafların bm toplantılarında alınan kararlarla anlaşmaya yanaşmaması şaşılacak durum değildi. zira, elinde silah olan adamlar, elinde kalem olan adamların kararlarına uymazdı. halife hafter bm destekli trablus hükümetine darbe yapmaya çalıştığında ve başaramadığında bm'nin tepkisiz kalması, hafter'in tobruk meclisi desteklemesi ve bm'nin tarafları bir araya getirmek için çabalamasının bir maksadı vardı. bm, trablus hükümeti'nin libya'yı kendi başına yönetmesini istemiyor, onlara desteğini sürdürerek de ışid gibi radikal bir terör örgütü haline dönüşmesine ihtimaline karşı kontrolü elde tutuyordu.
libya'da olan şey, trablus hükümeti'nin karşısına yeni bir rakip yaratmak ve trablus hükümetini bu rakip ile uzlaştırmaya çabalamaktı. tabii ki, bu uzlaşma sonucunda tobruk meclisi trablus hükümetinden daha güçlü olarak çıkmak zorundaydı. hafter destekli tobruk meclisi ocak 2016'da kurulan ulusal mutabakat hükümetine karşı çıkıp uzlaşmayı bozduğunda bm temsilcileri "`diğer gruplar, anlaşmayı kabul etmeleri için cesaretlendirilmeli`" şeklinde bir madde eklemek istemişti. bu açıklama belli ediyordu: bm tobruk meclisi güçlenmesini arzuluyordu. şubat 2016'da italya ulusal mutabakat hükümetinin daveti üzerine libya'ya girebileceğini açıkladı. aynı dönemde londra merkezli şarku'l-evsat gazetesi ve bazı yerel kaynaklar ise abd, ingiltere ve rusya askerlerinin libya'nın tobruk şehrine konuşlandığını iddia etmişti. tobruk halife hafter'in desteklediği hükümetin bulunduğu merkezdi. sadece bu iddialar bile, batı'nın aslında olası çatışmada kimin ardında yer alacağını anlatmaya yeterdi.üstü kapalı müdahale iddialarının ardından yeniden toplanan güçler şubat 2016'da yeni bir hükümet üzerinde anlaştı. libya'daki tüm askeri birliklerden sorumlu olacak savunma bakanı tobruk meclisi üyelerinden seçilmişti. ulusal mutabakat hükümeti başkanlık konseyi başkanı fayiz es sirac oldu. nisan 2016'da trablus hükümeti istifa ettiğini ve ulusal mutabakat hükümetini desteklediğini açıkladı. birleşik arap emirlikleri, katar, mısır gibi iki tarafı da destekleyen ülkeler mutabakat hükümetini tanıdı. ingiltere, almanya, fransa ve italya dış işleri bakanları trablus’u ziyaret etti. görünürde tüm dünya uzlaşı hükümetini destekliyordu. mayıs 2016'da abd dış işleri bakanı john kerry ışid'in libya'dan atılması için mutabakat hükümetine silahlı destek verilebileceğini açıkladı. ilerleyen günlerde libya üzerindeki silah ambargosu kaldırıldı. türkiye libya'da büyükelçiliğini yeniden açtı. haziran 2016'da mutabakat hükümeti güçleri ışid'in elindeki sirte'ye girdi. geçen süre içerisinde libya merkez bankası ve petrol bakanlığı da trablus'a taşınmış ve abd dış işleri bakanlığı bu kurumları fayiz es sirac'ın başkanlığındaki hükümetin kontrol etmesi gerektiğini açıklamıştı. temmuz ayında hükümet trablus'ta ilk defa toplandı. bir yandan mutabakat hükümeti desteklenirken, öte yandan da tobruk'ta bulunan halife hafter'e silah desteğinin yapıldığı ortaya çıkıyordu. middle east eye'ın (mee) haberine göre, sızdırılan ses kayıtları, abd, britanya ve fransa'nın, hafter'e destek için hava saldırılarını koordine ettiğini gözler önüne seriyordu. 20 temmuz 2016'da libya’nın bingazi kentinde görev yapan 3 askerin bir helikopter kazasında öldüğüne dair iddialar kabul edilirken, fransa’nın libya’daki askeri varlığı da ortaya çıkmış oldu. ağustos 2016'da sirte'deki çatışmalar da hızlanıyor, önce hükümet binası ardından da ışid karargahı ulusal mutabakat hükümeti güçlerinin eline geçiyordu. önce libya'daki fransız varlığının ortaya çıkması, ardından abd hava kuvvetlerinin ışid'i bombalaması ve sonrasında sirte'de ilerleme kaydedilmesi üzerine tobruk meclis'i abd'nin libya'daki müdahalelerinden rahatsızlık duyduğunu açıkladı. mutabakat hükümeti yeterince güçlenmemeliydi. 22 ağustos 2016'da yapılan güvenoyu yoklamasında mutabakat hükümeti yeterli desteği alamadığı için düştü.
Eylül 2016'da tunus'ta yapılan bm toplantısında yeni bir hükümet kurulması sağlanamadı. toplantılarda halife hafter'in adı savunma bakanlığı için geçti. eylül ayı boyunca kriz aşılamadı. eylül sonunda fransa paris'te yeni bir toplantı yapılacağını duyurdu. toplantı öncesinde fayiz es sirac "hafter dahil kimseyi dışlamıyoruz." diyordu. hafter ise 11 eylül’de ibrahim cadran’ın geri kalan adamlarını da temizleyerek libya’nın petrol hilali bölgesindeki limanların çoğunu ele geçirmiş, bu kritik gelişmenin ardından ras el unuf, sidra ve zuveytina’dan petrol ihracatı iki yıllık aranın ardından hızlı bir şekilde yeniden başlamıştı. batı libya'da mutabakat hükümetinin yeniden kurulması için çabalıyor, ışid'le savaşında onlara yardım ediyor fakat öte yandan hafter'in önlenemez yükselişine karşın hiç bir şey yapmıyordu. işin ilginç yanı, hafter yönetimi ihraç ettiği petrolün gelirini trablus'ta yer alan merkez bankasına aktarıyor, siyaseten muhalefet ettiği mutabakat hükümetinin elini güçlendiriyordu. bu sayede hafter, libya için çabaladığı propagandasını yayıyor, öte yandan da mutabakat hükümeti içerisinde daha güçlü biçimde yer alma şansı elde ediyordu. halife hafter... 1969'da kral'ı deviren kaddafi'nin kadrosunda yer almış, 1987 yılında çad'da yaşanan bir çatışmanın ardından esir düşmüştü. libya yönetimi kendisini kurtarmak için çabalamadı. daha sonra bir abd uçağı ile birlikte çad'dan alınıp zaire'ye götürüldü. oradan da abd'ye geçti. 2011 yılına dek abd'de yaşadı. iç savaş ve kaddafi'nin devrilmesiyle birlikte libya'ya geri döndü. kaddafi'nin devrilmesi için çatışan muhaliflerin arasında yer aldı. 2012'de bazı libyalı askerler kendisine biat etti. ve 2014 yılında tobruk'a geçerek kendi desteklediği hükümet ile darbe yapmaya kalkıştı. başaramadı. ama o günden bu yana batı'nın muhalefetiyle karşılaşmadı. aksine batı tarafından tanınan bir güç halini aldı. halife hafter ve destekçileri, 2016 yılı boyunca mutabakat hükümetini tehdit eden ve nihayetinde onu düşüren bir güç unsuruydu. buna karşın batı, hafter cephesiyle doğrudan bir çatışmaya girmedi, aksine, onun batı tarafından desteklendiği haberleri yayıldı. hafter aynı zamanda mısır ve birleşik arap emirlikleri tarafından alenen desteklendi. batı, mutabakat hükümeti'ni güçlendirmek için ışid'le savaşsa da, ışid'in yenilmesi hafter'in de işine geliyordu. ekim 2016'da hükümet kurma çabaları yeniden hızlandı. fayiz es sirac rusya'ya iş birliği çağrısında bulundu. 15 ekim 2016'da yeni bir gelişme yaşandı ve 6 nisan 2016'da istifa eden ulusal kurtuluş hükümeti yeniden iş başına geçtiğini açıkladı. böylelikle mutabakat hükümenin yeniden kurulması ve tobruk ile trablus meclislerinin ortak bir hükümet kurma ihtimali minimize oldu. rusya, gelişmeleri kaygı verici olarak niteledi. mutabakat hükümeti lideri faiz es sirac sıkışmıştı. bir yanda halife hafter, öte yanda müslüman kardeşlerin desteklediği ulusal kurtuluş hükümetinin arasında kalmıştı. üstelik dilediği destek batı tarafından sağlanmıyordu. fayiz es sirac ‘darbecilerin’ bu çıkışını sert bir dille kınamaktan başka şey yapamadı.kasım 2016'da ulusal mutabakat hükümeti yetkilileri mısır'a geçerek destek aradı. dünya bankası libya ekonomisinin tamamen çökme riski taşıdığını, acil önlem alınmasını ve merkez bankasının köklü reformlar yapması gerektiğini açıkladı.
libya, kaddafi sonrası dönemde toparlanmaya çalışsa da 2014 yılında halife hafter'in ortaya çıkmasıyla istikrardan uzaklaştı. tobruk ve trablus meclislerinin karşılıklı çatışmasıyla ışid üçüncü bir güç olarak libya'da yerini aldı. batı, tobruk ve trablus hükümetlerinden sorunu birlikte çözlemelerini istediyse de hafter'in ara bozucu eylemlerini cezalandırmaktan kaçındı. batı, bir yandan mutabakat hükümetini desteklerken öte yandan hafter'in büyümesine izin verdi
2. dünya savaşı yaşanırken hitler önemli bir kararla aniden sovyetler birliğine saldırdı. alman orduları barbarossa harekatıyla önemli ölçüde rus toprağını ele geçirdi fakat asıl mücadele stalingrad'da yaşandı. bugünkü adı volvograd olan şehir haritaya bakıldığında alman taarruzları için oldukça saçma bir yerdedir. fakat almanlar ısrarla oraya saldırmış ve ruslar da canları pahasına orayı korumuştur. oysa alman orduları rusya'nın kalbi olan moskova'yı ciddi derecede kuşatmış haldeydi. buna rağmen neden stalingrad gibi alakasız bir yer için tüm güc harcanıyordu? 2. dünya savaşının başlarında alman orduları büyük bir güç ve hızla tüm düşmanlarını yerle bir ediyor, polonya kısa sürede düşüyor, alman orduları kısa bir süre sonra paris'e giriyordu. öyle ki adolf hitler eyfel kulesi önünde resim çektirmekten bile çekinmiyordu. üstelik doğudaki sovyetler birliği ile almanya arasında 1939 yılında saldırmazlık paktı bile imzalanmıştı. buna rağmen almanya özellikle romanya topraklarıyla alakalı olarak sovyetler birliğiyle sıkıntılar yaşadı. romanya'yı bu kadar önemli yapan neydi? tabiki petrol. almanya rusya'yla önemli bir ticaret antlaşması yaparak ekonomisini rahatlatmıştı fakat petrol olmazsa savaş biterdi. bu yüzden romanya petrol bölgesine gittikçe yaklaşan sovyet orduları hitler'in büyük şüphelere düşmesine sebep oldu. stalin ile churchill'in ittifak yapması halinde almanya'nın şansı kalmazdı. bu nedenle çabuk ve hissettirmeden planlanan barbarossa harekatı ile ruslara saldırı düzenlendi. böylece alman orduları kiev, moskova ve novgorod topraklarına kadar uzandı. alman taarruzu romanya petrol bölgesini güvene almıştı. almanların amacı rus topraklarındaki muhalifleri harekete geçirerek komünist rejimi devirmekti. fakat rus topraklarının bir yıl süreyle işgal altında tutulmasına rağmen beklenen isyan hareketleri ortaya çıkmadı. bunun üzerine ruslar da atağa kalkarak romanya petrol bölgelerini bombaladılar. böylece alman petrol üretimi yarıya düştü. harekatın çıkmaza girmesi nedeniyle hitler bir başka ham madde kaynağına yönelmek durumunda kaldı. bu kaynaklar tabi ki de kafkasya ve bakü petrol kaynaklarıydı. savaş tamamen petrol ekseninde şekilleniyordu. alman silahlanma ve savaş üretim bakanı albert speer, savaş sonrasındaki sorgusu sırasında, istila kararında "petrole olan acil gereksinim, birincil nedendi" diyecekti. bu nedenle sembolik önemi olan moskova'nın işgal hareketi beklemeye alınarak stalingrad şehrine yıldırım taarruzu yapıldı. stalingrad bölgedeki en önemli rus şehriydi. şayet şehir düşerse almanlar rusların kullandığı petrol kaynaklarını ele geçirebilirdi.
temmuz 1942'de stalingrad önlerine gelen alman ordusu şehri almak için sıkı bir taarruz başlattı. rus ordusu inanılmaz bir mukavemet göstererek şehri savunuyordu. mücadele 7 ay sürdü. 500.000'ne yakın asker öldü. sonucunda piyade sıkıntısı baş gösteren alman ordusu çekilmek zorunda kaldı. hitler oynadığı kumarı kaybetmişti. romanya petrollerinin tahrip edilmesi sebebiyle sıkıntıya düşen alman ordusu rus topraklarından çekilmeye başladı. bu kez saldırı sırası ruslardaydı. alman orduları kırım'ın kuzeyindeki kursk şehrine kadar çekildi. rusların taarruzlarına karşı hisar harekatı düzenleyen alman ordusu eşi benzeri görülmemiş tank saldırılarıyla ve hava çarpışmalarıyla ölüm kalım savaşı verdi. bu savaş almanların elindeki petrolü büyük oranda bitirdi. işin kötü yanı, rus orduları galip geldi. böylece almanlar iyice geri çekilmek zorunda kaldı. fakat asıl kötü haber gelmemişti. savaşın bitimine doğru amerikan ordusunun normandiya çıkartmasını başlatması almanya'nın sonunu hazırladı. hitler iki yandan sıkıştırılmıştı ve üstelik elinde petrolü de, askeri de kalmamıştı. nihayetinde almanlar savaşı kaybetti. savaşın kaderine petrol kaynakları etki etmişti. dünya üzerinde daha sonra yaşanan bir çok savaş, darbe, işgal ve iç savaşlar da petrol uğruna yapılacaktı. 2010 yılının sonlarına gelindiğinde kuzey afrika ve ortadoğuda patlak veren arap baharı aslında büyük petrol sahalarını içine alan bir coğrafyada meydana geliyordu. bir çok isyan ve çatışmanın yaşandığı baharda düzenli ordular tarafından yapılan tek bir harekat vardı: 2011 libya askeri müdahalesi... müdahale nato tarafından gerçekleştirilmiş harekata bir çok ülke katılmıştı ama harekatın öncüsü fransa'ydı. öyle ki, paris'te harekatın detayları paylaşılırken bile fransız uçakları çoktan libya taarruzuna başlamıştı. peki libya üzerinde bu kadar acele edecek, ısrarlı davranacak ne vardı? tabiki petrol. libya geçmişten bu yana italyan kontrol sahasındaydı fakat fransa'nın oldu bittiye getirmesiyle libya işgal edilmiş ve kaddafi halk tarafından parçalanmıştı. savaşın ardından libya petrolleri de fransız total petrol şirketi tarafından çıkarılmaya başlanmıştı. total şirketi muhtemelen fransız hükümetini bu harekat için zorlamıştı. fransa'nın bastırmasıyla libya işgal edilmiş ve petrol total'e kalmıştı. fakat bir petrol savaşını kazanmak asla bu kadar kolay olamazdı.
1979 iran islam devrimi ile birlikte abd ortadoğu'daki en önemli kontrol bölgelerinden birini kaybetti. yalnızca bir yıl sonra, 1980 yılında saddam desteklenerek iran'la savaşa tutuşturuldu. yaklaşık sekiz yıl süren savaşta ırak'a türlü destekler verildi. zira iran abd karşıtı politikalar nedeniyle sovyet blokuna kaymaktaydı. bu nedenle rejimin devrilmesi gerekiyordu. bu halk tarafından da bilinen politikaydı. fakat devletlerin daima kimsenin bilmediği politikaları vardır. ve bazı gizli politikalar da öyle yada böyle ortalığa saçılır. irangate de bu tip politikalardandı. abd'nin desteklediği ırak, abd'nin düşman ilan ettiği iran ile savaşın altıncı yılına geldiğinde skandal patladı. iddialara göre abd iran'a israil üzerinden silah satışı yapıyordu. silah satışını işlemini mossad sağlıyor ve para yine israil üzerinden abd'ye aktarılıyordu. başkan ronald reagan ilerleyen dönemde olayı doğruluyordu lakin iddialar bunun ötesindeydi. abd, düşman ilan ettiği iran'a sattığı silahların parasıyla nikaragua'da bulunan sovyet yanlısı hükümeti devirebilmek için anti-komünist gerillaları destekliyordu. abd düşman saydığı bir ülkeye üstelik savaştayken bile silah satabiliyor, parasıyla başka bir ülkede mevcut hükümeti devirebilmek için faaliyetler düzenleyebiliyordu. iran, şeytanın ikametgahı olarak gördüğü abd'den silah alabiliyor. üstelik bu parayla başka hükümetlerin devrilmelerine sebebiyet verebiliyordu. 30 sene önce iran'da, seçilmiş başbakan musaddık amerikan başkanının yeğeni cia ajanı kermit roosevelt'in 5 milyon dolar bütçeli faaliyetiyle devrilmiş ve iran abd karşıtlığının merkezi haline gelmişti. fakat iran buna rağmen abd ile gizli silah ticareti yapabilmişti. dün yaşanan bu kirli ilişkiler bugün de libya'da yaşanmaktaydı. abd geçmişte istibarat örgütleri tarafından yürüttüğü bu gizli eylemlerini daha sonra "project democracy" isimli politikasıyla yasal yollardan ama sivil biçimde ifa etmeye devam etti. ilerleyen yıllarda bir çok hükümet kanuni vakıf ve sivil toplum örgütlerinin yardımıyla devrildi. türkiye de, project democracy'den nasibini alacaktı. libya demokrasi ile yönetilen, batılı finans sisteminin işlediği sivil bir ülke değildi. bu ülkelerin ortak özelliğinin merkez bankalarının bankası denilen bis (bank for international settlements) altında listelenen 56 üye arasında yer almamasıydı. üye olmadıklarından isviçre merkezli bis tarafından para piyasalarını kontrol imkânı bulunmuyordu. yakın zamana kadar afganistan, ırak, iran, kuzey kore, sudan, küba ve libya gibi ülkeler batılı uluslararası finans bankacılığının uğramadığı ülkelerdi. aynı zamanda bu ülkeler abd ile arası "hoş olmayan" ülkelerdendi. ırak işgal edildi. sudan parçalandı. iran ambargo yedi. küba yıllarca işgal tehdidiyle yaşadı. kuzey kore hâlâ dünyadan izole biçimde ve büyük bir tehdit niteliğinde. ve libya... 2011 yılında işgal edildi. işgalin hemen ardından isyancılardan oluşan libya hükümetinin aldığı ilk karar merkez bankası'nın kurulmasına yönelikti. daha sonra isyancılar bingazi merkez bankasının kurulduğunu, bu bankanın para politikaları kapsamında yetkili parasal otorite olarak belirlendiğini ve libya merkez bankasına bir valinin atanarak bu süre içerisinde geçici bir merkezin bingazi’de olacağını anons ettiler. isyancılar uluslararası finans ağıyla bütünleşirken nato hava kuvvetleri kaddafi'nin 35 milyar dolar harcayarak yaptığı, libya çöllerine sulama imkanı sağlayacak yapay nehri bombalıyordu.
libya işgalden önce ekonomik olarak güçlü sayılabilecek küçük bir ülkeydi. 6,5 milyonluk nüfusu ve dünya petrol rezervlerinin %2'sini üreten, kasasında 144 ton altını bulunan bir ülkeydi. işgalden sonra ekonomi yıkıma uğradı. ülkenin petrol geliri 2012-2014 yılları arasında %70 oranında düştü. ülkenin döviz rezervleri yaklaşık yarı oranında azaldı. libya işgalin ardından tüm kaynaklarını kaybetmeye başladı. demokrasi pahalı (!) bir şeydi. 2011'de libya işgal edildikten ve kaddafi yönetimi devrildikten sonra birlemiş milletler ve yaklaşık yüz ülkenin tanıdığı libya geçici ulusal konseyi ülkedeki tek otorite olarak yükseldi ve 2012 yılında görevini genel ulusal kongre'ye bıraktı. mayıs 2014'te halife hafter isimli emekli bir general ortaya çıktı ve radikal islamcı gruplara savaş açtığını ilan etti. akabinde müslüman kardeşler'in libya kolunu da listesine ekledi. hemen sonra libya ulusal kongresi'ne yönelik darbe girişiminde bulundu. darbe başarısız olduysa da ulusal kongrenin bazı üyeleri safına geçti. böylece libya'daki durum çift başlı iç savaş halini aldı. sonuç olarak öyle ya da böyle genel ulusal kongre ile yaşanan iki yıllık istikrar ortamı halife hafter'in ortaya çıkması ile bozuldu. aynı zamanda bu ortamdan istifade eden ışid libya'daki gücünü artırdı.
hafter'in en büyük destekçisi mısır'da darbeyle iş başına gelen general sisi sıkı bir amerikan dostu. mısır'ın hafter desteğinin iki önemli nedeni var. ilki general sisi'nin darbe yaparak devirdiği müslüman kardeş'lerin libya kolunun yer aldığı trablus hükümeti'nin libya'yı ele geçirmesini istememesi. bu bakımdan general sisi'nin müslüman kardeşler karşıtı hafter'i desteklemesi şaşılacak şey değil. fakat daha önemlisi sıkı bir amerikan dostu olan general sisi'ye yıllarca abd'de yaşamış hafter'i destekleme ricası bizzat abd'den gelmiş olabilir. türkiye ve katar klasik ortadoğu politikasının bir tezahürü olarak libya'da da müslüman kardeşleri destekliyor. müslüman kardeşler daha önce ırak ve mısır'da iktidarı kaybetti. suriye'de çıkan iç savaştan yararlanmasını bilemedi. libya'da da güçlü bir şekilde ilerleme kaydetmesine rağmen hafter'in gelişiyle iktidar hayalleri şimdilik başka bahara kaldı. hafter kısa vadede libya'yı kontrole alabilecek bir güce sahip değil. zaten libya'da süregelen iç savaşın kısa sürede biteceği konusu ufak bir ihtimal. bugün libya'nın yaşadığı kaos kurulacak yeni libya'da hangi odakların güçlü olacağı meselesiyle alakalı. bu yüzden ekim 2016'da malta yakınlarında düşen fransız uçağının içinde hayatını kaybeden üç fransız istihbaratçı ve mutabakat hükümetinin kurtardığı iki italyan istihbaratçının varlığı şaşkınlıkla karşılanmıyor. şurası kesin ki, fransa ve italya amerikan tahakkümü altında bir libya arzulamıyor. bu nedenle hafter'in güçlü bir şekilde libya'yı domine etmesi paris ve roma'nın kabul edeceği nihai sonuç olamaz. düşen uçaklar ve kaybolan istihbaratçılar bu amansız mücadelenin birer neticeleri. libya dünya üzerinde cereyan eden güçler dengesinin minik bir örneği. belki de daha az hırçın seyredeni. ama şurası muhakkak ki, öyle ya da böyle kaos sona erecek ve libya başta anlatıldığı üzere küresel finans sistemine dahil bir aktör olarak yerini alacak. libya asla türkiye'nin 1920'lerde yaptığı gibi, kendini yönetebilen, yerli ve ulusal bir hükümeti kuramayacak. libya, ya abd-mısır güdümlü hafter yönetiminde yahut da italyan-fransız güdümlü diğer bir hükümet tarafından yönetilecek. belki de daha girift, her kesimin etkisi altında yeni bir koalisyon vücut bulacak. bilemeyiz. bildiğimiz tek şey, bugün libya'da akan kan, libya için değil, küresel dengeler için akıyor.
kaddafi sonrası libya'nın uluslararası finans sistemine entegre olması, pazar ekonomisinin bir parçası haline gelmesi, batı için bir kazanımdır. batı'nın bu kazanımı hafter üzerinden mi yoksa bir başka aktör üzerinden mi taçlanacak, orası tepişen fillerin hangisinin kazanacağı ile alakalı. sonuç olarak libya, libyalıların uzaktan yakından alakası olmayan bir kavgayı vermeyi sürdürüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder