5 Eylül 2016 Pazartesi

YAKIN TARİH (bu bilgiler lazım olur..). Bunları biliyor muydunuz? 2

çok sevilen filmin ikincisini çekmek farz olur. Çok okunan yazının da ikincisini yazmak elbette.

nerede kalmıştık?




77* yıl 2007… yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi asker akp’ye gittikçe kıl olmaya başlamıştı. genelkurmay başkanı yaşar büyükanıt sıkı bir cumhuriyetçiydi. muhalefet ve sivil toplum kuruluşlarındaki akp rahatsızlığı gittikçe artıyordu, medya propagandası had safhaya ulaşmış “laiklik elden gidiyor” temalı anti-akp cenahı baskıyı artırmıştı. 2007 başında yapılan anketlerde akp’nin oy oranı %35-38 bandında dolaşıyordu. 2006 sonundaki anketlerde ise oran %38-40 civarındaydı. akp’nin olayları düşme trendine girmişti.

78* akp cumhurbaşkanı adayı olarak abdullah gül’ü önermişti. ama bir problem vardı. gül’ün eşi hayrunnisa hanım ise kapalıydı. laik, atatürkçü kesim için bu büyük bir problemdi. 

79* seçimlerden önce kutlu doğum haftası ile 23 nisan haftası çakışmıştı. din ve devlet işlerinin sürtüşmesi o kadar yoğundu ki… ufacık bir kıvılcım bardağı taşırabilirdi. ve öyle de oldu, kutlu doğum etkinliklerinden birinde küçük bir kız başı kapalı şekilde sahneye çıkarılınca bardak taştı. genelkurmay tarihe 27 nisan muhtırası olarak geçen bildiriyi yayınladı. asker “atatürk ilke ve inkılaplarına gerekirse biz sahip çıkarız” diyordu. bu bir muhtıraydı. 1971 yılında benzer olay demirel’in başına gelmiş ve demirel istifa etmek zorunda kalmıştı. keza, 28 şubat sürecinde ise aynı durum erbakan’ın başına gelmiş, erbakan da bozulan koalisyon nedeniyle asker zoruyla istifa etmişti. asker bir kez daha siyasete müdahale ediyordu. herkes iktidarın düşüp düşmeyeceğini merakla bekliyordu. fakat bu kez bambaşka bir şey yaşandı. arınç “sakın bize aba altından sopa göstermeyin” dedi. erdoğan muhtıraya sert bir şekilde karşı çıktı. cumhurbaşkanı adayı gül geri adım atmadı. akp askerin restine rest diyordu. türk siyasetinde ilk defa siyaset askere boyun eğmemişti.

80* türkiye tarihinde darbe ve muhtıra yapan askerlerin tümü müttefik abd ile uyum içinde çalışmıştır. 60 darbesinin bildirisindeki “nato ve cento’ya bağlıyız” ifadesi… 71 muhtırasından sonra abd’nin istediği nihat erim’in başbakanlığa atanır atanmaz abd talebi ile haşhaş’ı yasaklaması… 80 darbesinden sonra darbecilerin “natoya ve anlaşmalara bağlıyız” ifadesi… 28 şubat sürecinin ardından anti-siyonist erbakan’ı iktidardan indiren çevik bir’in “batı çalışma grubu” kurarak batı ile kol kola faaliyetler gütmesi… her müdahale istisnasız batı’yı kırmadan ve üzmeden yapılmıştı. fakat bu kez hiç yaşanmamış şey yaşandı. abd dış işleri bakanı rice “seçimle gelen akp iktidarını destekliyoruz.” şeklinde ciddi bir açıklama yaptı. ardından ab ve bm sözcüleri askeri eleştirdi. batı bu kez askerden değil siyasetten yanaydı.

81* asker dışarıda yalnızdı. batı, askere “hayır” diyordu. ama asker abd’ye rağmen bildiğini okuyordu. doğrudan hamle yapılmadıysa da iç politikadaki tüm güç kullanıldı. mecliste yapılan oylama yargı tarafından iptal edildi. böylece cumhurbaşkanı seçimi engellenmiş oldu. yurt içinde basın yoluyla “irtica tehlikesi” ana gündem haline geldi. bir çok gazeteci ve yazar “akp’nin din devleti kurmayı hedeflediğini” söylüyor, cumhuriyet’in elden gittiğini ifade ediyordu. slogan belliydi: cumhuriyetimize sahip çıkalım…

82* tayyip erdoğan meclisteki seçimin iptal edilmesinin ardından erken seçim kartını kullandı. türkiye genel seçime gidiyordu… istanbul, izmir ve ankara’da büyük cumhuriyet mitingleri yapıldı. bir çok sivil toplum örgütü, yazar, siyasetçi, bilim adamı, asker ve sanatçı bu mitinglere katıldı… milyonlarca insan ellerinde bayraklarla mitinglere aktı. büyük bir coşku seli yaşanıyor meydanlar “cumhuriyete sahip çıkalım” diye inliyordu. akp ise başarılı bir politika ile olayı dindar ve dinsiz düzlemine çekti. erdoğan “dindar olduğumuz için başımıza bunlar geliyor” diye haykırıyordu. günler birbirini kovalarken hesapta olmayan bir şey yaşandı. akp’den ayrılıp anap’ın başına geçen erkan mumcu ile doğru yol partisinin lideri mehmet ağar demokrat parti adı altında birleşerek ittifak yapma kararı aldılar. bu birleşme sağ seçmende muazzam bir heyecan yarattı. demokrat parti’nin barajı aşması kesindi. demokrat parti sağ seçmenin oyuna hitap ettiğinden akp cephesi ise bu durumdan son derece mutsuzdu. fakat olağan-üstü olayların yaşandığı bir yıldı 2007… ve yine beklenmeyecek bir olay oldu. mehmet ağar ittifakı bozdu. iki parti birleşemedi. ve seçimlere iki ayrı parti olarak girildi. akp %47 oy aldı. chp %20’de kaldı. mhp ise %14 oy kazandı. anap ve doğru yol partisi barajı aşamadı. abd akp'nin yanındaydı, mehmet ağar ittifakı bozarak akp'nin ekmeğine yağ sürmüştü. akp zafer kazanmıştı. 

83* tüm bu hengamenin arasında gözden kaçan bir detay vardı. 12 haziran 2007 tarihinde bir ihbar sonucu ümraniye’de bir evde el bombaları bulundu. bu ihbar üzerine bir soruşturma başlatılmıştı. ve seçimlerden tam bir hafta sonra gözaltılar başlamıştı. yazar ergün poyraz, sedat peker ve daha bir çok kişi gözaltındaydı. suçlamalar ağırdı, türkiye’de yapılanmış bir tür “gizli örgüt”ten bahsediliyordu. bir süre sonra yeni tutuklamalar geldi. eylül 2007’de seçimlerde sıkı çalışan add’nin yetkililerinden biri daha içeri alındı. 2008 başından itibaren ise tutuklamalar sıklaştı bir çok asker, yazar, gazeteci, profesör göz altındaydı. tutuklananların ortak noktası, bir çoğunun sıkı bir akp karşıtı olmasıydı. medya bu örgüte isim de bulmuştu, örgütün adı ergenekon'du…

84* ergenekon örgütü kapsamında onlarca insan göz altına alınmıştı. içinde rütbeli askerler de vardı, tanınmış yazar ve doktorlar hatta gazeteciler ve siyasetçiler de… her yerden oluk oluk ihbar, gizli tanık ve belge yağıyordu. çok garipti, sanki birileri düğmeye basmıştı ve düğmeye basılır basılmaz herşey adım adım hayata geçirilmişti. ihbarlar ve belgeler okyanus ötesinden geliyor, tanıkların ise kim olduğu sır gibi saklanıyordu. tsk bünyesindeki bir çok paşa, subay göz altındaydı. mesaj basitti. abd bir “el” sayesinde önce “anap-doğru yol” ittifakını parçalamıştı, arından da siyasete müdahale ederek var gücüyle iktidarı düşürmek isteyen askeri ve yanındaki gazeteci ile dernekçileri hapse tıkmıştı. olayın anlaşılmaması için ise alakalı, alakasız her kes örgüte bağlanıyordu. bir takım asker ve istihbaratçının 5-10 yıl önce işlediği suçların dosyaları hazırlanıp gömülmüştü, gizli servisler bu bilgileri saklıyor ama gün yüzüne çıkarmıyordu. ergenekon dosyası ile bu dosyalar da gün yüzüne çıkarak “somut ve net” delilerin de var olduğu izlenimi güçlendirilmiş oluyordu. aynı zamanda vakti zamanında ecevit’in farketmesine rağmen üzerine gidemediği örgütün de artıkları tasfiye ediliyordu. her geçen gün yeni silahlar, yeni gözaltılar, yeni dosyalarla birlikte süreç büyüyor böylece 2007 yazında bir araya gelen koalisyon darmadağın ediliyordu. 2007 koalisyonu kaybetmişti. 

85* iktidarın yargı teşkilatında yeterince kadrosu yoktu, iktidar yargı ile sık sık çatışıyordu ama buna rağmen birileri iktidarın karşısındaki herkesi yargı gücüyle içeri atıyordu. yargı içinde yer edinen bu güç emirleri okyanus ötesinden alıyor, okyanut ötesi iktidara hayatının en büyük kıyağını yapıyordu. fakat eldeki bu belgeler, bilgiler ve güç nereden geliyordu? iktidar ergenekon sürecini başından kabul ederek “türkiye bağırsaklarını temizliyor” açıklaması yaptı. akp’ye göre devlet içerisinde konumlanmış bu gizli örgüt yıllardır devlete zararlar veren, akp’yi de yıkmaya çalışan gizli bir örgüttü ve artık yok edilmesi gerekiyordu. chp ise örgüt bahanesiyle masum insanların cezalandırıldığını iddia ediyordu.

86* 2008 yılının ilk baharı oldukça sıcaktı. herkes ergenekonla yatıp ergenekonla kalkıyor türkiye ergenekonu konuşuyordu. akp 5 yıllık iktidarını korumuştu ama güçsüzdü. ne yargı ne asker ne de medya kontrolünde değildi. üstelik ergenekon’la yapılan savaş henüz yeni başlamıştı. akp’nin işi çoktu. işte böyle bir dönemde, henüz ne one minute olayı bile yaşanmamışken, bunca cürmün arasında hiç de fark edilmeyen, deyim yerindeyse ciddiye alınmayan bir kitap yazılmıştı…

87* sene 1990…
turgut özal cumhurbaşkanıydı… körfez savaşı başlamamış, sovyetler birliği henüz dağılmamıştı. türkiye’de anap iktidar, shp ve doğru yol partisi muhalefetti. erbakan, yazıcıoğlu ve türkeş ise minik oy oranları ile mecliste dahi yoktu. cia yüksek rütbeli görevlisi graham fuller cumhuriyet’le söyleşi yapmıştı. graham fuller’e göre “türkiye geçmişte ortadoğu için bir modeldi, bugün de olmaya devam ediyor: hele demokrasi ile islam’ı bir arada yaşatabilecek bir formül bulursa, iran ve arap dünyasına, büyük bir entelektüel öncülük yapmış olacaktır.” henüz 28 şubat süreci dahi yaşanmamış, türkiye’de din ve siyaset olgularını bir arada yürüten bir parti iktidar olamamıştı. türkiye ile ortadoğu arasında büyük bir uçurum vardı. ama graham fuller türkiye’nin ortadoğu’ya öncülük yapabileceğinden söz ediyordu. bu sözler o günün şartlarında hayal gibiydi fakat fuller'e göre değildi. bir şarta: “…atatürk’ün düşünceleri çağı için son derece güçlü düşüncelerdi; ama onun sayesinde yaratılmış bugünün, kendisine güven duyan güçlü türkiye’si artık ulusal kimliğini, yörüngesini, dünyadaki rolünü, hatta islam’ın günlük hayattaki yerini yeniden düşünebilmelidir…” fuller atatürk düşmanlığını belli etmeden “atatürk iyiydi ama onun devri bitti, artık ulusal anlayışı bırakıp islam’ı siyasete sokmalı” diyordu. fakat bunun nasıl olacağını da belirtmeden edemiyordu: “islam’a bakmanın çeşitli yolları var: bence ‘otomatik bir tehdit’ olarak kabul edilmesi yanlıştır; hareketin hangi siyasal görüşleri savunduğuna bağlı. eğer laik bir devlet yıkılarak yerine iran türü bir rejim kurulmak isteniyorsa, bu demokratik yapıya düşman bir tutum; ama insanlar islam din ve kültürünün daha çok gözetilmesini [türban, namaz] islam eğitiminin yaygınlaşmasını [imam hatip, kuran kursu, cemaatler] istiyorlarsa, bu otomatik bir tehdit olarak kabul edilmemelidir… “

88* graham fuller 1979 iran islam devriminin ardından ortadoğuda dini siyaset ve islami partilerin trend halini alarak artacağını öngörüyor. ve bu trend sonucunda artan islami partilerin abd ile nasıl uyumlu kalabileceğini araştırıyor. önünde iki tane model var… iran ve türkiye… iran batı ile düşman, batıyı “siyonist” yani islam düşmanı olarak görüyor. yani ortadoğu ülkeleri iran modeli ile reform yaparsa ortadoğu tamamen abd’nin elinden gidebilir. türkiye ise batıya dönük, üstelik din ve devlet işlerini birbirinden ayırmış. ayrıca 1952’den bu yana abd’nin dostu ve müttefiki. batılı bir ülke olabilmek için ab’ye üye olmak dahi istiyor… ee, seçenekler ortada, sizce batı, demokratikleşecek ortadoğu ülkelerinin hangi modeli benimsemesini ister? batı için en iyi tercih tabiki türkiyedir. zaten ortadoğu arapları yıllarca türk devleti olan osmanlı hakimiyetinde yaşamışlar. bu yüzden türkiye’yi örnek ülke olarak görüyorlar. fakat ufak bir pürüz var, türkiye model olmasına model ama neticede atatürk tarafından kurulmuş, bu yüzden devlet yapısı atatürkçü. yani? laik. ne diyordu graham fuller, “atatürk’ün düşünceleri çağı için gerekliydi ama onun devri bitti, artık ulusal anlayışı bırakıp islamı siyasete sokmalı.” demek ki türkiye’nin ortadoğu’nun abisi/örnek ülkesi/lideri olabilmesi mümkün ama bir şartla: kemalist anlayış gitmeli ve yerine “irandaki gibi radikal” olmayan ılımlı islami anlayışı gelmeli…
attila ilhan’ın dediği gibi,“müslüman geçmişi ve görenekleriyle barışmış laik türkiye, müslüman tabanlı olacak, ortadoğu ile gittikçe daha yararlı ilişkilere girecektir; bu da, ankara’nın şaşmaz batılı tercihleri dolayısıyla müslümanlık çerçevesi içindeki türklüğün ve araplığın, bat’ya hasım olmaktan çıkarılması; tam tersine önemli ve büyük bir nüfuz sahası, bitmez tükenmez bir pazar olarak açılması anlamına gelir.” 

89* tam 25 yıl önce graham fuller türkiye’de islami partilerin önünün açılacağını ama bu partilerin asla iran tarzı “anti-siyonist” olmayacağını, bu partiler sayesinde türkiye’nin ortadoğu ülkelerine öncülük edecek bölgesel güç haline geleceğini söylüyordu. 

90* ve 2008 baharında…bir kitap piyasaya giriyordu, ama onca gürültünün arasında kimse kitabı farketmiyordu… 
kitapta türkiye'ye ortadoğu'nun bölgesel lideri gözüyle bakılıyordu. kitabın yazarı yabancıydı ve kitapta sıkça bir akademisyenin cümlelerine atıf yapılıyordu… 
kitabın yazarı graham fuller'di… 
adı “yeni türkiye cumhuriyeti”ydi...
kitabın mottosu “yükselen bölgesel aktör”dü...
kitapta sık sık cümlelerine atıf yapılan isim ise o dönemde henüz bakan bile olmayan, ahmet davutoğlu’ydu…
sadece bir kaç yıl içerisinde türkiye bölgesel güç halini alacak, başbakanlığa ahmet davutoğlu geçecek ve dillerde "yeni türkiye" ismi dolanacaktı...
tam isabetti...




91* cia'nın türkiye masası şefi graham fuller te 1990 senesinde "islami partilerin önü açılacak" demişti ve eklemişti, "islami partilerin kültürel değerlere sahip çıkması batı açısından sorun teşkil etmez, yeter ki iran tarzı bir şeriat modeli getirmeye yeltenmesinler." yani fuller siyasal islamın türkiye'de yükseleceğini biliyordu. isteği tek şey yükselen siyasal islam fraksiyonunu kendi tasarladığı değerler üzerine kurulu olmasıydı.sadece fuller mi? batının önemli kuruluşlarından business international'ın haziran sayısı öyle bir tespit yapmıştı ki, sanki bugünleri anlatıyordu: "varşova paktı'nın yıkılmasının ardından türkiye bu kez güneyden gelen tehlikelere karşı nato'nun çıkarlarını koruyabilir. türkiye'nin islam dünyasından dost olmayan (mesela iran) komşuları var ve militarist gelişmelere karşı türkiye nato'nun savunma bloku olabilir." yeter mi? yetmez. devam, 1991 yılında stockholm üniversitesi'nden prof. i ahmed konuşuyor: "batı bugün türkiye'nin ortadoğudaki etkinliğinin artmasını istiyor. suudi arabistan veya iran yerine türkiye'nin etkili olmasını yeğliyorlar." prof stone ise "türkiye ortadoğu ile ilgilenmezse, hem bölgeye hem de türkiye'ye yazık olur." 

93* fuller ve diğerleri türkiye'de yükselecek yeni siyasal akım ve bu akımların alacağı biçim içim neden raporlar ve araştırmalar yapıyordu ki? neden? 1980-1990 yılları arasında tüm batı medyası, think-thank kuruluşları, istihbarat servisleri gözlerini ortadoğuya çevirdi. o zamana dek öncelikli gündem konusu olan "sovyet tehlikesi" yerini "yeşil tehlike"ye, islam tehlikesine çevirmişti. peki islam neden tehlikeydi? 1993 yılında the economist "iran ortadoğu ve ortaasya için tehlike" ilan edilmişti. batı, yani sistem, sovyetler birliği dağıldıktan sonra yeni oyun alanı olarak gözünü ortadoğuya çevirmişti. çünkü ortadoğuda büyük petrol rezervleri bulunuyordu. bu rezervler enerji ticareti için olmazsa olmazdı. o yüzden bu rezervlere batı hakim olmalıydı. ortadoğuda düşman irandı. iran tehlikeydi. diğer ülkeler irana benzeyebilirdi. fakat bunun önüne geçilmeliydi. o yüzden batıya iran gibi islami siyasetin hakim olduğu, ama kendisi ile de uyumlu yani iran gibi "anti-siyonist" olmayan bir ülke gerekiyordu.  batı asla iran gibi olmayacak müslüman bir devlet yapısı tasarladı ve bu tasarıyı giydirecek bir ülke seçti. o ülke türkiyeydi. 

93* şubat 1993'te daily telegraph'da bir haber çıktı: "türkiye süper güç olma yolunda" aynı tarihlerde fransız le point gazetesinde de "türkiye'de osmanlı rüyasının dönüşü" manşeti atılıyordu. böylece batı bir yandan iran'ın şeriatçı ve anti-siyonist modeline karşı türkiye'nin demokrat ve nato üyesi laik bir ülke modelini destekliyor, bir yandan da türkiye'nin eskiden hakimiyetinde bulunan topraklarda tekrar güçlendiğini ifade ediyordu. ingiliz siyaset bilimcisi prof. norman barry türkiye'de katıldığı bir düğünde anaplılara "bence siz ab'ye girmekten çok asya ve ortadoğu ülkeleriyle ilişkilerini geliştirin" diyordu. prof f. faresi ve livio missir ise o dönemlerde türk medyasına "türkiye ab'ye girmemelidir" türünden açıklamalar yapıyordu. türkolog kappert ise "ortadoğu ve ortaasya ülkeleri türkiye'yi örnek alıyor" şeklinde açıklama yapmıştı. türkiye yavaş yavaş yeni kimliği için zihinsel açıdan hazırlanıyordu. peki sorulacak soru basitti: türkiye fuller'in tanımına uygun bir parti var mıydı? bu kimliğe uygun, batı ile dost ama aynı zamanda islami siyaset yapan bir parti... 

94* refah partisi erbakan tarafından kurulmuş islami kimlikli bir partiydi. aslında erbakan çok daha önce 1970 yılında milli nizam partisini kurmuştu. parti bir sene sonra kapatılmış bu kez yerine milli selamet partisi kurulmuştu. parti 73 seçimlerinde %11 oy aldı. o dönem demirel'le çekişen ecevit iktidar olabilmek için erbakan'la işbirliği yaptı ve koalisyon kuruldu. erbakan başbakan yardımcısı oldu. erbakan sonraki koalisyon hükümetlerinde de anahtar rol oynadı ama asla birinci parti olamadı. 1980 darbesi ile partisi kapatıldı. daha sonra 1983 yılında refah partisi kuruldu. fakat erbakan siyasi yasaklıydı. partinin oyu %3-5 civarındaydı. daha sonra erbakan'ın siyasi yasağı kalktı ve erbakan tekrar genel başkan oldu. 87 seçimlerinde oyunu %7'ye 89 yerel seçimlerinde ise %9'a çıkarmıştı. buna rağmen erbakan'ın iktidar olabilme şansı sıfırdı. 

95*erbakan diğer siyasi partilerden farklı bir yol izliyordu. parti islamiydi. kadınlar siyasete sokulmuyor, partinin ileri gelenleri atatürk'e dil uzatıyordu. aynı zamanda parti ab'ye üyeliğe karşıydı. islami yanı ağır basıyordu. refah batıya karşı daima tavırlıydı. refahın üslubu batı'nın aradığından çok batının tehlike olarak gördüğü iran modeline yakındı. bunların dışında türkiye laik bir ülkeydi bürokrasi ve asker erbakan'ı cumhuriyet ve atatürkçülük için bir tür tehlike olarak görüyordu. fakat batı yeni ortadoğu politikasını ve türkiye'nin yeni ortadoğu misyonunu şekillendirdikten sonra 1991 seçimlerinde refah'ın oyu %16'ya çıktı. fuller'in dediği olmuştu. türkiye'de siyasal islamın önü açılmıştı. seçimlerde milliyetçi çalışma partisi ve ıslahatçı demokrasi partisi gibi islami partiler de refah partisine çalışmıştı. refah partisi 62 milletvekili ile mecliste grup kurmuştu. 1994 yılında genel seçimler yapılacaktı. refah partisi bu seçimler için çok radikal kararlar alacaktı.

96* refah partisi özünde ab'ye karşı, anti-siyonist ve milli görüşçü bir partiydi. bu bakımdan batı için sorun teşkil ediyordu. partide bir çok şeriatçı ve atatürk karşıtı bulunuyordu. aynı zamanda bu bakış açısı abd, ingiltere ve israil'i düşman addediyordu. 1993 yılında refahlı genç bir siyasetçi refah'ın vizyonunu işte böyle çiziyordu. evet, bu genç siyasetçi tayyip erdoğan'dan başkası değildi. 1992 yılında ise şevki yılmaz böyle konuşarak askere, masonlara ve batılılara meydan okuyordu. parti'nin bu vizyonu iç politikada irtica balyozuna dış politikada ise batının yeminli düşmanı olan iran modeline takılıyordu. 

97* fakat 1994 seçimleri refah için yeni bir anlayışı ortaya döküyordu. medyada refahın kendisini yenilediği haberleri patlak veriyor, erbakan alışılmış seçmenin dışındaki seçmenlere ulaşabilmek adına başı açık kadınları dahi parti çatısı altında davet ediyordu. partinin ağır topları geri plana itiliyor batıda eğitim gören abdullah gül, genç ve iyi bir hatip olan tayyip erdoğan ve melih gökçek gibi isimler öne çıkarılıyordu. refah partisindeki bu değişim rüzgarı tvlerde her gün tartışılıyor, önemli bir kısım refahın artık zararlı bir parti olmadığını açıklıyordu. refah partisine libya'dan siyasal yardım geliyor, suudi arabistan refah'a hac kontenjanı ayırıyordu. refah değişim rüzgarlarının yanında ekonomik destek de bulmuştu. 

98* batı medyası refahı titizlikle inceliyordu. seçim zamanı gelmişti. seçime değişim ve yenilik rüzgarlarıyla giren refah oyunu artmış ve %19 oranında oy kazanmıştı. bunun yanında ankara ve istanbul belediyelerini de kazanan refah partisi çok stratejik bir konuma yerleşmişti. yapılan icraatlar refah'a olan sempatiyi artırıyor ve siyasal islam türkiye'de hızla yükseliyordu. sadece bir kaç yıl önce yapılan açıklamalar karşılığını buluyordu. 1995 yılında yapılan genel seçimlerde refah partisi %21 oy alıyor ve siyasal islam türkiye'de birinci parti konumuna yükseliyordu. fakat bir problem vardı, 1991 yılında amerikan politikalarının aksi yönünde istikamet ederek türkiye'yi körfez savaşına sokmayan asker bu kez de refah partisinden rahatsızdı. askere göre refah şeriatçıydı ve irticai tehlike arzediyordu ve iktidara yaklaştırılmaması gerekiyordu. 

99* 1995 seçimlerinde birinci parti olmasına rağmen refah iktidara gelememişti. sıkı bir avrupa birliği politikası güden anap, erbakan ile hükümet kurmaya yanaşmamış ve dyp ile hükümet kurmuştu. fakat bu iki parti bir türlü anlaşamıyordu. bunun yanında anayasa mahkemesi bu iktidarın güven oylamasını iptal etmişti. erbakan bir kez daha dört ayağının üzerine düşüyordu. anap dyp hükümeti düşmüştü. bu gelişme üzerine 1996 yılında erbakan'ın refah'ı ve çiller'in dyp'si koalisyon kurarak iktidara yerleşti ve erbakan nihayet arzuladığı başbakanlık koltuğuna oturdu. batı sözünü ettiği siyasal islamın iktidarlığını kurmuştu. şimdi artık meyveleri toplama zamanıydı. erbakan derhal yurtdışı gezisine çıktı ve mısır, libya, nijerya gibi ülkeleri ziyaret etti. ardından emekliye memura büyük bir zam yaptı. tarım bakanlığının bütçesini iki katına çıkardı. 

100* erbakan suudi arabistan ve diğer ortadoğu ülkeleri ile ilişkilerini sıklaştırarak batı'nın birkaç sene önce öngördüğü şekilde türkiye'nin ortadoğu ile temasını artırıyor, gelişmekte olan 8 islam ülkesini bir araya getirerek d8 isminde uluslararası bir teşkilat kuruyordu. fuller haklı çıkmıştı. siyasal islam türkiye'de iktidar olmuş ve iktidara gelir gelmez ortadoğu ülkelerine örnek bir bölgesel güç rolüne bürünmüştü. fuller'in batı için sorun olarak görmediği zararsız islami kültür faaliyetleri de hızla gelişiyordu. imam hatiplerin önü açılıyor, kuran kursları çoğalıyor ve dini cemaatler ön plana çıkmaya başlıyor ve üniversitede, kamuda türban konusu gündeme geliyordu. böylece halkın erbakan'a olan sempatisi artıyordu. fakat bu gelişmeler içeride refah'ı irtica tehlikesi olarak gören asker ve bürokrasiyi daha da tedirgin ediyor ve refah kemalist odak tarafından laik cumhuriyet için tehdit halini alıyordu. refah çok ince bir çizgide yürüyordu, bir yandan batının tasarladığı islami model kostümünü giyerek batıyı tatmin ediyor bir yandan da bunun karşılığında islami kültür öğelerini hayata geçirerek askere karşı batıyı bir tür kalkan olarak kullanıyordu. fakat 1991 yılında abd'ye rest çeken asker, bu kez yine aynı resti çekiyordu. asker ve bürokrasi erbakan'ı istemiyordu. 

101* ve refah batı'nın kendisi için tasarladığı kostüme girmeyi reddetmeye başladı. batı aldatılmıştı. erbakan batıdan aldığı kozları batının lehine kullanmaktan çok kendi lehine kullanıyordu. işte tam da bu noktada rüfailer karıştı. batı fark etti ki, erbakan türkiye'deki bir çok çarkı çoktan değiştirmeye başlamıştı. faizler düşmüştü. üstelik devlet parasını yatırdığı bankalardan almış, bir havuzda toplamıştı. devletin tüm gelirleri aynı havuzda toplanıyor, yabancı bankalara ödenmesi tahmin edilen 58 milyar dolarlık faiz 22 milyar dolara iniyordu. erbakan bağımsız ve ağır sanayi devrimine dayalı adil düzeni tatbik etmeye başlıyordu. erbakan hükümeti döneminde türkiye %7,5 gibi önemli bir büyüme gerçekleştirmişti. aynı zamanda erbakan tarafından kurulan d8 batının ilkeleriyle değil erbakan'ın ilkeleriyle hareket etmeye başlıyordu. 

102* erbakan batının kontrolüne girmeyi reddedince. derin devlet sahneye çıkıtı. sahne aczimendi tarikatinindi. 6 ekim'de bir grup aczimendi kocatepe camii'nde "şeriat isteriz" eylemi yaptı. refah'ın "islami kültürel faaliyetleri" şeriat geliyor algısına dönüştürülmeye çalışılıyordu. 3 kasımda susurluk kazası patlak verdi. erbakan sorunlarla uğraşmak istemiyordu. bu yüzden olayı geçiştirmeyi tercih etti. olaya "fasa fiso" dedi. fakat halk olayın üzerine gidilmesini istiyordu. yurt çapında ışık söndürme eylemleri yapıldı. adalet bakanı şevket kazan bu eylemler için "mum söndü oynuyorlar" gibi abuk subuk bir ifade kullandı. refah içeride asker ve kemalist odak karşısında kullandığı batı kalkanını kaybetmişti. işin kötü yanı dışarıda ise batıyı karşısına almıştı. tüm bunların yanında refah teşkilatı kalifiye elemanın az olduğu, çoğusu entellektüel olmayan, düşük tahsilli ve özünde atatürk karşıtı şeriatçı kimselerden oluşuyordu. bu kadrolar refah partisini zora sokacak hatalar yapıyordu. bu hatalardan birini kayseri belediye başkanı şükrü karatepe yaptı. il divan toplantısında adeta şeriat manifestosu okudu.

"süslü püslü göründüğüme bakıp da laik olduğumu sakın sanmayın. resmi görevim nedeniyle bugün bir törene katıldım. belki başbakanın, bakanların, milletvekillerinin bazı mecburiyetleri vardır. ancak, sizin hiçbir mecburiyetiniz yok. refah partili olarak yeryüzünde tek başıma da kalsam, bu zulüm düzeni değişmelidir. insanları köle gibi gören, çağdışı bu düzen mutlaka değişmelidir. ey müslümanlar sakın ha içinizden bu hırsı, bu kini, nefreti ve bu inancı eksik etmeyin. bu bizim boynumuzun borcudur." dedi 

103* içeride asker, dışarıda batı ile uğraştığı yetmezmiş gibi erbakan bir de parti içerisindeki hatalarla başa çıkmaya çalışıyordu. erbakan daima "partimizle askeri karşı karşıya getirmeye çalışıyorlar, böyle birşey yok" diyordu. ama erbakan yanılıyordu. belki de inanmak istemiyordu, asker kendisine şiddetle karşı çıkıyordu. 

104* erbakan 11 ocak 1997 günü başbakanlık konutunda tarikat liderlerine yemek vererek kendi topuğuna sıktı. artık yurt genelinde irtica tehlikesi hissedilir kıvama gelmişti. laiklik tehlikedeydi. bu yüzden erbakan'ın başbakanlıktan düşürülmesi gerekiyordu. 

105* 22 ocak'ta toplanan yüksek rütbeli subaylar irticanın iktidarda olduğu kanaatina vardılar. 30 ocak'ta bir büyük hata daha yapıldı. sincan'da yapılan kudüs gecesine iran büyükelçisi davet edildi cihad konulu oyun sergilendi. 4 şubat'ta sincan'da tanklar yürüdü. 

106* 5 şubat'ta demirel erbakan'a uyarı mektubu gönderdi. deniz kuvvetleri komutanı, "irtica pkk'dan tehlikelidir" dedi. 11 şubat'ta şeriata karşı kadın yürüyüşleri yapıldı. refah yurt içinde köşeye sıkıştırılmıştı. asker ve kemalist odaklar refah'ı boğuyordu. erbakan tüm bu olayların dışardan tezgahlandığını ve anti-siyonist oldukları için batı tarafından cezalandırıldıklarını söylüyordu. ama bu çırpınışlar boşaydı. 

107* derin devlet tekrar sahneye çıktı, 23 şubat'ta bir grup genç fatih camiinden öğle namazı kıldıktan sonra şeriat isteriz nidalarıyla yürüyüşe geçti. 28 şubat günü postmodern darbe gerçekleşti. 21 mayıst'ta yargıtay cumhuriyet başsavcısı vural savaş refah'a kapatma davası açtı. 7 haziran'da refah'ı destekleyen firmalara ambargo kondu. ve 18 haziran günü erbakan istifa etmek zorunda kaldı. yıllar sonra o günleri anlatan erbakan koalisyon ortağı dyp'nin asker tarafından tehdit edildiğini açıklayacaktı. böylece türkiye'deki ilk siyasal islam denemesi sona erecekti.

108* erbakan türk siyasi tarihinde batıya kafa tutmuş ve onunla mücadeleye girişmiş üçüncü liderdir. bu liderlerin ilki mustafa kemal atatürk, ikincisi ise mustafa bülent ecevit'tir. ecevit'in 1970'li yıllarda batı'ya nasıl kafa tuttuğunu ve iç ve dış politik hamlelerle nasıl iktidardan düşürüldüğünü daha önce yazmıştım. erbakan ise türkiye siyasi tarihinde batıya kafa tutabilmiş üçüncü lider olmuştur. fakat erbakan bunun yanında anti-siyonist olması bakımından atatürk'le beraber türkiye siyasi tarihinin gelmiş geçmiş en anti-kapitalist lideridir. ayrıca atatürk sonrası dönemde erbakan batı politikalarını çekinmeden anlatabilen, batının gerçek yüzünü korkmadan açıklayabilen tek liderdir. fakat erbakan yeterince güçlü olmadığı bir dönemde batıya sırtını dönerek sert bir şekilde cezalandırılmıştır. zira tek başına iktidar olmayan ve bünyesinde "şeriatçı-antilaik-atatürkkarşıtı" bir çok kadro bulunan erbakan hem iç politikada hem de dış politikada önemli saldırılara maruz kalmıştır. 



109* sonuç olarak siyasal islam ilk denemesini hüsranla noktalıyordu. sistemin yeminli düşmanı iran karşısında ortadoğuyu kontrol edebilmek için ürettiği siyasal islam kostümü refah'a uymamıştı. refah iktidara gelir gelmez kontrolün dışına çıkmış ve batıyı bir kenara itmişti. böylece batı islami partilerin kendilerine verilecek gücü batı lehine değil kendi lehine kullanabileceğini görmüş oldu. bunun dışında türkiye'de islami partilere karşı var olan irtica tutumunu test edilmiş oldu. asker ve kemalist odaklar hala devlet kademesinde güçlüydü. bu nedenle batının getirmek istediği model iç politikada asker ve bürokrasinin hedefi haline geliyordu. o yüzden önce bu odakların pasifize olması gerekiyordu. batı gerekli dersleri çıkarmıştı. refah partisi ise 16 ocak 1998'de kapatılmış, önemli isimlerine siyasi yasaklar getirilmişti. erbakan batıya sırt çevirmenin cezasını çekiyordu. refah partisi yerine erbakan'ın kontrolünde recai kutan genel başkanlığında fazilet partisi kuruldu.

110* bu sırada çok önemli gelişmeler yaşanıyordu, refah'ın 1994'te piyasaya çıkardığı gençler yenilikçi hareket adı altında toplanarak erbakan'a isyan bayrağı açmıştı. grubun başını abdullah gül, recep tayyip erdoğan, abdüllatif şener ve bülent arınç çekiyordu. abdullah gül genel başkanlık seçimini kaybedince ve fazilet partisi de kapatılınca yenilikçiler erbakan'dan ayrılarak 2001 yılında adalet ve kalkınma partisini kurdu. kurulan bu parti islami bir parti olmasına karşın parti kurucuları "biz milli görüş gömleğini çıkardık" diyordu. mesaj belliydi. refah'ın anti-siyonist ve radikal görüşleri terk edilmişti. bu parti başkaydı. bu parti muhafazakar demokrattı. parti kurulduktan sonra partiyi kuranlar abd gezisine çıkıyordu. ve böylece siyasal islamda ikinci dönem başlıyordu.
111* graham fuller 1990 senesinde “türkiye geçmişte ortadoğu için bir modeldi, bugün de olmaya devam ediyor" demişti. çünkü batı ortadoğu kaynaklarını yeterince sömüremiyordu. ortadoğu ülkelerinin başına getirilen kukla liderler bir noktadan sonra kontrol edilemez hale geliyordu. rıza pehlevi, enver sedat, saddam, mübarek, kaddafi gibi problemli kuklalar ilerleyen zamanlarda sorun yaratabiliyordu. üstelik bu liderlerin tavizkar politikaları içeride de halkın tepkisini çekiyor, halk musaddık gibi, cemal nasır gibi, ayetullah humeyni gibi liderlere sarılıyordu. bir de üstüne iran islam devrimi gerçekleşince diğer ülkelerin de iran gibi batı karşıtı politikalar güdebileceğinden çekinen batı bu nedenle batı 1980'lerden sonra ortadoğu ülkelerine model olabilecek bir sistem kurmaya karar verdi. iran modelinin tam karşısına konan bu sistem için ortadoğu ülkelerine bir bölgesel lider gerekiyordu. müslüman arap coğrafyasının sevgisini kazanabilmesi için bu modelin islami yönünün olması şarttı. fuller bu nedenle "türkiye demokrasi ile islam’ı bir arada yaşatabilecek bir formül bulursa arap dünyasına, büyük bir entelektüel öncülük yapmış olacaktır.” diyordu. zamanla fullerin söyledikleri bir bir çıktı ve türkiye'de islami partilerin oylarında büyük artışlar oldu. 

112* o dönemlerde fuller'in biçtiği kostüm için ideal parti refah partisiydi. fakat erbakan anti-siyonist politikalarını bırakmayı reddedince batı tarafından mimlendi ve refah partisi irtica karşıtı türkiye iç dinamiklerinin önüne atıldı. parti büyük bir hışma uğradı. siyasi isimleri yasaklandı. bu erbakan'ın kapatılan üçüncü partisiydi. 28 şubat dönemi akabinde fazilet partisi kuruldu. 1999 seçimlerinde %15 oy alarak üçüncü parti oldu. halk nezdinde erbakan hala belli bir değere sahipti. öte yandan türkiye terörsit başı öcalan'ı yakalamıştı. ecevit bu gelişme sayesinde büyük oranda oy artışı sağladı. yaşanan terör olayları karşısında millliyetçi ve vatansever bir tutum takınan mhp de oyunu artırmıştı. seçimlerin ardından dsp-mhp ve anap üçlü koalisyon kurmuştu. bu koalisyon türkiye'nin tüm görüşlerini iktidara getirmişti. sol, sağ ve milliyetçi kesim iktidardaydı. fakat türkiye'de kriz havası hakimdi. enflasyon hızla artıyor, işsizlik tırmanıyordu. yolsuzluklar ciddi oranda artmıştı. ülkeyi en çok hırpalayan şey faizdi. erbakan faiz çarkına çomak sokmanın bedelini ağır ödemişti. erbakan'dan sonra türkiye 1997-2002 yılları arasında toplam 214 milyar dolarını faize döktü. bunun dışında türkiye değişen dünya koşullarına uyum sağlamakta zorlanıyordu. sağlık sistemi köhneleşmiş, bir çok gereksiz bakanlıklar milyonlarca dolarlık bütçeleri iç etmiş, özel bankalar ise bir bir batmaya başlamıştı. kamu iktisadi teşekkülleri ise genel müdürlerin ambarları haline gelmişti. türkiye’nin yenilenmeye ihtiyacı vardı.

113* krizin temel nedeni yüksek enflasyondu. yüksel enflasyon türkiye'ye özal dönemi ile gelmişti. özal döneminde türkiye'nin takındığı ithalatçı tutum piyasayı önceleri rahatlatmışsa da uzun vadede türkiyeyi enflasyon batağına sokmuştu. bunun yanında türkiye'de bir çok kamu iktisadi teşekkülü bulunuyordu fakat bu kit'lerde büyük yolsuzluklar yapılıyordu. kamu harcamaları haddinin üzerine çıkınca borçlar meydana gelmeye başlamıştı. borçları merkez bankası ödüyordu, türkiye kaynaklarını faizlere yediriyordu. neticesinde türkiye 1994 yılında büyük bir kriz yaşadı. 1998 yılında ise uzakdoğu'da yaşanan kriz neticesinde bölge sermayesi türkiye'yi terketmiş ve türkiye bir çeşit finans krizi ile yine zor zamanlar yaşamıştı. bu noktadan itibaren türkiye daha yüksek oranda faiz ödemeye başlamış ve ekonomi yıllık %6 küçülmüştü. 2000 yılında ise faiz ödemeleri tavan yaptı. ayrıca 2000 senesinde türkiye'ye büyük bir nakit girişi yaşandı. bu nakitlerin piyasayı rahatlatacağı düşünülüyordu. fakat öyle olmadı, nakit sıcaklığının yarattığı serapla önemli bir likitide sıkıntısı yaşandı. tam da bu noktada faizler %180'lere uzandı. sonuç olarak türkiye 6 yılda dışarıya 214 milyar dolar faiz ödemek zorunda kalmıştı. birileri türkiye'nin 214 milyar dolarını çarpmıştı. türkiye cezalandırılıyordu.

114* 2001 yılında işler daha kötü gitmeye başladı. türkiye topun eşiğine gelmişti. bir kıvılcım herşeye yeterdi. cumhurbaşkanı ahmet necdet sezer yolsuzlukların üzerine gidilmesini istedi. koalisyon hükümeti ise buna pek yanaşmıyordu. 21 şubat günü yapılan toplantıda sezer bu konuda ecevit'e sitem etti. ecevit taleplerin anayasal olmadığını, anayasanın bu taleplere el vermediğini söyleyince sezer bunun anayasal olduğunu belirtti. ecevit konunun anayasın neresinde yazdığını sorunca sezer önündeki anayasa kitabını ecevit'e fırlattı. ortam buz kesti. ecevit derhal oradan ayrılıp basın mensupları önünde olayı anlatınca aranan kıvılcım bulundu. manipülasyonlar devreye girdi. faizler %6200 arttı. türkiye bir gecede 29 katrilyon borçlandı. ecevit pes etmişti. seneler önce batıya kafa tutan ve bu uğurda suikastlere uğrayan ecevit, 1978 senesinde kendisinin sonunu hazırlayan dünya bankası raporunun sahibi kemal derviş'i ekonomi bakanı yapıyordu. batı yıllar sonra ecevit'e diz çöktürüyordu. 

115* kemal derviş önderliğinde kurulan yeni ekonomik düzen harfiyen uygulanıyor, bir yandan da türkiye ab uyum yasalarını tıpış tıpış kanunlaştırıyordu. batı türkiye üzerinden milyarlarca dolar faiz kazandığı gibi bir de siyasal tavizler elde ediyordu. türkiye batının dayattığı yasaları öyle hızlı geçiriyordu ki "cemaat vakıfları ve gayrimüslim vakıflarının kurulması ve yabancı vakıfların türkiye'de taşınmaz satın alabilmesine" imkan tanıyan bir yasa gece üçte meclisten geçmiş, milletvekilleri kağıtları okumadan imza atmıştı. 

116* dsp'yi kriz sallamıştı. koalisyon ortağı olan mhp'yi de apo sallıyordu. 1999 yılında engin alan liderliğindeki bir ekip apo'yu yakalamıştı. engin alan yıllar sonra balyoz darbe planına katıldığı iddia edilerek hapse atılacaktı. apo türkiye'ye getirildi ve yargılandı. idama mahkum edilmişti. yargıtay 25 kasım'da cezasını onamıştı. fakat idam kararı bir türlü uygulanmıyordu. batı türkiye'nin idamı kaldırmasını istiyordu. ab uyum yasaları gereği idam kalkmalıydı. fakat ilgili uyum yasaları meclise henüz gelmemişti. eğer yasalar gelir ve meclisten geçerse apo idamdan yırtacaktı. dsp ve anap apo'nun idam edilmesine karşı çıkıyor olsa da mhp idamı savunuyordu. tam da o sırada avrupa insan hakları mahkemesi idam kararının bir süre ertelenmesini talep etti. ecevit ve mesut yılmaz kabul etse de devlet bahçeli ertelemeyi kabul etmiyordu. ikili bahçeli’yi başbakanlık binasına çağırdı ve 7,5 saatlik ısrar sonucunda bahçeli idamın bir süre ertelenmesini kabul etti. idam ertelenince hükümetin ilk işi idamın kaldırılmasına ilişkin ab uyum yasasını meclise getirmek oldu. fakat bir sorun vardı. mhp bu yasanın geçmesini istemiyordu. oylama günü geldi çattı. dsp ve anap kabul yönünde oy kullandı. mhp ise red yönünde... dsp ve anap'ın oyları tek başına yasanın kabul edilmesine yetmiyordu. tam da bu sırada devreye yeni bir parti girdi. erbakan'ın fazilet partisinden ayrılıp akp'yi kuran erdoğan, gül ve arkadaşları da yasanın geçmesi yönünde oy kullanınca idam cezası kalktı. böylece apo idamdan yırtıyor, bahçeli ise idamı erteleme kararına imza attığı için defalarca pişman oluyordu. yaptığının büyük bir hata olduğunu fark etmişti ama iş işten geçmişti.

117* erbakan'ın fazilet partisi'nde ise sular durulmuyordu. erbakan siyasi yasaklı olduğu için partinin başında recai kutan vardı. eski hatalarından ders çıkaramayan parti 1999 yılında bir hataya daha düştü. milletvekili merve kavakçı meclise türbanıyla gelince kıyamet koptu. türkiye irtica konusunda ne kadar hassassa parti de bu konuları bir o kadar kaşıyordu, yahut parti içinde bulunan belli kesimler bu olayların kaşınması için bu tip faaliyetlerde bulunuyordu. bu olaydan sonra parti hakkında kapatma davası açıldı. kapatma davası sonuçlanmadan önce 2000 yılında genel başkanlık seçimi vardı. recai kutan'ın karşısına yenilikçi kanat ismini alan bir grup gençlerin lideri olarak abdullah gül çıkmıştı. yenilikçiler şikayetçiydi, partinin sürekli kapatılmasından, bir türlü iktidara gelemeyişlerden bıkılmıştı. üniversitede yetişen yenilikçi gençler kalifiye olmayan ve tahsilsiz gelenekçilere savaş açmıştı. yapılan oylamada recai kutan galip geldi. fakat abdullah gül önemli bir oy aldı. 2001 yılında anayasa mahkemesi tarafından parti kapatıldı. erbakan'ın 4. partisi de kapatılmıştı. yerine saadet partisi kurulacaktı fakat yenilikçiler buna yanaşmadılar. yenilikçiler yanlarına anap'lı mhp'li ve dyp'li bir kaç vekili de alarak adalet ve kalkınma partisini kurdu. partinin başına abdullah gül'ün geçmesi bekleniyordu. zira erbakan'a isyan bayrağını ilk o açmıştı. ama liderliğe tayyip erdoğan geçti. tayyip erdoğan okuduğu bir şiir nedeniyle hapis yatmış, halk tarafından mağdur bir belediye başkanı olarak tanınmıştı. böylece akp hatrı sayılır milletvekili sayısı ile mecliste grup kurmuştu.

118* yenilikçiler her ne kadar yenilikçi de olsalar refah geleneğinden geliyorlardı. içerde onlara karşı irticacı gözüyle bakanlar hala mevcuttu. bu nedenle kendilerini anlatma ihtiyaçları doğdu. tayyip erdoğan "milli görüş gömleğini çıkardık" diyordu. abdullah gül partiyi "radikal islamcı” bir parti olarak değil, “muhafazakar demokrat" olarak tanımlıyordu. bülent arınç "biz değiştik" diye haykırıyordu. eski gerici, demokrasi düşmanı, şeriatçı düşünceleri terk ederek demokrasiye inanan bir parti hüviyetini kazanan akp umut vaadediyordu.

119* 2002 yılında ecevit'in sağlık sorunları gittikçe arttı, mitinglerinde asansör yardımı olmaksızın otobüsün üstüne dahi çıkamaz olmuştu. ülke dsp ve anap iktidarında kriz yaşamıştı. halk mutsuzdu. dsp'nin oy oranı gittikçe azalıyordu. bir de ismail cem ecevit'in hasta olduğunu ve istifa etmesi gerektiğini söyleyince ve ecevit istifa etmeyince ismail cem ytp'yi kurmak için partiden istifa etti. dsp'li vekillerin yarısı ismail cem'le partiden ayrılınca dsp bölünmüş oldu. mhp de bu krizin ortağıydı. üstelik apo'nun asılmasını sağlayamamıştı. dyp de 1990'lı yıllar içerisinde oldukça hırpalanmıştı. erbakan ise hala siyasi yasaklıydı. partisi dağılmıştı. cem uzan 10 temmuz 2002'de genç parti'yi kurmuş ve siyasete fırtına gibi başlamıştı. kemal derviş'in ekonomi politikaları harifyen uygulanmaya devam ediyordu. ekonomi düzelme sinyalleri veriyordu. 

120* bir çok parti bu siyasi ortamda seçime gitmek ve iktidara gelmek istiyordu. ilk çıkışı mhp yaptı. temmuz 2002'de devlet bahçeli erken seçim yapılması gerektiğini söyledi. fakat dsp buna karşı çıktı zira parti bölünmüştü, zamana ihtiyaç vardı. genç parti ise henüz 20 günlüktü. cem uzan büyük bir çıkış yapmıştı fakat onun da zamana ihtiyacı vardı. mhp bastırınca 31 temmuz'da meclis erken seçim kararı verdi. kasımda seçim yapılacaktı. olan cem uzan’a olmuştu. genç parti hazırlıksız yakalanmıştı. 

121* seçim günü geldi çattı. dsp döküldü, oy oranı %1'di. dsp'yi bölerek ytp'yi kuran ismail cem ise hayal kırıklığına uğradı. partisi dsp'den bile daha az oy almıştı. anap büyük ölçüde turgut özal siyaseti yapan akp'nin etkisine kapılmıştı. böylece oylar akp'ye kaymıştı. mesut yılmaz %5 oy aldı. erbakan'ın saadet partisi recai kutan ile %3'ü geçemedi. erken seçim kararı ile hazırlıksız yakalanan cem uzan %8'e yakın oy almıştı. seçim erkene alınmasaydı muhtemelen cem uzan barajı aşacaktı. fakat birileri erkenden seçime gidilmesini istemişti. mhp %8 dyp ise %9,5 oy aldı. böylece onlar da meclis dışı kaldılar. chp %19 akp ise %34 oranında oy kazandı. halk denenmemiş olanları seçti, yıllardır denenmiş olanları ise bir kenara itti. halk umut arıyordu, halk ışık arıyordu. halk aradığı ışığı akp'de görmüştü. zira 1997-2002 süreci boyunca karamsarlığa itilen, ekonomik olarak hırpalanan ve bıktırılan halk ilk fırsatta akp'ye sığınmıştı yahut sığındırılmak zorunda bırakılmıştı. fakat bir sorun vardı, erdoğan siyasi yasaklıydı. seçimlere katılamamıştı. bu nedenle başbakanlığa geçememişti. erdoğan'ın yasağının kalkması için anayasanın değişmesi gerekiyordu.

122* akp seçimlerden zaferle ayrılıp tek başına iktidar olduğunda herkes merakla akp'ye odaklanmıştı. akp'yi kuranlar daha birkaç yıl önce irticacı ve şeriatçı olarak görülüyordu. partililer ab'ye karşı, abd'ye düşmandı. batı ile zıtlaşıyordu. üstelik şeriatı savunan bir çok ismi barındırıyordu. bir çoğu atatürk'e dil uzatabiliyordu. fakat tüm bu algılara rağmen akp'liler artık öyle olmadıklarını, değiştiklerini ve demokrasiye uyum sağladıklarını ifade ediyordu. herkes akp'nin nasıl bir iktidar olacağını merakla bekliyordu. erbakan 1994 yılında önemli yenilikler yaparak seçimlere hazırlanmış ve iktidar olmuştu. fakat iktidara gelince bildiğini okumuş, başına gelmeyen kalmamıştı. akp yeni bir partiydi ve çok daha önemli yeniliklerle iktidara gelmişti. üstelik erbakan'ın aksine tek başına iktidar olmuş ve muazzam bir vekil sayısı ile meclise yerleşmişti. akp önemli bir yol ayrımındaydı. erdoğan ne yapacaktı? yeni erbakan mı olacaktı? yoksa kendisine biçilen kostüme girecek miydi?

123* seçim sonuçları dış basında dikkatle takip ediliyordu. the washington post "abd'nin müslüman dünyasına demokratik örnek olarak gösterdiği partinin seçimi kazandığını" söylüyordu. fınancıal tımes, " erdoğan erbakan'ın hatalarına düşmeyecek" derken avusturya ve belçika, "zafer ılımlı islamcıların" dedi. özetle batı erdoğan'dan umutluydu. erdoğan erbakan gibi olmayacaktı. fakat batı herşeyden öte, bunu görmek istiyordu. türkiye tamamen ekonomik krize ve sorunlara yönelmişti. öncelik huzur ve istikrardı. tam da o günlerde 5 kasım 2002'de newyork times'da yayınlanan bir makale şöyle diyordu: "türkiye ve ortadoğu'da demokrasi için akp'ye bir şans verilmesi gerekiyor." batı ortadoğu liderliği için erdoğan'a biçtiği kostümü uzatıyordu. ilk dayatma, kıbrıs meselesiydi. akp ne yapacaktı, boyun mu eğecekti, yoksa baş mı kaldıracaktı? türkiye tarihi bir dönemeçe girmişti. 

124* 8 mart 1995... refah partisinin genç milletvekili abdullah gül mecliste konuşuyordu. konu avrupa birliği üyeliğiydi. refah partisi ab'ye karşıydı ve abdullah gül meclis mikrofonuna "ab bir hristiyan katolik birliğidir, türkiye'yi ab'ye almayacaklar" diyo ve ekliyordu "ne pahasına olursa olsun, türkiye, avrupa birliğine girecek, türkiye, gümrük birliğine girecek anlayışı yanlıştır. siz, eğer, bu zihniyette olursanız, işte, o zaman, prof. erol manisalı'nın dediği gibi "sizi, o zenginler köşkünün -maalesef, üzülerek, söylüyorum kendi ülkem adına- bahçesindeki bir kulübeye, böyle koyarlar işte. kaynak . refah partisi çatısı altındayken avrupa birliğine şiddetle karşı çıkan başka bir isim ise tayyip erdoğan'dı. o da 1990 yılında "ab bir hristiyan katolik birliğidir, biz bu kazanın içine girmeyeceğiz." diyordu. 16 kasım 2002... erdoğan siyasi yasaklı olduğundan başbakanlığa abdullah gül geçiyor ve başbakan olarak yaptığı ilk açıklamada "kıbrıs ve ab öncelikli konular" diyordu ve ekliyordu, "dört koldan 'ab için tarih alalım' diye çalışıyoruz"hakikaten değişmişlerdi, hem de öyle böyle değil, 180 derece birden değişim vardı.

125* seçimin ertesi günü yunanistan lideri simitis, erdoğan'ı ülkesine davet etti. yunan medyası "ilk defa atilla olmayan bir türk lider oldu" manşetleri atıyordu. bu manşet aslında herşeyi özetliyordu. hergün yeni açıklamalar geldi. önce ab uyum komisyonu akp ile çalışmaya hazır olduklarını açıkladı. ab dönem başkanı rasmussen "türkiye ab'ye girmeli" açıklaması yaptı. abd büyükelçisi erdoğan'ı ziyaret etti. simitis ve italyan lider berlusconi "türkiye mutlaka ab'ye girmeli, biz bu konuda türkiye'nin avukatlarıyız" açıklamasını yaptı. genişlemeden sorumlu ab üyesi verhuogen "türkiye mutlaka ab'ye alınmalı” diyordu. portekiz lideri barosso akp'ye tam destek sözü veriyordu. başbakan gül'dü ama herkes erdoğan'la temas kuruyordu. standart & poors türkiye'nin negatif olan notunu durağana çevirdi. bu sırada uluslararası insan hakları örgütü freedom house "türkiye en çok özgürleşen ülke" raporunu sundu. birkaç yıl önce erdoğan'ın lideri erbakan'ı boğan aktörler, şimdi erdoğan'ı göklere çıkarıyordu. israil devlet başkanı, bir çok filistinli çocuğun katili ariel şaron abdullah gül'ü israil'e davet ediyordu. anti-siyonist erbakan'ın öğrencileri baş düşman yahudi lideri ile el sıkışmaktan dahi çekinmiyordu.

126* seçimden bir hafta sonra bm genel sekreteri kofi annan kıbrıs planını sundu. ilk taviz gündeme girdi. annan özetle kıbrıs'ta türk ve rum devletlerinden oluşan federe bir devlet kurulmasını önermişti. bu plan doğrultusunda türk devletinin topraklarının çeyreği rum topraklarına katılıyor, adadaki önemli bir çok önemli üs ve kaynaklar rum tarafında kalacak şekilde sınırlar çiziliyordu. kıbrıs'ın kuzey doğusundaki burun dahi rumlara geçiyordu. sınırlar öyleydi ki, bir türk şehrinden öteki türk şehrine gidebilmek için rum sınırlarına girmek zorunda kalınıyordu. plan açıkça türk kesiminin aleyhineydi. üstelik kurulacak federe kıbrıs devleti kısa süre içerisinde avrupa birliği'ne alınacaktı. yani, adada yaşanacak herhangi bir problem karşısında türkiye adaya müdahale edemeyecekti. şayet türkiye bir ab üyesi olan kıbrıs'a müdahale ederse, almanya'ya, fransa'ya müdahale etmiş gibi sayılacaktı. plan sunulduktan kısa süre sonra erdoğan "olumlu buldum" açıklaması yaptı. bu açıklama batı'da muazzam bir etki yarattı. fakat bir problem vardı, erdoğan "kıbrıs için belçika modeli düşünüyoruz" diyordu. oysa belçika modeli "ayrılma yolu ile federal sistemdi" kıbrıs'ta ayrılma değil birleşme vardı. abdullah gül kısa süre sonra "isviçre modelinden" bahsetti. iktidar neyin ne olduğunu bilmeden, planı detaylıca incelemeden "olumlu bulduğunu" açıklamıştı. buna karşın denktaş "plan memnun etmedi" açıklamasını yapıyor, cumhurbaşkanı sezer plan ikiyüzlü diyordu. fakat ab ortak dış politika ve savunma yüksek temsilcisi javier solana, çok net açıklamıştı: ab üyeliği için kıbrıs sorunun çözülmesi şart! 

127* batı kıbrıs sürecini oldu bittiye getirmeye çalışarak kıbrıs tavizini koparmaya çalıştı. kofi annan liderlere, acele edin mektubu yazdı. akp taviz konusunda hazırdı, iktidar plana olumlu bakıyordu. fakat denktaş ısrarla plana karşı çıkıyordu ve sezer de denktaş'a destek oluyordu. asker plandan razı değildi. mgk toplantısında önemli olanın denktaş'ın kararı olduğunun altı çiziliyordu. tam da bu sırada bm yetkilileri "denktaş imzaya hazır" açıklaması yaptı. denktaş jet hızıyla karşılık verdi: dayatmayla imza atılamaz! 

128* yıl sonuna doğru kophenagh'da zirve yapılacak ve türkiye'ye ab üyeliği için tarih verilecekti. ikinci taviz ısıtılıyordu. yunan ve italyan başbakanları ısrarla türkiye'ye tarih verin açıklaması yaparken, abd de “türkiye'ye mutlaka tarih verilmeli. “ görüşündeydi. abd bir mesaj da türkiye'ye veriyordu: kıbrıs sorunu çözülmeli. türkiye kıbrıs sorununda taviz verdikçe ab konusunda destek buluyordu. nihayet batı istediği türden bir müttefiki kazanmıştı. akp asla refahlaşmıyordu. abd'den yeni bir açıklama daha geldi... ab ve kıbrıs tavizlerinin yanına yeni bir talep eklendi: ırak... abd ırak'a girmeye hazırlanıyor ve türkiye'den yardım istiyordu. dışişleri bakanı yakış: gerekirse üsleri açarız açıklamasını yaptı. batı ne isterse istesin, akp "he" diyordu. asla karşı çıkmıyordu. siyasal islam sonunda tıkır tıkır işliyordu. 

129* tavizler karşılığını buluyordu: siirtte yapılan seçimler iptal edildi. seçimler 9 mart'ta tekrar yapılacaktı. siirt seçimleri erdoğan'ın vekilliği için bir şanstı. fakat anayasa hala değişmemişti. en sonunda akp anayasa değişikliği için önerisini sundu. fakat bir sorun daha vardı. chp'nin desteği olmadan anayasa değişikliği için yeterli sayıya ulaşılamıyordu. chp tam destek verdi. böylece erdoğan'a başbakanlık yolunu chp açtı. fakat bir sorun daha çıktı. bu kez de sezer yasayı veto etti. yasa meclise geri döndü. chp bir kez daha destek verdi. söz konusu erdoğan olunca her türlü kapı açılıyordu. ve yasa ikinci kez kabul edildi. böylece erdoğan’a siirt seçimlerinde adaylık yolu açılmış oldu. artık sadece 9 mart'ın gelmesi gerekiyordu.

130* batının akp'den bir başka talebi ise leyla zana ve arkadaşlarının serbest bırakılmasına ilişkindi. abdullah gül dış ziyaretlerinde leyla zana ve meslektaşları için kısa vadede değişiklik yapılabileceği sözü veriyordu. haftalar sonra, 23 ocak 2003'te gül sözünü tutacak ve dep'li vekillere yargı yolunu yeniden açacaktı. akp söz dinliyordu. söz veriyordu ve söz tutuyordu. bu parti başkaydı.

131* bu sırada iç politikada ilginç bir olay yaşandı. akp türban'a af hazırlığı için çalışma başlattı. tam da bu esnada yargıtay "türban laikliğe başkaldırının simgesidir" diye sert bir karşılık verdi. fakat bu sert cevap karşısında akp iktidarından herhangi bir ses yükselmedi. akp iç politikada askerle ve bürokrasiyle de inatlaşmıyordu. tepki çekmek ve zıtlaşmak akp'nin istediği son şeydi. 

132* 5 aralık 2002'de fransız lider chirac türkiye'nin 2004'te kadar kophenagh kriterlerini tamamladığı taktirde 2005 yılında görüşmelere başlanabileceğini açıkladı. bu açıklamanın ardından bir çok avrupa ülkesi "türkiye'ye tarih verilmeli" yönünde açıklama yaptı. 12 aralıkta rum yönetiminin ab'ye alınması gündemdeydi. rauf denktaş "rum yönetimi ab'ye alınırsa süreç imkansızlaşır" açıklaması yaptı. denktaş sürekli sorun çıkarıyordu. 12 aralık'ta türkiye'nin durumu da belli olacaktı. erdoğan son bir kez daha şansını denedi. abd'ye gitti ve bush'la görüştü. ırak konusunda bir çok destek sözü verdi. 12 aralık'ta toplanan zirve türkiye'ye 2004 yılı için randevu verdi. sonuç hayal kırıklığıydı. batı sözünü tutmamıştı. buna rağmen batının sadık müttefiki erdoğan "kararlı adımlarla ab üyeliği için devam edeceğiz." diyordu ve ekliyordu: "önümüzde kıbrıs var."

133* kıbrıs meselesi hala muallaktı. denktaş son olarak kesin bir dille annan planını reddetti. sezer yaptığı açıklama ile denktaş'a destek verdi. abd, "kophenagh zirvesi öncesinde kıbrıs sorunu akp için büyük bir fırsat" diyordu. fransız haber ajansı "akp kıbrıs konusunda köşeye sıkıştı" haberini yaptı. ab ortak dış ve güvenlik politikası yüksek temsilcisi solana, akp hükümeti'nin denktaş'a, annan planını kabul etmesi için baskı yapmasını beklediğini kaydetti. denktaş'a orantısız baskı yapılıyordu. bu baskılar karşısında 30 aralık günü açıklama yapan denktaş zaman istedi. erdoğan ise netti: "kıbrıs’ta asla ver - kurtul politikasından yana değiliz ama bu saatten sonra 40 yıllık politika ile de bir yere varılamayacağını söylüyoruz."

134* ab zirvesi bittikten sonra gündem hızla değişti. bu kez ırak savaşı gündeme yerleşti. abd "bm kararı olmaksızın ırak'ı vururuz" diyordu. bir çok arap ülkesi ise savaşın gerçekleşmemesi için ortak hareket etme çabasına girişti. savaş karşıtı arapların başına savaş yanlışı bir müslüman lider gerekiyordu. tam da bu esnada abdullah gül 27 aralık'ta ortadoğu gezisine çıktı ve barış için arap liderlerle görüştü. daha sonra esad'la görüşen gül, "savaşsız çözüm arıyoruz" açıklaması yaptı. yıl başında bir çok islam ülkesiyle bir araya gelen gül liderleri barış için istanbul'a davet etti. batı medyası "gül ortadoğu'da barış için çabalıyor" manşetleri atıyordu. 

135* bu esnada gözden kaçan ama başkaca önemli bir taviz verilmişti. cemaat vakıflarının taşınmaz mal edinmeleri, bunlar üzerinde tasarrufta bulunmaları ve tasarrufları altında bulunan taşınmaz malların bu vakıflar adına tescil edilmesi hakkında yönetmelik yürürlüğe girmiş onlarca rum, ermeni ve ortodoks kiliseleri bir çok taşınmazın tapusunu kazanmıştı. bir taviz de rum ve ermeni kiliselerine verilmişti. üstelik tavizi veren islami bir partiydi. aynı zamanda bir çok ab uyum yasası meclisten geçmiş ve zinanın suç olmaktan çıkarılması, domuz etinin kasap hayvanları arasına alınması gibi "islami partilerin asla kabul etmeyeceği" kararlar kolaylıkla alınmıştı. çünkü akp öyle sıradan bir parti değildi, akp farklıydı. 

136* kıbrıs meselesi uzadıkça uzuyor, denktaş bir türlü çözüme yanaşmıyordu. bardak taşmak üzereydi. denktaş 24 ocak'ta "rumların inadı yüzünden bir yere varamadık" diye açıklama yapınca, erdoğan "acele uzlaşma istiyoruz, barış istiyoruz." şeklinde cevap verdi. bunun üzerinde denktaş patladı, "türkiye milli davadaki prensiplerden vazgeçtiyse, 'planı bu şekilde kabul ederim' diyorsa, o zaman olduğu gibi kabul edecek birisini bulur, imzayı atar, bu iş biter" şeklinde veryansın etti. denktaş erdoğan'ın kendisi yerine batının yanında yer almasına inanamıyordu. üstelik kıbrıs milli bir davaydı. erdoğan'ın hocası erbakan 1974 yılında kıbrıslı türkler için ecevit'le birlikte barış harekatını başlatmıştı. yine batı kıbrıs için türkiye'ye dayatma yaptığında erbakan mecliste yaptığı konuşmada "banane amerikadan, federe devlet konuşmalarına son vereceğiz demişti. aradan yıllar geçmiş, başka bir islami parti iktidara gelmişti. herkes erdoğan'ın yapacağı açıklamayı bekliyor, denktaş'ı savunup savunmayacağını merak ediyordu. beklenen açıklama iki gün sonra geldi. erdoğan denktaş'a sert bir yanıt verdi, denktaş'ın medyaya konuşmasını yasakladı. erdoğan 40 yıllık milli dava olan kıbrıs davasında kıbrıs'tan değil, batı'dan yanaydı. çünkü akp sıradan bir parti değildi. akp farklıydı. 

137* 30 ocak 2003'te financial times önemli bir haber yaptı: türkiye savaşı kabullendi... 
oysa o tarihlerde türkiye barış görüşmelerine devam ediyordu. 23 ocak'ta istanbul'da gül liderliğinde toplanan islam ülkeleri liderleri barış için çalışmıştı. akabinde erdoğan "barış için saddam'la görüşürüm" demişti. türkiye ortadoğu sahasına iyice girmişti. bölgede "türkiye barış için çaba harcıyor" haberleri manşetlerden düşmüyor türkiye bu çabası nedeniyle abd'nin düşmanı iran'dan büyük övgü alıyordu. fakat türkiye barış için oradan oraya koşuşturup dururken batıda türkiye'nin de savaşa onay verdiği yazılıp çiziliyordu.

138* bir kaç gün sonra bu haberin boş olmadığı anlaşıldı, günlerdir barış çalışması yapan abdullah gül "artık stratejik ortağımız abd ile beraber hareket etmemiz gerektiğine inanıyoruz" dedi ve ekledi: türk askerinin sayısı abd askerinin sayısından çok olacak!!! türkiye kuzey ırak'a girme kararını almıştı. üstelik nato'dan koruma füze kalkanı için talepte dahi bulunmuştu. türkiye ilk bölgesel liderlik sınavını başarı ile vermişti. batı "islam ülkelerindeki barış arayışını" ustaca fark etmişti. fakat bu arayışın sönmesi gerekiyordu. yoksa abd'nin müdahalesi büyük tepkiye sebep olacaktı. üstelik bush bu savaş için "haçlı seferi" açıklaması yapmıştı. şayet abd saldırırsa müslüman ülkeler islam adına karşılık verebilirdi. bunun olmaması gerekiyordu. bu noktada türkiye devreye girdi. mevcut barış arayışının liderliğine geçerek bu arayışı manipüle etti ve sonunda islam ülkelerinin barış arayışını söndürdü. "ırak barışı için savaş" ihtimalleri sıfıra inince türkiye gerçek safını belli etti. işte fuller'in 1990 resmini çizdiği batının ortadoğudaki menfaatlerini savunan islam modeli böyle bir şeydi. 

139* türkiye'nin desteği olursa 80 bin amerikan askeri diyarbakır'da toplanacaktı. bunun karşılığında abd "6 milyar dolar hibe ve 20 milyar dolar kredi ayrıca bir çok askeri teçhizat ve helikopter" sözü vemişti. sistem hiç değişmemişti, 1950 yılında kore savaşı için destek isteyen abd yine kredi ve hibe ile askeri yardım sözü vermişti. fakat menderes avucunu yalamıştı. türkiye yalnızca yedek parçasız traktör almış, bir iki yıl boyunda halk bu traktörleri kullanmış sonra da bozulan traktörler yedek parçasız olduğundan hurdaya verilmişti. 

140* amerikan askerinin türkiye üzerinden ırak'a girmesi için bir tezkere hazırlandı ve meclise geldi. eğer tezkere geçerse bir batı talebi daha kabul edilmiş olacaktı. fakat bu talep şimdiye kadar yapılan taleplerin en ağırıydı. zira türkiye bir islam ülkesiydi ve abd bir islam ülkesi olan ırak'a yine bir islam ülkesi olan türkiye aracılığıyla saldıracaktı. üstelik türkiye bu saldırıda abd'nin safında yer tutacaktı. bu dünya tarihinde bir ilkti. ilk defa bir islam ülkesi bir haçlı seferine katılarak başka bir islam ülkesine saldıracaktı. bunu sağlayan parti sol zihniyetli bir parti değil. aksine islami bir partiydi. erbakan olayları dehşetle izliyor, akp'ye oy verenlerin cehenneme gideceğini söylüyordu.

141* bir çok dini cemaat ve islam alimi bu savaşı tartışıyordu. türkiye'nin abd'ye olan desteğinin caiz olup olmayacağı konuşuldu. 80 senelik dinsiz chp bile bu harekata karşı çıkarken, nasıl oluyor da islami bir parti buna destek olabilirdi tahlilleri yapılıyordu, fakat kimse de açıktan itiraz edemiyordu. zira erdoğan namazında niyazında dindar bir liderdi. türbanı destekliyor, dini kadroların devlet kademesinde yer edinmesi için çabalıyordu. imam hatip liseleri ile kuran kurslarına sonuna kadar destek çıkıyordu. her hafta cumaya gidiyordu. batı sistemi çok güzel kurmuştu. erbakan'ın "abd menfaatlerine aykırı" yönlerini budamış ve zararsız islami tutumları serbest bırakmıştı. batı buna mecburdu çünkü müslüman kitleleri kandırması için bunlara ihtiyacı vardı. aslında fuller 1990 yılında bu durumu da açıklamıştı: "eğer laik bir devlet yıkılarak yerine iran türü bir rejim kurulmak isteniyorsa, bu demokratik yapıya düşman bir tutum; ama insanlar islam din ve kültürünün daha çok gözetilmesini [türban, namaz] islam eğitiminin yaygınlaşmasını [imam hatip, kuran kursu, cemaatler] istiyorlarsa, bu otomatik bir tehdit olarak kabul edilmemelidir… " işte akp islam din ve kültürünün daha çok gözetilmesini sağlıyor, islam eğitimini yaygınlaştırıyordu. böylece batı bunu otomatik bir tehdit olarak algılamıyordu. insanlar imam hatip liselerine gidebilirler, türban takabilirler, namaz kılabilirlerdi. böylece bu özgürlükleri verdiği için parti sevilir sayılırdı. nasılsa iktidar batı ile dosttu ve türban, imam hatip, kuran kursu gibi konunlar batının ali menfaatlerine halel getirmiyordu. 

142* türkiye'deki islami cenah ırak savaşı için yeterince tatmin değildi. bu yüzden gül bir ulusa sesleniş konuşması yaptı. özetle "savaş istemiyoruz ama saddam zalimlik yapıyor. oradaki müslüman kardeşlerimizin iyiliği için savaşmalıyız." diyordu. yıllar sonra da tayyip erdoğan "savaş istemiyoruz ama esad zalimlik yapıyor. oradaki müslüman kardeşlerimizin iyiliği için savaşmalıyız." diyecekti. batı kuralları asla değiştirmiyor, batının metodlar hep aynı kalıyordu. türkiye önce altı üssü abd'ye sundu. abd bu üslerden kaldıracağı uçaklarla ırak'ı işgal edecekti. fakat beklenmeyen bir şey oldu. fransa ve belçika natonun türkiye için konuşlandıracağı füze kalkan sistemine karşı çıktı. şayet harekat böyle başlarsa türkiye savunmasız kalacaktı. batı bir kez daha ikiyüzlü hareket ediyordu. gül "nato üzerine düşeni yapsın" açıklamasını yaptı. akp hayal kırıklığına uğramıştı. erdoğan ise önce bm kararı sonra tezkere şartı koştu. bu sırada babacan abd'ye giderek kredi ve hibe için çalışmalara başladı. fakat abd fiyatı oldukça aşağıya çekmişti. batı her zaman ki gibi sözünde durmayan batıydı. 

143* batı türkiye'yi acele etmesi için uyarırken türkiye de inceden diretti. erdoğan "önce türkiye'nin talepleri" dedi. sorun paraydı. iki ülke anlaşamamıştı. fakat abd geri adım atmadı. tezkere meclise geldi. akp ikna grubu kurdu ve mecliste çalışma yaptı. ortam hazırdı. türkiye desteği sonuna kadar vermişti. abd'den gelecek paralar bekleniyordu. 1 mart günü geldi çattı. meclis toplandı ve oylama yapıldı. fakat hiç olmayacak şey oldu. tezkere reddedildi. abd istediğini alamamıştı. herkes şaşkındı. batı hayal kırıklığına uğramıştı. tam da bu esnada öcalan'ın dosyası aihm'de tartışılmaya başlandı. batı kozlarını ortaya döküyordu. erdoğan gül ve özkök üçlü zirve yaptı. abd dışişleri bakanı colin powell kuzey ırak'ta türk askeri istemiyoruz açıklamasını yaptı. abd plan değiştirmişti. türkler yerine kürt kartı devreye giriyordu.. 

144* erdoğan bu gelişme üzerine derhal "birleşik kıbrıs benim hayalim" açıklaması yaptı. ırak konusunda yardımcı olamadım ama kıbrıs konusunda olacağım diyordu. ayrıca ikinci tezkere için çalışmalar başladı. hata telafi edilmeliydi. bu arada dokuz mart gelip çatmıştı. siirt'te seçim yapıldı. erdoğan kazandı ve başbakanlığa oturdu. erdoğan yıllardır hayalini kurduğu konuma yükselmişti. 

145* powell ilerleyen günlerde yeni bir açıklama yaptı. türkiye mali yardım istiyorsa yeni tezkere çıkarması gerekiyor dedi. yeni tezkerede incirlik ve bir kaç üssün yanı sıra hava sahasının açılması talep edildi. fakat bu tezkere türk toprağını amerikan askerine açmıyordu. tezkere meclise geldi ve geçti. kabul edildi. böylece ırak savaşı sırasında binlerce insanı öldüren amerikan hava kuvvetleri, türk topraklarından havalandı ve 4440 sorti yaparak ırak'a bomba olup yağdı. ikinci tezkere çıkmıştı çıkmasına fakat amerikan askeri yalnızca güneyden, kuveytten ırak’a girebilmiş, kuzey cephesi açılamamıştı. amerika büyük bir hayal kırıklığı yaşıyordu. 1. körfez savaşında özal’ın çabalarına rağmen asker müdahaleye engel olmuştu. yıllar sonra abd yine türkiye’den istediğini alamıyordu. 

146* amerikan askeri ırak’ta her geçen gün daha fazla zulme ve drama neden oluyor amerikan askeri ırak'ta onlarca kadına tecavüz ediyor, binlerce sivil hayatını kaybediyordu. bayındırlık ve iskan bakanı olanlara daha fazla tahammül edemedi. 18 nisan’da “ırak’ın çocukları bombalanıyor, bunu içime sindiremiyorum” dedi. fakat hükümetin ırak konusunda tereddüt yaşamaya lüksü yoktu. üstelik 1 mart tezkeresi meclisten geçmemiş ve abd büyük hayal kırıklığına uğramıştı. tayyip erdoğan derhal kendi bakanına cevap veriyor “bakanın açıklamaları çok talihsiz” diyordu. 

147* 21 nisan’da washinton post’ta bir haber yer aldı: ‘‘türkiye abd'ye ihanet etti. kürtler destek verdi. kuzey ıraklı kürtlerin devlet kurmasına karşı çıkılmamalı.’’ akabinde eski amerikan generali jay garner “kerkük bir kürt kentidir” açıklamasını yaptı. kürt kartı devreye yavaşça sokuluyordu. bu sırada abd savunma bakanı rumsfeld “ırak’ta iran tipi yönetime izin vermeyiz.” açıklamasını yaptı. amaç belliydi, iran yeminli düşmandı. ırak asla iranlaşamazdı. 

148* türk-amerikan ilişkilerinin limonileştiği bu günlerde akp hükümetini terletecek bir gelişme yaşandı. asker, yargı mensupları, muhalefet ve cumhurbaşkanı 23 nisan’da yapılacak resepsiyona katılmama kararı aldı. ertesi hafta mgk toplantısında “laiklik uyarısı” yapıldı. mgk bir sonraki toplantısında irtica konusunu ele aldı. tayyip erdoğan karşısında olan biteni 1997’de erbakan’ın başına gelenlerden biliyordu. bu gelişmeler hiç yabancı değildi. batı-türkiye ilişkileri hafiften gerilince iç politikada asker ve bürokrasi laiklik balyozunu masaya vurmuştu. düzenek akıllıca dizayn edilmişti. erdoğan “gerilim yanlısı olmayacağız” dese de tansiyonu düşürmeyi başaramadı. bunu anlayınca “demokrasiyi zaafa uğratmak isteyenler var, bizim partimizde geçmişte bazı siyasi partilerle ilgisi olanlar olabilir fakat biz o elbiseyi (milli görüş gömleğini) dışarıda bıraktık. biz dp’nin devamıyız” açıklamasını yaptı. erdoğan açıkça “biz anti-amerikancı refah yolundan değil amerikancı dp yolundan gidiyoruz.” demişti.

149* batı medyası akp’yi eleştirmeye başladı. financial times “abd artık türkiye’ye güvenmiyor” manşeti attı. new york times o hafta tayyip erdoğan’a 6 sayfasını ayırdı ve erdoğan’ın türkiye’deki laik yapı için tehlike olabileceğini belirtti. türk-amerikan ilişkilerinin derhal düzelmesi gerekiyordu. yoksa laiklik balyozu akp’nin de başına inecekti. bir kişi, amerika’da bu yönde büyük bir çaba harcamıştı: cüneyt zapsu. zapsu amerikan medyasına “erdoğan artık batı aleyhtarı değil” açıklamaları yapıyordu. zapsu’ya göre erdoğan hapisteyken erbakan tarzı batı aleyhtarı tutumundan vazgeçmişti. bunu zapsu başarmıştı. “hiç de kolay olmadı” diyordu zapsu ve ekliyordu “akp kişilerin dini özgürlüklerine saygı gösteren fakat dini olmayan bir parti” ve bir de örnek veriyordu: “egemen bağış içki içiyor ve karısı da açık. buna rağmen akp’li bir vekil.” bu sıralarda amerikan büyükelçisi pearson kuzey ırak’taki türk karakollarından rahatsızlığını dile getirdi. amerika türkleri kuzey ırak’ta istemiyordu. 

150* nisan sonu gibi simitis “türkiye artık kıbrıs’la ilgilenmeli” açıklamasını yaptı. ab genişleme sorumlusu verheugen ise “türkiye uzun yıllar ab’ye üye olamayabilir.” dedi. talepler yeniden başladı. erdoğan’ın önünde iki yol vardı, ya erbakan gibi laiklik balyozunu kafasına yiyecekti, ya da talepleri karşılayacaktı. yeni tavizler gerekiyordu. erdoğan yine taviz yolunu seçti. hükümet derhal ab hamlesi gerçekleştirdi ve 6. uyum paketi meclise geldi. pakette terörle mücadele kanununu gevşeten, kürtçe yayın yapabilen tvler ve radyolar kurulmasını sağlayan, özelleştirmelerin önünü açan yasa vb yasalar bulunuyordu. cemil çiçek 7. ve 8. uyum paketlerini de 2003 sonuna kadar tamamlarız dedi. fakat özelleştirmeler meselesi problemdi. halk özelleştirmeler adı altında devlet kurumlarının yabancılara satılmasını taviz olarak görüyordu. hükümet derhal “özelleştirmeler kötü bir şey değildir” algısı pompalamaya başladı. unakıtan: “özelleştirmede amaç devleti ekonomik faaliyetten kurtarmak” derken erdoğan “özelleştirmeler taviz değildir” diyordu. gül ise konuyu açıkça ifade etmişti “artık dönülmez yoldayız.” akp batı’nın restini görmüştü ve mesajı almıştı.

151* türkiye’nin verdiği tavizlerin önü arkası kesilmiyordu. tsk kuzey ırak’ta pasifize edildi. batı medyası açıkça abd tsk’dan rahatsız, haberi yapıyordu. bu gelişmeler ordunun anti-amerikan tavrını kaşıyor üstüne bir de akp’nin bitmek bilmeyen tavizleri ve islamcı politikaları konunca asker gittikçe kaynamaya başlıyordu. mayıs sonunda cumhuriyet gazetesinde önemli bir haber yayınlandı. iddiaya göre “genç subaylar akp’den tedirgindi.” erdoğan derhal “türkiye laik sosyal hukuk devletidir” açıklaması yaptı, laiklik vurgusu olayları yatıştırmadı. özkök “gençler değil tsk tedirgin” şeklinde konuştu. türkiye yeniden ısınıyordu. gül “türkiye'yi ab ile entegre etmeye çalışan bir iktidarın, türkiye'yi geri götürmesinin söz konusu olmadığını” söyledi. akp her defasında eski refah görüşünden koptuğunu beyan ediyor fakat laik odaklar buna ikna olmuyordu. üstelik bu odakların amacı iktidarı ele almaktı. chp akp’ye karşı yeterince sıkı muhalefet yapamıyor, ab-kıbrıs konularında hükümetin arkasında duruyordu. ilginçtir, bu esnada tüsiad başkanı tuncay özilhan abd’yi ziyaret ederek paul wolfowitz’le temasta bulundu. hükümete wolfowitz’in mesajını iletti: “türkiye abd’ye ortadoğudaki bazı gelişmelerde destek vermeli, artık top türkiyede…” herşey ne kadar açıktı…

152* gül artık iyice ortadoğu siyasetine el atmaya başlamıştı. islam konferansı örgütü toplantısında konuşan gül “islam ülkelerine değişim çağrısı yaptı.” gül islam ülkelerine hoşgörülü, ılımlı, şefkatli ve uyumlu olmalarını tavsiye etti. islam dünyası çağdaşlaşmalıydı. böyle olursa sorunlar çözülürdü. esasında gül islam ülkelerine kendileri gibi olmalarını rica ediyordu. böylece fuller’in seneler önce tasarladığı batının pazarı haline gelmiş ortadoğu hayali gerçekleşirdi. büyük orta doğu projesi kapsamında türkiye ortadoğu toplumlarına model olacaktı. gül bu vizyonu gittikçe belirginleştiriyordu. gül toplantı dönüşünde ısrarla ifade ediyordu: 6. uyum paketi mutlaka geçecek.

153* türkiye’nin ab ve ortadoğu hamlesi işe yaramıştı. genelkurmay 2. başkanı büyükanıt: ordu ab’ye karşıtı değil açıklaması yaptı. esasında o dönemlerde tsk içinde darbe planları yapan generaller olmuştu. askerin çıkışlarının sebebi buydu. fakat türkiye’nin ab konusundaki tavizkar politikaları dış destek sağlıyordu. batı türkiye’ye destek olduğu müddetçe darbe yapmak imkansızdı. bu önceki darbe ve muhtıralardan bilinen şeydi. çünkü şimdiye kadar yaşanan her darbe ve muhtırada “nato ve ab’ye bağlıyız” mesajları içeriyordu. akp bunu iyi bildiğinden askerin taşkınlıkları karşısında batıya yaslanıyor, batıya yaslandıkça da iç politikada liberal yazarların büyük desteğini arkasına alıyordu. şuan akp’ye muhalif takılan bir çok liberal yazar (hasan cemal, can dündar, ahmet altan, mehmet altan vs) o dönem akp’yi sonuna kadar destekledi. bu yazarlar normalde erbakan’a ve islamcı politikalara karşıydılar ama akp farklıydı…

154*akp’nin ab manevraları işe yarıyor, tsk’nın gazını hilmi özkök paşa alıyordu. fakat anti-amerikan cenah akp ile olan savaşını sürdürmekte ısrarcıydı, yargıtay akp için kapatma davası açma hazırlığındaydı. financial times’ın 6 haziran 2003 tarihli haberi o günlerde durumu açıkça ortaya döküyordu. haberde askerin akp’den rahatsızlığı belirtiliyor fakat akp’nin ab konusundaki tutumu sayesinde ayakta kalabildiği açıklanıyordu. haber çok önemli bir cümle ile bitiyordu: eğer hükümet, bu kısıtlı reformlarda bile duraklayacak olursa ankara'nın ab üyeliği girişimi baştan ölmüş olacak… bunca taviz batıda “kısıtlı reform” olarak algılanıyordu. batının taviz listesi çoook uzundu.

155* türkiye’nin tutumunu gören batı derhal işe koyuldu. önce dünya bankası türkiye’ye büyük bir ev ödevi sundu. kamu ihale yasası, sosyal güvenlik reformu ve kamu bankalarının özelleşmesi konusunda önemli yasa değişiklikleri isteniyordu. bu ödevler sayesinde büyük batılı şirketler sağlık, enerji ve finans sektöründe türk piyasasına girebilecek ve milyonlarca dolar kazanabilecekti. çiçek “hükümet düzenlemelerde kararlı” mesajını verdiğinde takvimler 2 haziran’ı gösteriyordu. bakan babacan “reformlar en kısa sürede tamamlanacak” açıklamasını yaptı. erdoğan “ab için acele etmeliyiz” diyordu. kısa zaman sonra petkim yarı fiyatına özelleşti. akabinde seka, taksan tarım, tzdk, tekel çankırı kaya tuzası, sümerbank özelleşti. kuşadası limanı satıldı. ormanların satışını öngören yasa kabul edildi. tcdd izmir limanı satıldı. trabzon dikili limanı satıldı. ülkenin kaynakları birer birer satılıyor, yabancı sermaye türiye’ye giriş yapıyordu. abd ekonomi bakanı larson tam da bu günlerde “reform sürecini hızlandırın” açıklaması yaptı. abd “yabancı sermaye” için özel kanun istiyordu. 6 haziranda ilgili yasa çıktı ve yabancı sermayeyi yerli sermayeyle bir tutan düzenleme hayata geçti. yabancı sermaye yurda giriş yaptıkça piyasada sıcak para oranı yükseliyor, enflasyon düşüyor ve ekonomi rahatlıyordu. ekonomi rahatlayınca halk akp’ye daha da destek oluyordu. üstelik sağlık reformu kapsamında hastanelerde kuyruklar bitmiş, hastaların rehin alınma uygulaması sona ermişti. tüm bu gelişmeler sonucunda avrupa parlamentosu türkiye raporunu onayladı. türkiye’ye ab yolu tekrardan açılıyordu. tavizler işe yaramıştı. erdoğan 24 haziran’da “abd ile ilişkiler sağlam” açıklaması yaptı. fakat bir sorun vardı, ab uyum yasası sezer’e takılıyordu. sezer yasayı 2. kez reddetmişti.

156* tavizin önü arkası kesilmiyordu. hükümet bu kez “pişmanlık içi uyum yasası”nı gündeme getirdi. yasa uygulamaya girdiğinde onlarca pkk’lı serbest kalacaktı. pkk’lılar serbest kalmalıydı çünkü kuzey ırak’ta kürt kartını oynayan abd’ye militan gerekliydi. erdoğan “avrupa standartlarını yakalıyoruz” diyordu. tam da o günlerde israil gazze’de ateşkes ilan etti. çünkü gazze abluka altındaydı. fakat türkiye’den israil’e herhangi bir ses yükselmiyordu. yükselemiyordu. , türkiye konuya bile değinme ihtiyacı gütmüyordu. iktidarın yaşaması için susmak gerektiğinde akp susuyor, yasa yapmak gerektiğinde yasa yapıyordu.

157* özelleştirme konusu bir türlü bitmiyordu. halk kabullenmekte zorlandığı için hükümet inanılmaz bir karar alarak doğalgazda %7 indirim yaptı. yapılan indirimin sebebi olarak petkimin özelleştirilmesi gösterildi. halka özelleştirmenin iyi olduğunu anlatmak için her şey yapılıyordu. hükümet bir karar daha aldı ve milli eğitim bakanlığına ait okulların da satılabileceğini açıkladı. ne var ne yok sat felsefesi hayata geçiyordu. 

158* 4 temmuz 2003 tarihinde ortalığı yerinden oynatan bir hadise vuku buldu. türkiye’nin kuzey ırakta, süleymaniye’de bulunan karakoluna amerikan askerlerince baskın yapılmış, türk askerinin başına çuval geçirilmiş, 24 kişi esir alınmıştı. askerler iki gün sonra serbest bırakılmıştı. yaşanan olay karşısında iktidarın abd’ye nota vermesini isteyen baykal’a erdoğan cevap vermiş “müzik notasımı bu, ne veriyorsun” demişti. herkes yaşananları akp-abd gerginliğine bağlamıştı. oysa durum başkaydı. abd, tsk’ya göz dağı veriyordu. abd zaten daha önce de kuzey ırakta bulunan türk karakollarından rahatsızdı. operasyonlar da bu karakollara yapılmıştı. 1990 yılında körfez savaşına katılma kararı önüne set kuran tsk 1993 yılında cezalandırılmıştı. muavenet gemisi kaptan köşkünden vurulmuştu. bu kez de askerin başına çuval geçirilmiş ve türk askerinin itibarı beş paralık olmuştu. bu durum karşısında hükümet sert bir tutum takınamadı. herkes gül’ün abd’ye yapacağı ziyareti iptal edeceğini sanıyordu. fakat gül ziyareti iptal etmedi. akp olanları görmezden geldikçe abd daha da ileri gidiyordu. amerikan meclisi ermenilere soykırım yapıldığına dair tasarıyı senatoya sunmuştu. rumsfeld erdoğan’a mektup yazdı ve “stratejik ortalıklığımız devam ediyor” dedi. bu tarihlerde 6. uyum paketi yürürlüğe girdi. sırada 7. uyum paketi bulunuyordu. 

159* temmuz sonuna gelindiğinde abd yeni bir taleple akp’nin karşısına çıktı: amerika kuzey suriye sınırına tampon bölge kurmak için asker istiyordu. gül “çıkarlarımız neyi gerektiriyorsa onu yaparız” dedi. s&p türkiye’nin notunu bir kez daha yükseltti. 7. paket meclise geldi. bu paket çok önemliydi. çünkü ordunun etkisini kıran bir takım düzenlemeler içeriyordu. tsk’nın içerisinde bulunan ve anti-amerikan tutuma sahip kontrolü güç bir çevre vardı. bu çevrenin etkisi azalmalıydı. 7. paket bu etkiyi azaltıcı içeriğe sahipti. ve 7. paket de meclisten geçti. amerika ve ab türkiye’yi tebrik etti. batı basını akp’yi ayakta alkışlıyordu. tavizler bitmiyordu. 2003 yılı tavizler yılıydı. akp fuller’in biçtiği kostüme çok çabuk alışmıştı. türkiye hem ortadoğuda amerikan menfaatlerini gözetiyor hem de türkiye amerikan şirketlerinin pazarı haline geliyordu. ama henüz kürt meselesi ve tsk’daki anti-amerikan tutum ele alınmamıştı. buna rağmen akp çok başarılıydı. bunu george soros söylüyordu. gezi olayları sırasında hükümet olayların arkasında faiz lobisinin olduğunu açıklamıştı. hükümete göre faiz lobisi türkiye’yi karıştırmak için otpor’u kiralamıştı. otpor daha önce başka ülkeleri de karıştırmıştı. zaten otpor’un arkasında soros vardı. melih gökçek ekranlarda soros’un ne kadar tehlikeli olduğunu anlatıyordu. işte o soros yıllar önce , ''bence ak parti demokrasiye inanıyor. önceki hükümetlerden daha dürüst, yolsuzluk daha az ve desteği hak ettiğine inanıyorum” demişti. 2004’ün ilk günlerinde ise uluslararası yahudi kongresi erdoğan’a “üstün cesaret ödülü” vermişti. zira bu yapılanlar cesaret gerektirirdi. yıllar önce islamcı erbakan hareketini kundaklayanlar onun öğrencisinin islamcı hareketine cesaret ödülü veriyordu. 29 ekim 2004’te, türkiye’nin kuruluş gününde tayyip erdoğan ve abdullah gül, italya’ya gidip ab anayasasını imzaladı. imza töreninin yapıldığı salonda türk ve islam düşmanı olan papa 6. innocent’in heykeli duruyordu. simgeler oldukça manidardı. yıllar sonra 2011’de müslüman libya’ya yapılan nato harekatına erdoğan önce karşı çıkmış “natonun ne işi var libyada yahu” demişti. ardından batının talepleri karşısında türkiye nato donanmasına izmir limanını açmıştı. izmir limanından kalkan nato donanmasında türki gemiler de vardı, libyayı bombalayan bu donanmanın amiral gemisinin ismi “andre dorria’ydı”. dorria, preveze deniz savaşında osmanlı devletiyle savaşan haçlı ittifakının amiraliydi. batı simgeleri özenle seçiyordu. akp ise karşı çıkmıyordu. siyasal islam bu kez tutmuştu. 

160*akp’nin 1. yılı başarı ile tamamlanınca batının akp’ye olan güveni arttı. böylece ortadoğu politikasındaki vizyon geliştirilmeye başlandı. erdoğan 2 yılda 16 farklı yerde “bop eşbaşkanı” olduğunu açıkladı. bop yıllar sonra 2011 senesinde patlak veren arap baharıyla canlanacaktı. türkiye o yıllarda yaşanan sokak olayların tam destek vermişti. olaylar sonucunda bir çok lider devrilmiş yerine islami partiler geçmişti. fakat sonradan anlaşıldı ki olayları tertipleyenler batı ajanlarıydı. mısır’da ve cezayirde iktidara gelen islami partiler de indirildi. libya 3 yıl boyunca karışık vaziyette kaldı. suriye’de iç savaş çıktı. fırsattan istifade eden israil gazze’ye saldırdı. bu saldırı karşısında hiç bir müslüman devlet fiilen karşı koyamadı. öyle ya, hepsi karışıktı. kimse birbiriyle doğru düzgün ilişkiler geliştirememişti. bu olaylar esnasında erdoğan “gazze’ye gideceğim” açıklaması yaptı. ısrarlıydı. fakat abd dışişleri başkanı kerry “şuan bu mümkün görünmüyor” şeklinde cevap verdi. ortalık yerinden oynadı. akp bu söze gıcık olmuştu. türkiye’nin ve dünyanın lideri istediği yere istediği zaman giderdi. fakat zamanla kerry haklı çıktı. aradan 3 yıl geçmesine rağmen erdoğan gazze’ye gidemedi. akp 2005 yılında hala kürt sorunu ve askerle ilgili adımlar atamıyordu. yıllar sonra, 2007’de askere karşı başlatılan operasyonlarda onlarca rütbeli asker darbecilikten göz altına alındı, 2009’da başlayan kürt açılımı ile de kürt sorununda tavizler koparılmaya başlandı. 

161* batının akp ile türkiye’de yaptığı en önemli şey, kurduğu ekonomik düzendi. batı bu düzeni hemen her ülkede kurmayı denemişti. sovyetler birliği dağılınca başa geçen yeltsin çoktan batının kucağına oturmuştu. batı, sovyet pazarına girebilmek için gerekli yasal düzenlemelerin yapılmasını yeltsin’den istedi. yeltsin de bu talep doğrultusunda özelleştirme yasası çıkardı. büyük sovyet kurumları yok pahasına satıldı. satın alanlar ise batının yeltsin’e önerdiği bazı genç iş adamlarıydı. batı bizzat piyasaya girseydi, halk bu duruma tepki gösterirdi ama pazara rus genç işadamları girince tepki olmayacaktı. üstelik rusya’da yabancı yatırımcı istediği gibi hareket edemiyordu. bu adamlar rustu ama batının adamlarıydı.  abramoviç’in de aralarında bulunduğu bu gençler, yeltsin sayesinde sovyet’in bir çok büyük enerji şirketini ucuza aldı ve kısa süre içerisinde milyonlarca dolar kar etmeye başladı. ama batının talepleri bitmezdi. fakat talepleri yerine getiren yeltsin iktidarda kalamadı. tıpkı batının kuklalığını yapan pehlevi’nin milliyetçi musaddık tarafından devrilmesi gibi yeltsin’in ne mal olduğunu anlayan halk putin’i başa getirdi. putin batının planını bozdu. batı hesabına önemli kurumları satın alan iş adamlarını ülkeden kovdu. yakalayabildiğini içeriye attı. abramoviç kaçmayı başardı. önemli enerji kurumları tekrar devletleştirildi. 

162* batı bu oyunu rusya’da oynamıştı… türkiye’de oynamaz mıydı? “özal’ın prensleri” … özal da ticarete soktuğu genç iş adamlarına önemli kurumları peşkeş çekmek istemişti. ama ömrü yetmemişti. 

163* tayyip erdoğan da iktidara geldikten sonra yabancı sermayeyi yerli sermayeyle eş tutan yasaları geçirdi. bir çok devlet kurumu piyasadan çekildi. denildi ki, devlet aradan çekilsin, piyasada rekabet artsın. batının dünyaca ünlü ve çok büyük şirketleri eşit şartlar sunulduğu taktirde yerli lokal müteşebbisleri yutardı. nitekim öyle oldu, şuan çok önemli sektörlerde, en önemli kuruluşlar hep yabancıdır. oteller yabancıdır. limanlar yabancıdır. bir çok fabrika yabancıdır. bugün borsa’daki müteşebbislerin %30’u yabancıdır ama o %30’luk yabancılar borsadaki kağıtların %70’ine sahiptir… bugün yabancı yatırımcıların türk piyasasındaki oranı nedir biliyor musunuz? %65! 

164* erdoğan, önce yabancı sermaye ile yerli sermayeyi eş tuttu. sonra ihale kanununu değiştirerek yabancıların da ihalelere girmesine olanak sağladı. ihalelere giren yabancı sermaye türkiye’nin en önemli kurumlarını, limanlarını işletmelerini satın aldı. o yabancı yatırımcılar bu ihaleleri alsın diye türkiye’deki vergi oranları düşürüldü. örnek vermek gerekirse, şuan izmit’te güney koreli posco fabrikası türkiye’nin ilk paslanmaz çelik üretimi için fabrika açtı. posco neden fabrika açmak için türkiye’ye geldi? çünkü türkiye avrupaya ve ortadoğuya yakındı. üretilen ürünlerin pazarlara aktarılması kolaydı. bu bir. ikincisi, türkiye’de yabancı yatırımcıya yüklenen vergi yükü düşüktü. yani bu fabrika almanya’da açılsaydı, posco’nun sahibi olan güney koreli işadamı üç dört kat daha fazla vergi ödemek zorunda kalacaktı. üstelik almanya’daki iş güvenliği şartları daha ağırdı. bu şartları sağlamak için daha fazla maliyet gerekecekti. türkiye’de ise bunun maliyeti düşüktü. madende 301 kişi ölse bile çok büyük problem değildi. ve üçüncüsü, asgari ücret düşüktü. hükümet asgari ücreti bilerek artırmıyor. çünkü asgari ücretin düşük olması, vergilerin düşük olması, iş güvenliği şartlarının düşük olması yabancı yatırımcıyı ülkeye çekiyor. ülkeye para giriyor, ekonomi rahatlıyor.  

165* fakat önemli bir sorun vardı… o da şuydu: ekonomi yabancı sermaye sayesinde yaşar hale gelmişti. 
-şayet çok zengin şirketler türkiye’deki yabancı yatırımcılara “çıkın oradan” derse, ekonomi biterdi.
-üstelik türkiye’deki ekonomik düzen yabancı yatırımcıya bağlıydı. yabancı yatırımcı hoş tutulmazsa, ülkeden çıkardı, o zaman yine ekonomi biterdi.
- asgari ücret artarsa, yabancı yatırımcı gider, ekonomi biterdi.
-iş güvenliği mevzuatı sağlamlaştırılırsa, yabancı yatırımcı gider ekonomi biterdi.
-vergiler artırılırsa yabancılar gider ekonomi biterdi.
-faizler yükselirse, piyasa tedirgin olurdu, yabancılar yine giderdi, ekonomi biterdi.
-ülkede olaylar çıkarsa piyasa yine tedirgin olurdu, yabancılar yine giderdi ekonomi biterdi.
tüm bunların yanında ekonominin sağlam durabilmesi için her yıl ülkeye yabancı sermaye girmek zorundaydı. ali babacan  “her yıl türkiye’ye 300 milyar dolar girmek zorunda” açıklaması yaptı. türkiye her yıl bunca sermayeyi ülkeye getirmek için tavizler vermek zorundaydı. özel sektöre hemen her alan açıldı. okullar, üniversiteler, hastaneler, telekom, enerji alanları… hemen her yer açıldı 

166* 2013 haziranında, gezi olayları tüm hızıyla sürerken bir gelişme yaşandı. bir yasa çıktı. bu yasaya göre türkiye petrol anonim ortaklığının tekel özelliği kaldırıldı. yabancı şirketlerin türkiye’deki maden ve yer altı kaynaklarını işletme hakkı serbest hale geldi.  mehmet şimşek tarafından yeni özelleştirme programı sunuldu. türkiye önümüzdeki dönemde yer altı kaynakları ve madenlerini de batıya pazarlayacak. 
babacan açıklama daha yaptı, dedi ki “yerli sermayenin sanayi ve üretim sektörüne yönelmesi şart”  türkiye’deki yabancı sermayenin önemi azaltılmalı ve yerli sermayenin ihraç mal kapasitesi artmalıydı. babacan 12 yıl sonra kurdukları ekonomik düzenin yetersizliğini ilan ediyordu… zira eğer yabancı sermayenin ekonomideki etkisi azaltılmasza batı türkiye’ye her talebini kabul ettirir. türkiye kabul etmezse önce ekonomi bozulur ardından türkiye’deki recep tayyip erdoğan düşmanlarının önü açılır. erdoğan iktidarını kaybeder. 

167*  türkiye büyük bir kıskaçta, türkiye bunun farkında. akp bunun farkında. bu kıskaçtan çıkmak istiyor.  kendi zenginini yaratmaya çalışıyor. ihaleleri, arsaları kendi yakınlarına veriyor, iran’la ve çin’le anlaşmalar yapıyor… yapıyor ki batı’nın sermayesine ihtiyaç kalmasın. ama ne yaparsa yapsın, işe yaramıyor. çünkü zamanında kol bile kaptırıldığı için, şimdi geri alabilecek hiç bir şeyi yok. türkiye yıllar boyunca sanayi ve üretim alanına önem vermesi gerekirken sadece inşaat sektöründe gelişim sağladı. 

168*  rehineler henüz ışid tarafından serbest bırakılmadan önce, obama ışid’e karşı kurmuş olduğu koalisyonda türkiye’yi muhakkak istiyordu. ama erdoğan “türkiye ışid’e karşı kurulan koalisyonda yer almayacak, ancak insani yardım noktasında yardımcı olabiliriz.” açıklaması yapmıştı. bu açıklamadan sonra bir takım haberler amerikan ve alman basınında yer almaya başladı. dinlemeler! alman basınında “almanya türkiye’yi yıllarca dinledi” haberleri patlak vermişti. alman basını bu konuyu her gün işliyor fakat nedense dinlemelerin içeriğine ilişkin herhangi bir açıklama yapmıyordu. merkel iddiaları yalanlamadı. erdoğan ise konuyla ilgili hiç konuşmadı. oysa aynı dinlemeleri yapan cemaat “vatan haini” ilan edilmişti. cemaat dinleyince vatan haini oluyordu ama almanya dinleyince çıt çıkmıyordu. sessizlik sürerken, bir haber de amerikan basınından patlak verdi: amerika da türkiye’yi dinlemişti! fakat ne hikmetse bu dinlemelerin de içeriğine ilişkin bilgi yoktu. obama iddiaları yalanlamamıştı. türkiye yine sessizdi. tam da bu haberlerin yapıldığı günlerde nato toplantısı olacaktı. erdoğan toplantıya gitti, obama ve merkelle görüştü. ardından ışid rehineleri serbest bıraktı. bunun üzerine erdoğan “rehineler durumu varken konuşamıyorduk, türkiye ışid konusunda üzerine düşeni yapacaktır.” diye konuştu. böylece türkiye ışid’e karşı yapılması planlanan operasyona katılma kararı aldı. ve dinleme haberleri bıçak gibi kesildi. o gün bu gündür dinlemelerle ilgili tek haber çıkmadı. türkiye bir kez daha taviz vermişti. 

169* akp, iktidara geldiğinde tavizkar politika gütmezse iktidarda kalamayacağını biliyordu. bu nedenle gücü eline alıncaya dek tavizleri sürdürdü. fakat öyle tavizler verdi ki, türkiye bugün içinde bulunduğu kritik konuma doğru savruldu. 
bu süreçte akp önce meclisi ve medyayı, ardından devlet kurumlarını ve yargıyı ve emniyeti ve danıştayı ve askeri ve en sonunda köşk ile hsyk’yı kontrolü altına aldı. daha önce hiçbir iktidar bu kadar kurumu tesir altına alamamıştı. hiçbir iktidar aynı anda bu kadar sayıda organa hükmedememişti. üstelik akp’nin arkasında halk desteği de vardı. tayyip erdoğan aşırı güçlenmişti. artık bağımsızlık hayalleri kuruyordu. eskisi gibi etrafa yumuşak açıklamalar yapmıyordu. esiyordu, gürlüyordu, kızıyordu. fırçalıyordu. 

170* tüm bunlar yaşanırken, eylül 2012’de tayyip erdoğan’ın siyasi kariyerinde çok büyük emeği olan erdoğan’ın dostu ve çalışma arkadaşı morton abramowitz bir makale kaleme aldı. o güne dek akp’nin sıkı bir hayranı olan abramowitz 2012 eylülünde kaleme aldığı makalesinde önemli konular açıklıyordu…
-abramowitz hükümetin zor günler yaşayacağını söylüyor, pkk konusunda ciddi adımlar atması gerektiğini belirtiyordu. tam da o tarihlerde pkk’nın eylemleri artmaya başladı, her gün onlarca şehit haberi geliyordu. bu olaylar sonrasında hükümet ciddi adımlar atarak barış sürecini başlattı. 
-abramowitz 2013 yılında hükümetin muhaliflerden çok çekeceğini belirtmişti. 2013 yılında gezi olayları patlak vermişti. 
-abramowitz 2014 başlarında akp’nin ciddi bir bölünme riski yaşayacağını açıklamıştı. 2013 sonunda 17 aralık süreci patlak verdi. cemaat ve akp yollarını ayırdı. 2014 yılının başlarında akp ciddi bir cemaat tehlikesi yaşadı. 
-abramowitz ekonominin kötüye gideceğini açıklamıştı. suriye konusunda türkiye’nin yetersiz kaldığını söylemişti ve makalesini bitirirken şu cümleyi söylüyoru: “türkiye sürprizlerle doludur, boş bırakılmaması gerekir.” batı ile yaşanan balayı bitmişti. abramowitz bu haberi ortalık süt limanken duyurmuştu. yıllar onu haklı çıkardı ve otoriterleşen erdoğan’ın arası batı ile git gide kopmaya başladı. artık erdoğan eskisi gibi “demokrat” değildi. türkiye eskisi gibi “bölgesel lider” değildi. erdoğan batıda diktatör, baskıcı, özgürlükler karşıtı gibi isimlerle anılmaya başlanmıştı. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder