25 Kasım 2016 Cuma

Libya ve Onun Karşı Konulamaz Petrol Kaynakları

 raif karadağ'ın da dediği gibi "dünyada her şey ama akla gelebilen her şey ham madde kaynaklarına bağlıdır." savaş ve barış, bu kaynakların bulunduğu sahalar etrafında yaşanan gizli ve korkunç bir takım mücadeleler eseridir. üçüncü sanayi devriminden itibaren dünyanın yegane hammadde kaynağı neft, yani petrol oldu. dünya gerek askeri gerek ticari gerekse endüstriyel anlamda petrole muhtaç hale getirildi. öyle ki, az gelişmiş ülkeler dahi petrolsüz kaldıklarında büyük sıkıntılarla yüz yüze gelmektedir. en basit örnekle, türkiye'de yaşanacak bir tür petrol krizi en başta ulaşım sektörünü baltalayacak ve araçlar kullanılamaz hale gelecektir. bu önce ticareti, ardından turizmi ve nihayetinde hemen her şeyi durduracak noktaya getirecektir. petrol savaş sanayii için de elzemdir. savaşın sürebilmesi için, bir günde binlerce varil petrolün tüketilmesi gerekir. zira savaş makinaları, uçaklar ve tanklar ciddi birer petrol tüketicisidir. petrol kıtlığı halinde ordular hareket kabiliyetini tamamen yitirebilir ve savaşı kaybedebilirler. petrol endüstriyel üretim için de temel ham maddedir. petrolsüz bir ülke üretemez, yürüyemez ve en önemlisi savaşamaz. bu nedenledir ki 19. yy' nin sonlarından itibaren dünya gittikçe artan bir şiddetle petrole bağımlı hale geldi. petrol üreten ve elinde petrol bulunduran ülkeler güçlendi ve daha çok üretmeye başladı. 1. dünya savaşının en şiddetli zamanlarında fransa artan petrol ihtiyacını amerika'dan karşılayarak savaşı kaybetmenin eşiğinden döndü. öyle ki, fransa amerikan petrolünü alamasaydı tüm mekanize birlikleri duracak ve savaş kaybedilecekti. bu yüzdendir ki 1. dünya savaşının en şiddetli çarpışmaları polonya, musul, iran bölgelerindeki petrol üzerine yaşanmış, savaşın ardından yapılan cenova konferansında bakü petrolleri için bir çok ülke çetin savaşlar vermiştir. 



libya petrolü için büyük bir savaş kapıdaydı zira italyan dışişleri bakanı petrol için öncelik istiyordu. libya afrika'nın en büyük petrol rezervine sahipti. libya'daki bilinen petrol rezervi 48 milyar varildi. devrimden önce libya günde 1,6 milyon varil petrol üretiyor ve petrolü italya, almanya, ispanya ve fransa'ya satıyordu. müdahalenin ardından libya petrolleri üzerine atılım yapan total'e geçince bahar dönemindeki kaos ortamı bir anda düzeldi. günlük petrol üretimi 1,4 milyon varile yükseldi. 2012 baharında petrol üretimi normale döndü 
tayyip erdoğan libya müdahalesine ilk başlarda karşı çıkmıştı. fakat daha sonra fikrinden döndü. türk ordusu fransa önderliğinde kurulan nato donanmasına gemi gönderdi. türkiye bu hamlesinin karşılığını alacaktı. libya'da sular durulunca türkiye fırsatı değerlendirdi 2012 mart'ında iran petrolü yerine libya petrolü ithal etmeye başladı.  fransa'nın oldu bittisiyle işgal edilen libya'da ilk hükümeti mustafa ebu şakur kasım 2011'de kurmuştu. 2012 yazına kadar ülkede pek fazla olay olmadı. fakat sonbahara doğru libya yeniden karıştı. eylül 2012'de amerikan büyükelçiliği basıldı ve abd'nin libya büyükelçisi öldürüldü.sokaklar yeniden ısınmıştı. olaylar karşısında şakur bir yılı doldurmadan, ekim ayında başbakanlıktan düşürüldü. yerine ali zeydan geldi. zeydan sarkozy'e harekat için destek veren bir muhalifti. her şeye rağmen sokak olayları bitmek bilmiyordu. petrol devleri libya'yı total'e bu kadar kolay kaptırmaya niyetli değildi. yıl sonuna doğru italyan petrol devi eni, libya petrolleri için yatırımlarını artıracağını açıkladı.   2013'ün ocak ayında bir atak da türkiye'den geldi. enerji bakanı taner yıldız ciddi bir biçimde libya'dan petrol sahası istediklerini açıklıyordu. türkiye dev petrol tröstlerine rağmen libya petrollerinden pay alabileceğini düşünüyordu. çünkü türkiye nato harekatına katılmıştı ve batı ile sıkı ittifak içerisindeydi. bu nedenle petrolden kolayca pay alabileceğini düşünmüştü. komikti. bu girişim hüsranla noktlandıktan sonra türkiye'nin tüm dikkati suriye politikasına kayacaktı. zira fransa'nın libya'da yaptığını türkiye suriye'de yapabilirse önemli gelir elde edilebilirdi. üstelik fransa'nın libya'yla ciddi bir bağı bulunmuyordu. türkiye ve suriye arasında dini, milli ve kültürel bağlar vardı. batı'nın esad'ı istenmeyen adam ilan etmesi türkiye için büyük bir fırsat olabilirdi. işte bu yüzden erdoğan fransa'nın libya'da yaptığını suriye'de yapma hayalleri kurmaya başladı. erdoğan'ın suriye'de ısrarla nato müdahalesi istemesinin nedeni buydu. 
2013 başlarında başlatılan libya petrolü çabası sonuçsuz kalınca erdoğan vakit kaybetmeden batı'yı suriye müdahalesine zorlamaya başladı. batı'nın mayıs ayında müdahaleye yeşil ışık yakması üzerine umutlanan erdoğan niyetini açıkça belli ediyor, sınırlı müdahale bizi tatmin etmez diyordu. fakat erdoğan her şeye rağmen batı'nın kendisini oyaladığının farkında değildi. batı nezdinde fransa'nın yeri ile türkiye'nin yeri aynı olamazdı. erdoğan 10 yıllık batı ittifakını yanlış yorumlamış, suriye'ye kolayca girebileceğini düşünmüştü. fransa'nın libya'da yaptığını türkiye suriye'de yapamayınca erdoğan çileden çıktı. batı tarafından bir kez daha aldatıldığını anlamıştı. batı'nın asırlardır dini ve kültürel bir parçası olan fransa ile daha yüz sene öncesine kadar batıyla savaşan türkiye nasıl eşit olabilirdi ki? erdoğan batı'ya suriye için çok önemli bir taviz bile vermişti. gezi olaylarının ikinci gününde, 30 mayıs 2013'te yürürlüğe giren petrol yasası neticesinde yabancı şirketlere türkiye'de petrol arama ve sondaj yapma izni verilmiş, şirketlere çıkardıkları petrolün sekizde yedisini alma hakkı tanınmıştı. bu yasa ile birlikte türkiye'nin her yerinde, yüksek güvenlikli askeri bölgelerinde bile petrol arama çalışmaları yapılabilecek, yabancı petrol şirketleri türkiye'nin istediği yerinde kafasına göre sondajlar yapabilecekti. işin ilginç yanı gezi olaylarının tam ortasında yaşanan bu gelişme hiç bir çevre örgütü tarafından ele alınmadı. türkiye'nin dört bir yanında üçüncü köprü, gezi parkı ve üçüncü hava alanı projelerine karşı şanlı tepkiler yağıyordu, türk gençliği ağacına ve özgürlüğüne sokakta sahip çıkıyordu ama kapitalist şirketlere çevreyi katletme imkanı veren petrol yasası gezi olaylarını sahiplenen örgütler tarafından asla dikkate alınmıyordu. erdoğan karşıtı çevreci gezi olaylarının önde gelen sivil toplum örgütleri petrol yasasını görmeyerek sokaktaki gençlere bir anlamda ihanet ediyordu.  2013 yılında libya'da olaylar durulmuyordu. işgal hareketleri petrol sahalarına da bulaşmıştı. yaşanan olaylar italyan eni ve fransız total şirketlerinin işlerini baltalıyordu. kapatılan petrol alanları ağustos 2013'te yeniden açıldı.15* ekim 2013'te ise çok önemli bir olay yaşandı. libya başbakanı zeydan kaçırıldı. daha sonra serbest bırakılsa da sokak olayları bir türlü dinmedi. libya'daki olaylar petrol savaşının kolay kolay dinmeyeceği gerçeğini fısıldıyordu. hükümet karşıtı eylemlerin petrol sahalarına yansıması sonucunda isyancı liderler petrol kuyularını ele geçirmiş ve petrolden hisse elde etmek için hükümete baskı yapmaya başlamıştı. ülkenin doğusunda bulunan isyancılar iyice kontrolden çıkmış ve özerklik talebinde bile bulunmuştu. başbakan ali zeydan ise özerlik talebini şiddetle reddediyordu. yaşanan olaylar petrol üretimini %80 oranında düşürmüştü.  tam da bu esnada amerikalı diplomat ethan chorin bir açıklama yapıyor ve "durum böyle devam ederse federasyon kaçınılmaz olacak. bu, libya için iyi bir çözüm olabilir." diyordu. başka bir amerikalı john hamilton ise “hükümetin milislerin üzerine askeri güçle gitme olasılığı yok, çünkü bu felaket olur." diyecekti. olay basitti. ilk etapta libya petrollerinden pay kapamayan amerika libya'daki büyükelçisini zamanında çekmeyerek ölümüne neden oluyor ve libya olaylarına müdahil olma fırsatını yakalıyordu. ülke genelinde yaşanan sokak olayları isyan hareketlerine dönüşünce bu hareketler petrol sahalarını ele geçiriyor ve özerklik talebinde bile bulunuyordu. amerikalı uzmanlar ise libya'nın bölünmesinin hayırlı olacağını ifade ederek özerklik alacak isyancı gruplarla anlaşmayı düşünüyordu. bu durumda isyancı grupları amerikan gizli servisinin silahlandırdığını iddia etmek, çok mu abes olur? ya da  libya petrolü total'in değil de amerikan exxon'un elinde olsaydı, özerklik talepleri konusunda amerikalı uzmanlar bu kadar olumlu olabilir miydi? tabiki hayır. yaşanan tüm gelişmeler petrol üzerineydi ve amerika da bu olayların uzağında kalamazdı. 
Mart 2014'te, yaşanan olaylara çözüm bulamadığı gerekçesiyle ali zeydan hükümeti de düşürüldü, onun yerine de abdullah el-sani getirildi. el-sani ile fransız müttefiki ali zeydan dosttu. görünüşe göre fransa libya'da ipleri elden bırakacağa benzemiyordu. fakat olaylar el-sani döneminde de devam etti. bir ay geçmeden ailesine silahlı saldırı düzenlendi. el-sani görevinden istifa etti. fransa bastırdıkça sokak isyanların ardındaki güçler de bastırıyordu. 
libya'da hükümet bunalımı yaşanırken çok ilginç bir olay yaşandı. yaşanan bu olay libya'daki petrol savaşının tüm dünya güçleri tarafından nasıl takip edildiğini gözler önüne seriyordu. o güne dek libya üzerinde italyan ve fransız şirketlerinin etkisi büyüktü. karşılarında ise libya'yı karıştıran başka bir güç vardı. üstelik isyancılar kendileri için de petrol talep ediyordu. isyancı liderlerden biri olan ibrahim cadran istediği hisseyi alamayınca petrolü kendisi çıkartarak bir gemiye yükledi ve petrol yüklü gemi gizlice kaçırıldı. amerikan deniz komandoları inanılmaz bir şekilde söz konusu gemiye çıkarma yaparak kaçakçılığa engel oldu. kaçırılan gemide kuzey kore bayrağı vardı. yani isyancılar petrolü kuzey kore'ye satmaya çalışmışlardı. çok ilginçti. libya petrolü fransızlar tarafından işletiliyor, isyancılar tarafından kuzey kore'ye satmaya çalışılıyor ve amerikalılar tarafından yakalanıyordu. 
Nisan 2014'e gelindiğinde durumun vehametinin farkına varan fransızlar hamle yaptı. libya hükümeti ile isyancılar anlaşmak zorunda kaldı. çünkü petrol üretimi neredeyse sıfıra inmişti. libya 8 ayda 18 milyar dolar kaybetmişti. oysa asıl kaybedenler italyan ve fransız petrol şirketiydi. yapılan anlaşma sonucunda petrol üretimi yeniden hızlandı. haziran'da yapılan seçimlerde fransız yanlısı el-sani yeniden kazandı ve başbakan oldu. parlamento güvenlik sorunu nedeniyle toplantıları tobruk'ta yapıyordu. durumdan istifade eden karşı güçler başkent trablus'ta yeni bir hükümet kurdu. böylece tobruk'taki meşru hükümetin karşısına trablus hükümeti çıktı. amerika çok önemli bir hamle yapmıştı. böylece libya içinden çıkılmaz bir hal aldı. amerika libya'yla sıkı şekilde ilgilenemiyordu çünkü batı'nın petrol savaşından istifade eden putin ukrayna'yı karıştırmıştı. ukrayna'da yaşanan karışıklıklar sonucunda kırım bölgesi aldığı kararla referanduma gitmiş ve rusya'ya bağlanma kararı almıştı. putin zamanı ustaca seçmiş ve böylece önemli bir kazanım elde etmişti. amerika yaşanan bu olay karşısında putin'i önce nato müdahalesi ile tehdit etmiş fakat bu hamle işe yaramayınca rusya'ya karşı "ekonomik yaptırımlar" almak zorunda kalmıştı. böylece amerikan-rus ekonomik savaşı patlak vermiş ve petrol fiyatları düşmeye başlamıştı.durumdan istifade etmek isteyen fransa libya'daki girişimini baltalayan amerika'ya ciddi bir çalım atarak rusya'ya karşı başlatılan ambargoya pürüz çıkardı. fransa rusya'yla ilişkilerini dondurmak istemiyordu. şüphesiz fransa'nın bu politik duruşunun ardında yatan sebep total petrol'ün girişimleriydi. total elinde bulundurduğu güçle fransız politikalarına yön veriyordu. bunun en önemli örneği libya işgaliydi. başka örnekleri de vardı. total'in etkili olduğu ülkelerden biri de arjantin'di. arjantin her ne kadar ingiltere ile büyük sorunlar yaşasa da fransa arjantin'e destek sağlıyordu. bir yerde fransa total'in baskısıyla müttefiği ingiltere ile karşı karşıya geliyordu. bunun sebebi petrolün gücüydü. aynı senaryo ukrayna'da da yaşandı. fransa rusya ile yaptığı 2 milyar dolar hacimli gemi anlaşmasını bozmak istemedi. çünkü total libya'da kendisine büyük zarar veren amerika'ya karşılık vermek istiyordu. total'in ceo'su christophe de margerie temmuz 2014'te yaptığı açıklamada yeni bir berlin duvarı örmeye gerek yok diyecek ve rusya yanında boy gösterecekti. total böylece ukrayna petrollerinden de pay almayı hedefliyordu. aynı anda hem libya hem de ukrayna'da savaşa tutuşan petrol tröstleri hükümetleri de politikalarına alet etmişti. libya'daki savaş içinden çıkılmaz bir hal almış 2014 temmuz'unda libya'daki petrol üretimi yeniden durma noktasına  gelmişti. libya'daki savaş öyle bir hal almıştı ki, iki petrol devinin kavgası nedeniyle libya hükümeti petrol ihtiyacı nedeniyle petrol ithalatı yapma kararı almıştı. petrol zengini libya petrol ithal edecekti. zavallı libya halkı, yaşanan bu petrol savaşı nedeniyle nice zulüm görüyordu. türkiye de bu savaş esnasında bir tür görev alıyor ve libyadaki cihatçıların tedavi görevini üstleniyor, libya'dan türkiye'ye yaralı isyancı akını yaşanıyordu. 
ağustos 2014'te amerika'nın ünlü foreing policy dergisi'nde yayınlanan bir makale yaşanan petrol savaşını açıkça gözler önüne seriyordu. makalede rusya'nın ukrayna'ya fırlattığı füzelerin aynılarının libya'da isyancılara fırlatıldığı belirtiliyor ve bu füzeleri ateşleyenlerin elbet bir gün bulunacağı ifade ediliyordu. makalenin sonunda ise amerika'nın libya'da çok öncü bir rol oynadığı ve bu rolün süreceği yazılıydı. amerika açıkça libya'yı bırakmayacağını ilan ediyordu. her şeye rağmen ağustos sonunda petrol üretimi yeniden arttı. eylül'de ise üretimler yeniden düştü. libya artık iyice bataklık halini alıyordu. iki taraf da asla vazgeçmeyecek gibiydi. tüm bu hengamenin arasında sahneye total'in ceosu de margerie çıktı. önemli bir kararla rusya'ya giden margerie putin'le özel olarak görüştü. total verdiği mesajla ne olursa olsun savaştan vazgeçmeyeceğini dünyaya ilan ediyordu. bu olay batı ittifakının çatırdadığının resmiydi. putin batı içindeki savaşı kendi lehine dahiyane şekilde kullanmıştı. petrol savaşları kanlı olurdu. fakat bu kez hiç olmayan bir şey oldu. görüşmenin ardından uçağıyla fransa'ya dönmeye hazırlanan de margerie sıradışı bir kaza yaptı. petrol savaşlarında başkanlar bile ölmüştü fakat petrolcüler ilk defa birbirlerini hedef almıştı. yaşanan kazada total'in ceosu de margerie ölmüştüde margerie'nin ölümünün ardından amerika uluslararası sistemi fransa karşısında kullanmaya başladı. kasım 2014'te fransa'nın ekonomik görünümü standart & poor's tarafından üçüncü defa düşürüldü. bir hafta sonra arjantinli papa vatikan dış işleri bakanı fransız mamberti'yi görevden aldı ve yerine ingiliz gallagher'i getirdi. fransız nükleer tesislerin üzerinde yakalanan insansız hava aracı sayısında patlama yaşanacaktıamerika'nın bitmek bilmeyen salvoları aralık 2014'te de devam etti. paris'te seyreden bir kamyon vatandaşların üzerine doğru sürüldü. olayda bir kişi öldü. bir kişinin öldüğü olay yüzünden ünlü eyfel kulesi çevresine komandolar yerleştirildi. normalde böyle bir olay için komandoların kullanılması gereksizdi fakat yaşanan petrol savaşı fransa'ya mesajlar veriyordu. yaşanan bu olay ciddi bir uyarıydı çünkü olay nijer'de cia'nın çinli petrol şirketlerine karşı desteklediği boko haram örgütü'nün militanları tarafından gerçekleştirilmişti. daha ciddi olaylar da yaşanabilirdi. bu nedenle önlem alınmalıydı.  14 aralık'ta libya'daki petrol üretimi yeniden durdu. bir çok liman yaşanan olaylar nedeniyle kapatıldı. fransa iyice kapana kısılmıştı. 26 aralık'ta ise libya'nın en büyük petrol ihraç alanına roketli saldırı düzenlendi. petrol üretimi yeniden durma noktasına geldi.  amerika yaşanacak bir tür ateşkese karşılık b planını bile tasarlamıştı. şayet libya hükümeti isyancılarla anlaşma sağlar ve kendilerine gerekli payları verirse devreye bu kez ışid girecekti.libya'nın doğusundaki derne kentinde ışid militanları yuvalanmıştı. kuzey suriye'de binbir güçlükle mücadele eden ışid nasıl oluyordu da libya'da teşkilatlanıyordu? bu çaba ne içindi? tabi ki petrol içindi.
2015 başlarında ise fransa lideri hollande manidar bir açıklama yapacaktı. 6 ocak'ta konuşan hollande "keşke esad'ı vursaydık", diyecekti. esad'ın vurulması suriyeli muhaliflerin başarıya ulaşmasını sağlayacak ve ışid'in ortaya çıkışını engelleyecekti. böylece hem kuzey ırak petrolleri hem de libya'daki ışid tehdidi hiç olmayacaktı. hollande bu açıklamayı yaptıktan bir gün sonra, 7 ocak 2015'te dünyayı sarsan olay yaşandı. cihatçı örgüt militanları bu kez charlie hebdo dergisine saldırı düzenledi ve bir çok insanı katletti. fransa'nın komandoları kötü sonu engelleyememişti. 
petrol savaşı bu olaya dek petrol sahası olan libya ve ukrayna'da yaşanıyordu. fakat artık fransa da karışmıştı. ülkesinin karışmasına müsaade etmek istemeyen hollande bu olayla birlikte total'e verdiği desteği azaltmaya başladı. fransa hükümeti geri adım atıyordu. ilk girişim rusya konusunda oldu. fransa rusya'yı gemi anlaşması ile ilgili olarak mahkemeye gitmekle tehdit etti. 21 ocak 2015'te ise total yeni bir açıklama yaptı ve kıbrıs açıklarında yürüttüğü sondaj faaliyetlerinden çekileceğini açıkladı. almanya, rusya, fransa liderleri minsk zirvesi'nde bir araya geldi. konu ukrayna'ydı. fransa'nın yoğun ısrarı putin'i de kısmen ikna etmiş ve rusya 12 şubat 2015'te ateşkes kararı almıştı. yaşanan bu gelişme karşısında amerika dış işleri bakanı kerry rusya uygulanan yaptırımların kaldırılabileceğini ifade ediyordu. amerika'nın son hamleleri ukrayna krizini tatlıya bağlamıştı. üstelik fransa bile bu konuda yoğun çaba harcamıştı. artık libya konusuna geri dönülebilirdi. ilk çıkışı çok farklı bir isim yapıyordu. mısır'ın lideri sisi birleşmiş milletler'e libya'ya müdahale etmesi için çağrıda bulunuyordu. çünkü ışid mısır sınırındaki bölgeyi de karıştırmıştı. işin en çarpıcı noktası ise sisi'nin bu çağrıyı fransız radyosunda yapıyor oluşuydu. fransa hükümeti libya savaşından tamamen çekilmişti. artık bölge tamamen amerikan kontrolüne girmişti. ateşkes imzalandıktan iki gün sonra libya'nın en önemli iki boru hattında patlama meydana gelmişti. bir hafta sonra ışid libya'daki patlamaları üstlendi. amerika'nın libya uzmanı richard heinberg durumu "normal" bulduğunu açıkladı. yaklaşık iki yıldır fransa ve amerika'nın yaşadığı petrol savaşı onlarca güç gösterisine sahne olmuştu fakat heinberg yalnızca iki yıldır sahnede olan ışid'in libya petrollerine sahip olma imkanını normal buluyordu. böyle bir şey mümkün müydü? kaldı ki amerika fransa kontrolündeki libya petrolleri için iki yıldır savaş vermesine rağmen ışid'in kontrolündeki musul petrolleri için kılını kıpırdatmıyordu. tüm bu doneler ışid'in amerikan menfaatlerine aykırı olmadığı mesajını veriyordu. aksi halde amerika hem musul hem de libya'daki petrollere göz diken ışid'i yaşatmazdı. 28 şubat 2015'te kıbrıs'taki fransız büyükelçisi çok önemli bir açıklama yaptı. total şirketi kıbrıs'ta petrol aramaları yapıyordu. charlie hebdo katliamından sonra total bu aramaları durdurma kararı almıştı. fakat total kısa süre sonra arama faaliyetleri için yeniden girişimde bulunmuştu. en azından güney kıbrıs konusunda kaybetmek istemiyordu. fakat fransız büyükelçisi çok önemli bir ifadede bulunmuştu. yaptığı açıklama fransız hükümetinin, total şirketi ile rum enerji bakanlığı arasında süren müzakerelere katılmadığına dikkat çeken büyükelçi fransız hükümetinin total'e verdiği desteği tamamen çektiğini tüm dünyaya haykırıyordu.  4 mart 2015'te ışid daha da ileri giderek iki petrol sahasını daha ele geçirdi. 5 mart 2015'te ise güneydeki petrol sahasına doğru ilerleyen ışid petrol kuyuları için çatışmaya girdi. bu olay gösteriyordu ki, amerika libya petrolleri için de ışid'i kullanıyordu. zira fransa ile 2 yıldır petrol için savaşan amerika ışid gibi ufak bir rakibi asla libya'da barındırmazdı. bunun tek bir anlamı vardı. ışid libya petrolleri açısından amerika için bir tehdit değildi. aksine amerikan menfaatleri gereği libya'ya sirayet ettirilmiş bir virüstü. 6 mart'a gelindiğinde amerika hem ukrayna hem de libya'da yürüttüğü iki savaşı da nispeten kazanmıştı. fransa total'e verdiği desteği çekmiş ve ukrayna konusundaki tüm kozlarını terk etmişti. fakat 6 mart 2015'te hiç hesapta olmayan bir güç devreye girmek için hazırlık sinyali verdi. savaşın başından bu yana uğradığı tüm zararlara rağmen sessiz kalmayı yeğleyen bu aktör tabiki de italya'ydı. arap baharından sonra libya petrolü fransa ve italya tarafından paylaşılmasına rağmen yaşanan petrol savaşında daima fransa ve amerika çekişmişti. oysa italya da libya petrolünde söz sahibiydi ve italya da en az fransa kadar zarar görüyordu. hem italya hem de italyan eni şirketi fransa ve total kadar güçlü değildi. bu durum onları savaştan uzak tuttu ve tüm yaşananlara rağmen italya sessiz kalmayı seçti. üstelik italya'nın ünlü lideri berlusconi italya'nın libya petrollerine ortak olmasından kısa süre sonra, kasım 2011'de olaylı bir şekilde görevden ayrılmak zorunda kalmıştı. o günden bu yana yeni italyan hükümeti petrol savaşına girmeyi reddediyordu. 
italya başbakanı matteo renzi tg5 televizyonuna açıklamasında, “libya sorununu anlamak için bilgeliğe, ihtiyatlılığa ve durumun net kavrayışına ihtiyaç var. orada karmaşık süreçler yaşanıyor, gidişatını yakından izliyoruz ama tam pasiflikten paniğe ve tedbirsiz eylemlere ani geçiş ihtiyacını görmüyoruz.” diyerek tutumunu açıkça belli etmişti. italya savunma bakanı roberta pinotti ise libya'da eylemlerini artıran ışid tehlikesine dikkat çekmiş ve ışid'in libya'yı ele geçirmesi halinde avrupa'da saldırılar düzenleyeceğini iddia etmişti. zira libya italya'nın dibinde bulunuyordu ve roma'ya oldukça yakındı. fakat buna rağmen italya pasif tutumunu asla bozmadı. ta ki 6 mart 2015'e kadar. libya en az suriye'deki kadar yoğun şekilde terör altında ve avrupa basını sıklıkla libya'da yürüteceği politikayı tartışıyordu. her ne kadar türkiye'de bu tip haberler yapılmasa da mısır ve ürdün libya'ya müdahale birleşmiş milletler'e başvurdu. teklif kabul edilirse nato libya'ya yeniden müdahalede bulunacaktı fakat bunun için türkiye'nin de onayı gerekiyordu peki erdoğan sisi'nin teklifini kabul ederek bir nato müdahalesine yeşil ışık yakar mıydı? zira ikili arasında derin bir uçurum bulunuyordu. erdoğan geçtiğimiz günlerde arabistan'ı ziyaret etti ve kral selman'la görüştü. işin garip yanı o sırada sisi de arabistandaydı. erdoğan arabistan'a gitmeden önce kendisine sisi ile barışmanız mümkün mü diye soran gazeteciye şaka yapıyorsunuz herhalde şeklinde cevap vermişti. oysa kral selman'la görüşen erdoğan, görüşme akabinde yaptığı açıklamada msır'la devran tersine dönebilir diyecekti. şuan libya'da iki hükümet bulunuyor ve bunlardan biri islamcıların oluşturduğu trablus hükümeti. erdoğan muhtemelen islamcı hükümetin desteklenmesini ümit ederek müdahaleye yeşil ışık yakacak ve hatta sisi'yle ortak zeminde buluşacaktı.  işte tam da bu politik fırtına esnasında italya inanılmaz bir çıkış yaptı. bu çıkış libya petrolleri üzerinde yeni bir savaş başlatabilir ve amerika karşısında bu kez fransa yerine italya'yı bulabilirdi. libya konusunda bugüne dek pasif tutum sergileyen italya başbakan'ı renzi 6 mart 2015'te rusya'yı ziyaret etti. kremlin'de putin'le baş başa görüşen renzi'nin en önemli gündemi libya'ydı. ayrıca iki lider 1 milyar dolarlık yatırım fonu oluşturma kararı aldı. görüşme sonrasında açıklama yapan renzi rusya-ab ilişkilerinin zor bir dönemden geçmesine rağmen, italya ile gelişmiş ilişkilerin devam ettiğini söyledi. renzi ayrıca ukrayna konusunda rus yanlısı açıklamalar yaptı. bu görüşme renzi ve putin arasında son üç aydaki dördüncü görüşme olarak kayıtlara geçti. tüm bu detaylar italya'nın artık sahneye girdiği anlamını taşıyordu. fransa'nın geçmişte izlediği yolu şimdi italya izliyordu. bu durumda italya, fransa'nın yaşadığı akıbeti yaşayabilir ve bu kez roma sokakları terör olaylarıyla çalkalanabilirdi. ingilizlerin ünlü başbakanı winston churchill'in söylediği gibi, `bir damla petrol bir damla kandan çok daha önemlidir.`
2011-2014 yılında libya'da yaşanan işgal ve sonraki seçilmiş hükümet dönemi libya'nın kaynaklarını ciddi biçimde hırpalamıştı. sonrasında yaşanan ikinci iç savaşla birlikte libya sahip olduklarının neredeyse tümünü kaybetme noktasına geldi. peki işlerin tam da düzelmeye başladığı noktada, birleşmiş milletler'in dahi desteklediği bir hükümeti iş yapamaz hale getiren olgu, "halife hafter" nasıl peydah olmuştu? ve tabii ki, kaddafi'yi devirmek için nato'yu harekete geçiren klik, ikinci iç savaş için neden etkisiz kalıyordu? ilk tepki, hafter yanlılarının  mısır ve birleşik arap emirlikleri tarafından desteklendiğine yönelik oldu. buna karşın, müslüman kardeşler'in libya kolunun da içinde yer aldığı seçilmiş hükümeti türkiye ve katar destekliyordu. 2014 kasım ayı itibariyle ışid de var olan kaostan yararlanarak libya'da girdi ve bir kaç şehri ele geçirdi. ışid'in libya'daki ilerleyişiyle mısır hava kuvvetleri şubat 2015'te libya'yı bombaladı. halife hafter yanlısı tobruk meclisi müdahaleyi desteklediğini açıkladı. türkiye ve katar destekli, bm tarafından tanınan trablus merkezli ulusal kongre ise müdahaleyi şiddetle kınadı. mesele libya'nın, libyalıların olmaktan çıkmıştı. belirli güç odakları vardı ve bu odaklar libya'da destekledikleri kesimleri iktidara taşımak niyetindeydi. bm ve batılı ülkeler her ne kadar ulusal kongreyi desteklese de, kongre ciddi biçimde yardım görmüyordu. mısır görünürde eleştiriliyor ve ulusal kongre tanınıyordu ama tobruk meclisi ve ışid'i devirebilecek herhangi bir yardım ortada yoktu.  haziran 2015'te (bm'nin desteklediği) trablus hükümeti'ne bağlı sirte'ye saldıran ışid şehri ele geçirdi ve önemli bir petrol bölgesine sahip oldu. temmuz 2015'te radikal islam terörüne karşı tobruk ve trablus hükümetleri arasında ateşkes sağlandı. ekim 2015'te bm libya özel temsilcisi tarafından ulusal mutabakat hükümeti açıklandı. tobruk ve trablus hükümetleri tarafından oluşan hükümet daha göreve başlamadan dağıldı. zira merkez bankası ve petrol bakanlığı'nın hangi tarafın kontrolüne verileceği konusunda anlaşma sağlanamamıştı. hafter yanlısı tobruk meclisi , temmuz ayında ateşkese aykırı olarak kendi merkez bankası ve petrol bakanlığını kurmuş ve imf tarafından tanınmıştı. şimdi de bm eliyle bu durumun trablus hükümetine dayatılması yaşanıyordu. trablus hükümeti ulusal mutabakat hükümeti'ne karşı itiraz eden ilk taraf oldu. 
aralık 2015'te roma'da yapılan libya zirvesi'nde yeniden birleşme kararı çıktı. kısa süre sonra ocak 2016'da ışid trablus hükümeti'ne bağlı misrata bölgesine saldırı düzenledi. bir kaç gün sonra ulusal mutabakat hükümeti kurulsa da tobruk meclisi anında veto etti. bm mutabakat için bastırıyor, taraflar birleşmeye yanaşmıyor ve ışid durumdan istifade ederek libya'ya yerleşiyordu. tarafların bm toplantılarında alınan kararlarla anlaşmaya yanaşmaması şaşılacak durum değildi. zira, elinde silah olan adamlar, elinde kalem olan adamların kararlarına uymazdı. halife hafter bm destekli trablus hükümetine darbe yapmaya çalıştığında ve başaramadığında bm'nin tepkisiz kalması, hafter'in tobruk meclisi desteklemesi ve bm'nin tarafları bir araya getirmek için çabalamasının bir maksadı vardı. bm, trablus hükümeti'nin libya'yı kendi başına yönetmesini istemiyor, onlara desteğini sürdürerek de ışid gibi radikal bir terör örgütü haline dönüşmesine ihtimaline karşı kontrolü elde tutuyordu.
libya'da olan şey, trablus hükümeti'nin karşısına yeni bir rakip yaratmak ve trablus hükümetini bu rakip ile uzlaştırmaya çabalamaktı. tabii ki, bu uzlaşma sonucunda tobruk meclisi trablus hükümetinden daha güçlü olarak çıkmak zorundaydı. hafter destekli tobruk meclisi ocak 2016'da kurulan ulusal mutabakat hükümetine karşı çıkıp uzlaşmayı bozduğunda bm temsilcileri "`diğer gruplar, anlaşmayı kabul etmeleri için cesaretlendirilmeli`" şeklinde bir madde eklemek istemişti. bu açıklama belli ediyordu: bm tobruk meclisi güçlenmesini arzuluyordu. şubat 2016'da italya ulusal mutabakat hükümetinin daveti üzerine libya'ya girebileceğini açıkladı. aynı dönemde londra merkezli şarku'l-evsat gazetesi ve bazı yerel kaynaklar ise abd, ingiltere ve rusya askerlerinin libya'nın tobruk şehrine konuşlandığını iddia etmişti.  tobruk halife hafter'in desteklediği hükümetin bulunduğu merkezdi. sadece bu iddialar bile, batı'nın aslında olası çatışmada kimin ardında yer alacağını anlatmaya yeterdi.üstü kapalı müdahale iddialarının ardından yeniden toplanan güçler şubat 2016'da yeni bir hükümet üzerinde anlaştı. libya'daki tüm askeri birliklerden sorumlu olacak savunma bakanı tobruk meclisi üyelerinden seçilmişti. ulusal mutabakat hükümeti başkanlık konseyi başkanı fayiz es sirac oldu. nisan 2016'da trablus hükümeti istifa ettiğini ve ulusal mutabakat hükümetini desteklediğini açıkladı. birleşik arap emirlikleri, katar, mısır gibi iki tarafı da destekleyen ülkeler mutabakat hükümetini tanıdı. ingiltere, almanya, fransa ve italya dış işleri bakanları trablus’u ziyaret etti. görünürde tüm dünya uzlaşı hükümetini destekliyordu. mayıs 2016'da abd dış işleri bakanı john kerry ışid'in libya'dan atılması için mutabakat hükümetine silahlı destek verilebileceğini açıkladı. ilerleyen günlerde libya üzerindeki silah ambargosu kaldırıldı. türkiye libya'da büyükelçiliğini yeniden açtı. haziran 2016'da mutabakat hükümeti güçleri ışid'in elindeki sirte'ye girdi. geçen süre içerisinde libya merkez bankası ve petrol bakanlığı da trablus'a taşınmış ve abd dış işleri bakanlığı bu kurumları fayiz es sirac'ın başkanlığındaki hükümetin kontrol etmesi gerektiğini açıklamıştı. temmuz ayında hükümet trablus'ta ilk defa toplandı. bir yandan mutabakat hükümeti desteklenirken, öte yandan da tobruk'ta bulunan halife hafter'e silah desteğinin yapıldığı ortaya çıkıyordu. middle east eye'ın (mee) haberine göre, sızdırılan ses kayıtları, abd, britanya ve fransa'nın, hafter'e destek için hava saldırılarını koordine ettiğini gözler önüne seriyordu.  20 temmuz 2016'da libya’nın bingazi kentinde görev yapan 3 askerin bir helikopter kazasında öldüğüne dair iddialar kabul edilirken, fransa’nın libya’daki askeri varlığı da ortaya çıkmış oldu. ağustos 2016'da sirte'deki çatışmalar da hızlanıyor, önce hükümet binası ardından da ışid karargahı ulusal mutabakat hükümeti güçlerinin eline geçiyordu. önce libya'daki fransız varlığının ortaya çıkması, ardından abd hava kuvvetlerinin ışid'i bombalaması ve sonrasında sirte'de ilerleme kaydedilmesi üzerine tobruk meclis'i abd'nin libya'daki müdahalelerinden rahatsızlık duyduğunu açıkladı. mutabakat hükümeti yeterince güçlenmemeliydi. 22 ağustos 2016'da yapılan güvenoyu yoklamasında mutabakat hükümeti yeterli desteği alamadığı için düştü. 
Eylül 2016'da tunus'ta yapılan bm toplantısında yeni bir hükümet kurulması sağlanamadı. toplantılarda halife hafter'in adı savunma bakanlığı için geçti. eylül ayı boyunca kriz aşılamadı. eylül sonunda fransa paris'te yeni bir toplantı yapılacağını duyurdu. toplantı öncesinde fayiz es sirac "hafter dahil kimseyi dışlamıyoruz." diyordu. hafter ise 11 eylül’de ibrahim cadran’ın geri kalan adamlarını da temizleyerek libya’nın petrol hilali bölgesindeki limanların çoğunu ele geçirmiş, bu kritik gelişmenin ardından ras el unufsidra ve zuveytina’dan petrol ihracatı iki yıllık aranın ardından hızlı bir şekilde yeniden başlamıştı. batı libya'da mutabakat hükümetinin yeniden kurulması için çabalıyor, ışid'le savaşında onlara yardım ediyor fakat öte yandan hafter'in önlenemez yükselişine karşın hiç bir şey yapmıyordu. işin ilginç yanı, hafter yönetimi ihraç ettiği petrolün gelirini trablus'ta yer alan merkez bankasına aktarıyor, siyaseten muhalefet ettiği mutabakat hükümetinin elini güçlendiriyordu. bu sayede hafter, libya için çabaladığı propagandasını yayıyor, öte yandan da mutabakat hükümeti içerisinde daha güçlü biçimde yer alma şansı elde ediyordu. halife hafter... 1969'da kral'ı deviren kaddafi'nin kadrosunda yer almış, 1987 yılında çad'da yaşanan bir çatışmanın ardından esir düşmüştü. libya yönetimi kendisini kurtarmak için çabalamadı. daha sonra bir abd uçağı ile birlikte çad'dan alınıp zaire'ye götürüldü. oradan da abd'ye geçti. 2011 yılına dek abd'de yaşadı. iç savaş ve kaddafi'nin devrilmesiyle birlikte libya'ya geri döndü. kaddafi'nin devrilmesi için çatışan muhaliflerin arasında yer aldı. 2012'de bazı libyalı askerler kendisine biat etti. ve 2014 yılında tobruk'a geçerek kendi desteklediği hükümet ile darbe yapmaya kalkıştı. başaramadı. ama o günden bu yana batı'nın muhalefetiyle karşılaşmadı. aksine batı tarafından tanınan bir güç halini aldı. halife hafter ve destekçileri, 2016 yılı boyunca mutabakat hükümetini tehdit eden ve nihayetinde onu düşüren bir güç unsuruydu. buna karşın batı, hafter cephesiyle doğrudan bir çatışmaya girmedi, aksine, onun batı tarafından desteklendiği haberleri yayıldı. hafter aynı zamanda mısır ve birleşik arap emirlikleri tarafından alenen desteklendi. batı, mutabakat hükümeti'ni güçlendirmek için ışid'le savaşsa da, ışid'in yenilmesi hafter'in de işine geliyordu. ekim 2016'da hükümet kurma çabaları yeniden hızlandı. fayiz es sirac rusya'ya iş birliği çağrısında bulundu. 15 ekim 2016'da yeni bir gelişme yaşandı ve 6 nisan 2016'da istifa eden ulusal kurtuluş hükümeti yeniden iş başına geçtiğini açıkladı. böylelikle mutabakat hükümenin yeniden kurulması ve tobruk ile trablus meclislerinin ortak bir hükümet kurma ihtimali minimize oldu. rusya, gelişmeleri kaygı verici olarak niteledi. mutabakat hükümeti lideri faiz es sirac sıkışmıştı. bir yanda halife hafter, öte yanda müslüman kardeşlerin desteklediği ulusal kurtuluş hükümetinin arasında kalmıştı. üstelik dilediği destek batı tarafından sağlanmıyordu. fayiz es sirac ‘darbecilerin’ bu çıkışını sert bir dille kınamaktan başka şey yapamadı.kasım 2016'da ulusal mutabakat hükümeti yetkilileri mısır'a geçerek destek aradı. dünya bankası libya ekonomisinin tamamen çökme riski taşıdığını, acil önlem alınmasını ve merkez bankasının köklü reformlar yapması gerektiğini açıkladı. 
libya, kaddafi sonrası dönemde toparlanmaya çalışsa da 2014 yılında halife hafter'in ortaya çıkmasıyla istikrardan uzaklaştı. tobruk ve trablus meclislerinin karşılıklı çatışmasıyla ışid üçüncü bir güç olarak libya'da yerini aldı. batı, tobruk ve trablus hükümetlerinden sorunu birlikte çözlemelerini istediyse de hafter'in ara bozucu eylemlerini cezalandırmaktan kaçındı. batı, bir yandan mutabakat hükümetini desteklerken öte yandan hafter'in büyümesine izin verdi


2. dünya savaşı yaşanırken hitler önemli bir kararla aniden sovyetler birliğine saldırdı. alman orduları barbarossa harekatıyla önemli ölçüde rus toprağını ele geçirdi fakat asıl mücadele stalingrad'da yaşandı. bugünkü adı volvograd olan şehir haritaya bakıldığında alman taarruzları için oldukça saçma bir yerdedir. fakat almanlar ısrarla oraya saldırmış ve ruslar da canları pahasına orayı korumuştur. oysa alman orduları rusya'nın kalbi olan moskova'yı ciddi derecede kuşatmış haldeydi. buna rağmen neden stalingrad gibi alakasız bir yer için tüm güc harcanıyordu? 2. dünya savaşının başlarında alman orduları büyük bir güç ve hızla tüm düşmanlarını yerle bir ediyor, polonya kısa sürede düşüyor, alman orduları kısa bir süre sonra paris'e giriyordu. öyle ki adolf hitler eyfel kulesi önünde resim çektirmekten bile çekinmiyordu. üstelik doğudaki sovyetler birliği ile almanya arasında 1939 yılında saldırmazlık paktı bile imzalanmıştı. buna rağmen almanya özellikle romanya topraklarıyla alakalı olarak sovyetler birliğiyle sıkıntılar yaşadı. romanya'yı bu kadar önemli yapan neydi? tabiki petrol. almanya rusya'yla önemli bir ticaret antlaşması yaparak ekonomisini rahatlatmıştı fakat petrol olmazsa savaş biterdi. bu yüzden romanya petrol bölgesine gittikçe yaklaşan sovyet orduları hitler'in büyük şüphelere düşmesine sebep oldu. stalin ile churchill'in ittifak yapması halinde almanya'nın şansı kalmazdı. bu nedenle çabuk ve hissettirmeden planlanan barbarossa harekatı ile ruslara saldırı düzenlendi. böylece alman orduları kievmoskova ve novgorod topraklarına kadar uzandı.  alman taarruzu romanya petrol bölgesini güvene almıştı. almanların amacı rus topraklarındaki muhalifleri harekete geçirerek komünist rejimi devirmekti. fakat rus topraklarının bir yıl süreyle işgal altında tutulmasına rağmen beklenen isyan hareketleri ortaya çıkmadı. bunun üzerine ruslar da atağa kalkarak romanya petrol bölgelerini bombaladılar. böylece alman petrol üretimi yarıya düştü. harekatın çıkmaza girmesi nedeniyle hitler bir başka ham madde kaynağına yönelmek durumunda kaldı. bu kaynaklar tabi ki de kafkasya ve bakü petrol kaynaklarıydı. savaş tamamen petrol ekseninde şekilleniyordu. alman silahlanma ve savaş üretim bakanı albert speer, savaş sonrasındaki sorgusu sırasında, istila kararında "petrole olan acil gereksinim, birincil nedendi" diyecekti. bu nedenle sembolik önemi olan moskova'nın işgal hareketi beklemeye alınarak stalingrad şehrine yıldırım taarruzu yapıldı. stalingrad bölgedeki en önemli rus şehriydi. şayet şehir düşerse almanlar rusların kullandığı petrol kaynaklarını ele geçirebilirdi. 
temmuz 1942'de stalingrad önlerine gelen alman ordusu şehri almak için sıkı bir taarruz başlattı. rus ordusu inanılmaz bir mukavemet göstererek şehri savunuyordu. mücadele 7 ay sürdü. 500.000'ne yakın asker öldü. sonucunda piyade sıkıntısı baş gösteren alman ordusu çekilmek zorunda kaldı. hitler oynadığı kumarı kaybetmişti. romanya petrollerinin tahrip edilmesi sebebiyle sıkıntıya düşen alman ordusu rus topraklarından çekilmeye başladı. bu kez saldırı sırası ruslardaydı. alman orduları kırım'ın kuzeyindeki kursk şehrine kadar çekildi. rusların taarruzlarına karşı hisar harekatı düzenleyen alman ordusu eşi benzeri görülmemiş tank saldırılarıyla ve hava çarpışmalarıyla ölüm kalım savaşı verdi. bu savaş almanların elindeki petrolü büyük oranda bitirdi. işin kötü yanı, rus orduları galip geldi. böylece almanlar iyice geri çekilmek zorunda kaldı. fakat asıl kötü haber gelmemişti. savaşın bitimine doğru amerikan ordusunun normandiya çıkartmasını başlatması almanya'nın sonunu hazırladı. hitler iki yandan sıkıştırılmıştı ve üstelik elinde petrolü de, askeri de kalmamıştı. nihayetinde almanlar savaşı kaybetti.  savaşın kaderine petrol kaynakları etki etmişti. dünya üzerinde daha sonra yaşanan bir çok savaş, darbe, işgal ve iç savaşlar da petrol uğruna yapılacaktı. 2010 yılının sonlarına gelindiğinde kuzey afrika ve ortadoğuda patlak veren arap baharı aslında büyük petrol sahalarını içine alan bir coğrafyada meydana geliyordu. bir çok isyan ve çatışmanın yaşandığı baharda düzenli ordular tarafından yapılan tek bir harekat vardı: 2011 libya askeri müdahalesi... müdahale nato tarafından gerçekleştirilmiş harekata bir çok ülke katılmıştı ama harekatın öncüsü fransa'ydı. öyle ki, paris'te harekatın detayları paylaşılırken bile fransız uçakları çoktan libya taarruzuna başlamıştı. peki libya üzerinde bu kadar acele edecek, ısrarlı davranacak ne vardı? tabiki petrol. libya geçmişten bu yana italyan kontrol sahasındaydı fakat fransa'nın oldu bittiye getirmesiyle libya işgal edilmiş ve kaddafi halk tarafından parçalanmıştı. savaşın ardından libya petrolleri de fransız total petrol şirketi tarafından çıkarılmaya başlanmıştı. total şirketi muhtemelen fransız hükümetini bu harekat için zorlamıştı. fransa'nın bastırmasıyla libya işgal edilmiş ve petrol total'e kalmıştı. fakat bir petrol savaşını kazanmak asla bu kadar kolay olamazdı. 

 1979 iran islam devrimi ile birlikte abd ortadoğu'daki en önemli kontrol bölgelerinden birini kaybetti. yalnızca bir yıl sonra, 1980 yılında saddam desteklenerek iran'la savaşa tutuşturuldu. yaklaşık sekiz yıl süren savaşta ırak'a türlü destekler verildi. zira iran abd karşıtı politikalar nedeniyle sovyet blokuna kaymaktaydı. bu nedenle rejimin devrilmesi gerekiyordu. bu halk tarafından da bilinen politikaydı. fakat devletlerin daima kimsenin bilmediği politikaları vardır. ve bazı gizli politikalar da öyle yada böyle ortalığa saçılır. irangate de bu tip politikalardandı. abd'nin desteklediği ırak, abd'nin düşman ilan ettiği iran ile savaşın altıncı yılına geldiğinde skandal patladı. iddialara göre abd iran'a israil üzerinden silah satışı yapıyordu. silah satışını işlemini mossad sağlıyor ve para yine israil üzerinden abd'ye aktarılıyordu. başkan ronald reagan ilerleyen dönemde olayı doğruluyordu lakin iddialar bunun ötesindeydi. abd, düşman ilan ettiği iran'a sattığı silahların parasıyla nikaragua'da bulunan sovyet yanlısı hükümeti devirebilmek için anti-komünist gerillaları destekliyordu.  abd düşman saydığı bir ülkeye üstelik savaştayken bile silah satabiliyor, parasıyla başka bir ülkede mevcut hükümeti devirebilmek için faaliyetler düzenleyebiliyordu. iran, şeytanın ikametgahı olarak gördüğü abd'den silah alabiliyor. üstelik bu parayla başka hükümetlerin devrilmelerine sebebiyet verebiliyordu. 30 sene önce iran'da, seçilmiş başbakan musaddık amerikan başkanının yeğeni cia ajanı kermit roosevelt'in 5 milyon dolar bütçeli faaliyetiyle devrilmiş ve iran abd karşıtlığının merkezi haline gelmişti. fakat iran buna rağmen abd ile gizli silah ticareti yapabilmişti. dün yaşanan bu kirli ilişkiler bugün de libya'da yaşanmaktaydı.  abd geçmişte istibarat örgütleri tarafından yürüttüğü bu gizli eylemlerini daha sonra "project democracy" isimli politikasıyla yasal yollardan ama sivil biçimde ifa etmeye devam etti. ilerleyen yıllarda bir çok hükümet kanuni vakıf ve sivil toplum örgütlerinin yardımıyla devrildi. türkiye de, project democracy'den nasibini alacaktı. libya demokrasi ile yönetilen, batılı finans sisteminin işlediği sivil bir ülke değildi. bu ülkelerin ortak özelliğinin merkez bankalarının bankası denilen bis (bank for international settlements) altında listelenen 56 üye arasında yer almamasıydı. üye olmadıklarından isviçre merkezli bis tarafından para piyasalarını kontrol imkânı bulunmuyordu.  yakın zamana kadar afganistanırakirankuzey koresudanküba ve libya gibi ülkeler batılı uluslararası finans bankacılığının uğramadığı ülkelerdi. aynı zamanda bu ülkeler abd ile arası "hoş olmayan" ülkelerdendi. ırak işgal edildi. sudan parçalandı. iran ambargo yedi. küba yıllarca işgal tehdidiyle yaşadı. kuzey kore hâlâ dünyadan izole biçimde ve büyük bir tehdit niteliğinde. ve libya... 2011 yılında işgal edildi.  işgalin hemen ardından isyancılardan oluşan libya hükümetinin aldığı ilk karar merkez bankası'nın kurulmasına yönelikti. daha sonra isyancılar bingazi merkez bankasının kurulduğunu, bu bankanın para politikaları kapsamında yetkili parasal otorite olarak belirlendiğini ve libya merkez bankasına bir valinin atanarak bu süre içerisinde geçici bir merkezin bingazi’de olacağını anons ettiler. isyancılar uluslararası finans ağıyla bütünleşirken nato hava kuvvetleri kaddafi'nin 35 milyar dolar harcayarak yaptığı, libya çöllerine sulama imkanı sağlayacak yapay nehri bombalıyordu. 

libya işgalden önce ekonomik olarak güçlü sayılabilecek küçük bir ülkeydi. 6,5 milyonluk nüfusu ve dünya petrol rezervlerinin %2'sini üreten, kasasında 144 ton altını bulunan bir ülkeydi. işgalden sonra ekonomi yıkıma uğradı. ülkenin petrol geliri 2012-2014 yılları arasında %70 oranında düştü. ülkenin döviz rezervleri yaklaşık yarı oranında azaldı. libya işgalin ardından tüm kaynaklarını kaybetmeye başladı. demokrasi pahalı (!) bir şeydi.  2011'de libya işgal edildikten ve kaddafi yönetimi devrildikten sonra birlemiş milletler ve yaklaşık yüz ülkenin tanıdığı libya geçici ulusal konseyi ülkedeki tek otorite olarak yükseldi ve 2012 yılında görevini genel ulusal kongre'ye bıraktı.  mayıs 2014'te halife hafter isimli emekli bir general ortaya çıktı ve radikal islamcı gruplara savaş açtığını ilan etti. akabinde müslüman kardeşler'in libya kolunu da listesine ekledi. hemen sonra libya ulusal kongresi'ne yönelik darbe girişiminde bulundu. darbe başarısız olduysa da ulusal kongrenin bazı üyeleri safına geçti. böylece libya'daki durum çift başlı iç savaş halini aldı. sonuç olarak öyle ya da böyle genel ulusal kongre ile yaşanan iki yıllık istikrar ortamı halife hafter'in ortaya çıkması ile bozuldu. aynı zamanda bu ortamdan istifade eden ışid libya'daki gücünü artırdı. 

hafter'in en büyük destekçisi mısır'da darbeyle iş başına gelen general sisi sıkı bir amerikan dostu. mısır'ın hafter desteğinin iki önemli nedeni var. ilki general sisi'nin darbe yaparak devirdiği müslüman kardeş'lerin libya kolunun yer aldığı trablus hükümeti'nin libya'yı ele geçirmesini istememesi. bu bakımdan general sisi'nin müslüman kardeşler karşıtı hafter'i desteklemesi şaşılacak şey değil. fakat daha önemlisi sıkı bir amerikan dostu olan general sisi'ye yıllarca abd'de yaşamış hafter'i destekleme ricası bizzat abd'den gelmiş olabilir.  türkiye ve katar klasik ortadoğu politikasının bir tezahürü olarak libya'da da müslüman kardeşleri destekliyor. müslüman kardeşler daha önce ırak ve mısır'da iktidarı kaybetti. suriye'de çıkan iç savaştan yararlanmasını bilemedi. libya'da da güçlü bir şekilde ilerleme kaydetmesine rağmen hafter'in gelişiyle iktidar hayalleri şimdilik başka bahara kaldı. hafter kısa vadede libya'yı kontrole alabilecek bir güce sahip değil. zaten libya'da süregelen iç savaşın kısa sürede biteceği konusu ufak bir ihtimal. bugün libya'nın yaşadığı kaos kurulacak yeni libya'da hangi odakların güçlü olacağı meselesiyle alakalı. bu yüzden ekim 2016'da malta yakınlarında düşen fransız uçağının içinde hayatını kaybeden üç fransız istihbaratçı ve mutabakat hükümetinin kurtardığı iki italyan istihbaratçının varlığı şaşkınlıkla karşılanmıyor. şurası kesin ki, fransa ve italya amerikan tahakkümü altında bir libya arzulamıyor. bu nedenle hafter'in güçlü bir şekilde libya'yı domine etmesi paris ve roma'nın kabul edeceği nihai sonuç olamaz. düşen uçaklar ve kaybolan istihbaratçılar bu amansız mücadelenin birer neticeleri. libya dünya üzerinde cereyan eden güçler dengesinin minik bir örneği. belki de daha az hırçın seyredeni. ama şurası muhakkak ki, öyle ya da böyle kaos sona erecek ve libya başta anlatıldığı üzere küresel finans sistemine dahil bir aktör olarak yerini alacak. libya asla türkiye'nin 1920'lerde yaptığı gibi, kendini yönetebilen, yerli ve ulusal bir hükümeti kuramayacak. libya, ya abd-mısır güdümlü hafter yönetiminde yahut da italyan-fransız güdümlü diğer bir hükümet tarafından yönetilecek. belki de daha girift, her kesimin etkisi altında yeni bir koalisyon vücut bulacak. bilemeyiz. bildiğimiz tek şey, bugün libya'da akan kan, libya için değil, küresel dengeler için akıyor. 

kaddafi sonrası libya'nın uluslararası finans sistemine entegre olması, pazar ekonomisinin bir parçası haline gelmesi, batı için bir kazanımdır. batı'nın bu kazanımı hafter üzerinden mi yoksa bir başka aktör üzerinden mi taçlanacak, orası tepişen fillerin hangisinin kazanacağı ile alakalı. sonuç olarak libya, libyalıların uzaktan yakından alakası olmayan bir kavgayı vermeyi sürdürüyor. 

21 Eylül 2016 Çarşamba

Kredi kartı borçlarını yeniden yapılandırmak ve taksit arttırımı neye delalet eder?

Bahsi geçen kredi kartı borçlarında erteleme ve kredi kartı taksit sayısında artış haberini okuyanlar "ulan zaten bunlar değil miydi taksiti düşürenler şimdi neden arttırıyorlar " diye sorabilirler gayri ihtyari. Onun cevabı da fevkalade efenim.

neoliberal olmasına rağmen makro ekonomiyi kullanan, avusturya ekolünden friedrich august von hayek, prices and production adlı kitabında, olası kriz durumunu bertaraf etmek için kredi kullanımının ekonominin genelini bir süreliğine stabilize ettiğini, ancak bu stabilizasyonun sadece erteleme işine yaradığını, gelecek kriz dalgasının şiddetini arttırdığını, yeniden ortaya çıkan kriz durumunu bertaraf etmek için kullanılacak yeni bir kredi enjeksiyonunun ekonomiyi yenide stabil hale getirebileceğini, ancak bu seferki geciktirme süresinin kısalacağını ve krizin şiddetinin artacağını söyler.

yani kriz göründüğünde kredi kullanımı, marmara denizi'nin ortasında kalmış birine can simiti atmak gibidir. ancak bu can simiti kişiyi önce ege'ye, sonra akdeniz'e, cebelitarık üzerinden atlantik'e taşır. artık onu can simidi kurtaramayacaktır, o nedenle arkadaşa titanic boyutunda bir gemi yollamak gerekir. o geminin kontrolü de hiçbir zaman tamamen sizin elinizde olmayacaktır. sonra gider bir buzdağına çarpar ve bütün çabalar denizin dibine gömülür. her kredi kullanımı bir süreliğine fırtınayı erteler, fakat dinlenip daha hızlı dönen kriz, eskisinden daha büyük bir canavardır.
esasında hayek, makroekonomist olması hasebiyle, bunu kişiler ve firmalar bazında kullanılan krediler için değil, makro bazda kullanılan krediler ve sıkıntılı piyasalara enjekte edilen yüklü meblağlar için söyler. ancak bireysel kredi kullanımının önündeki regülasyonların daraltılması, bunun bir başlangıcı olmayacak diye bir şey de yok.

haydi bir de minskian açıdan bakıp içimizdeki keynesçileri de kırmayalım.

minsky’nin kriz analizindeki en can alıcı nokta, borçlanmanın finanse edilme çeşitleridir: hedge finans, spekülatif finans ve ponzi finans. bunların hangisinin yoğunlukta olduğu, bir ekonominin sağlık durumu hakkında bize bilgiler vermekte.

hedge finans, borçlanmanın halihazırdaki gelirle ya da gelecekteki [kesin] gelirle kapatılabileceği finansman türü iken, ekonomik birimlerin çoğunluğunun bu finansman türünü tercih etmesi ise ekonominin görece sağlıklı ilerlediğinin bir işaretidir. spekülatif finans, borçların kapatılamadığı, fakat çevrilebildiği finansman türüdür ve bunun yoğunlukta olması, hedge finansa oranla ekonomik birimlerin daha sağlıksız bir yolda olduğunun işaretidir. son olarak ponzi finans, bir borcu kapatabilmek için başka bir yerden borç almaktır ki, bu ekonomik birimlerin en sağlıksız olduğu noktadır.


yani hedge finanstan, ponzi finansa doğru ilerledikçe, ekonomideki kırılganlık artar. dolayısıyla bireysel kredi kartı kullanımının önündeki engellerin azaltılması, bireysel borçlanmanın önünü açar. ekonominin en küçük birimi olan bireyler, borç finansmanı için ponzi finans'a doğru yelken açar.


biraz da ponzi'den bahsedeyim.


kısaca değinmek gerekirse, charles ponzi, 1920’lerde ortaya çıkmış ve pek çok borç zinciri oluşturarak müşterilerinden hayli para dolandırmış bir finansal sahtekârdır. bu duruma alınan pek çok önlem mevcut olmasına rağmen, 2009’da bernard madoff isimli yeni bir sahtekâr, müşterilerinden 65 milyar dolar çalmayı başarmış, ve bu durum ortaya çıkınca 150 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.


ancak unutulmaması gereken nokta, günümüzde ponzi finans örnekleri genellikle charles ponzi ya da bernard madoff’un yaptığı gibi incelikle örülmüş, uzun bir borç zincirinden oluşmuyor. aksine ekonomideki en ufak birimin bile, iflasını ertelemek ve bu ertelenen süre içerisinde bir umut ışığı aramak için düşebileceği bir durum. 2008 krizi’nin resmen ilân edilmesinin bu denli ertelenmesinin altında yatan nedenlerden biri de bu tip birimlerin lobicilik çalışmaları ile hükümeti sessiz kalmaya zorlamalarıydı. bir kısmı elbette kriz ortamında büyük kârlılığın ya da vurgunların devam etmesinin peşindeydi, fakat daha büyük bir kısmı yalnızca feci şekilde iflas etmemek için çırpınmaktaydı. ancak lehman brothers’ın iflasını açıklaması ile bu baskıyı daha fazla sürdüremediler.


5 Eylül 2016 Pazartesi

15 temmuz Darbe girişimi

geçmişten bilgilerle harmanlayıp  sunacağım. Kararı kendiniz verin.

 totem mi dersiniz yoksa ertesi günün tatil olması sebebiyle mi yahut cuma gününün mübarek olmasından mı kaynakandı dersiniz bilinmez. ama 27 mayıs 196012 mart 197112 eylül 198028 şubat 199727 nisan 2007 ve 15 temmuz 2016 girişimleri daima cuma gerçekleşmiştir. darbelerin daima kötü şeyler olduğu söylenir. lakin çoğu zaman gerçekleşen darbeler destek görür. 1960'ta gerçekleşen darbeyi trt radyosunda okuyan kişi alparslan türkeş'ti. 1971 muhtırası gerçekleştiken sonra demirel istifa ederek başbakanlık görevinden ayrılıyor. o tarihlerde bir genç muhtıra veren darbecilere teşekkür mektubu yazıyor. o kişi cemil çiçek'ti. başarıya ulaşan darbeler destek bulur dedik. 1980'de de yaşandı. zerrin özer "bekliyordum çok sevindim." diyecekti. bülent ersoy "çok memnunum, enver paşa'ya teşekkürüm sonsuzdur" diyecekti. sezen aksu "zamanında ve yerinde bir karar" diyecekti. sadece onlar değil, daha bir çok ünlü evren paşa önünde saygıyla eğiliyordu. sadece ünlüler değil, bir siyasetçi de sonuna kadar destekliyordu. hatta kenan evren o siyasetçiyi özel olarak yanına çağırıp darbe hükümetiyle çalışmasını istemişti. kabul etmişti o siyasetçi ve 22 ay boyunca türlü işkencelerin yaşandığı o dönemde darbe hükümetine bakanlık yaparak hizmet vermişti. o kişi kim mi? turgut özal. başka destek verenler de vardı: fethullah gülen. sızıntı dergisinde ekim 1980 tarihli "son karakol" başlıklı yazıyla darbecilere teşekkür ediyordu gülen. gülen herkesle iyi geçinmeye çalışıyordu. türkeşçillerdemirel, hatta ecevit, ve tabiki özal. hepsinin çevresindeydi. peki bu güç nereden geilyordu? geçmişte birgün edirne'de camiiye giden gülen bir hocanın vaizini dinler, hoşuna gider. çıkışta tanışırlar. o kişi yaşar tunagür'dür. daha sonra gülen'in yanına tayini için çaba gösterip başarır. samimi arkadaş olurlar. kimdir tunagür? içişleri bakanlığı'nın 12.8. 1965 tarihli raporuyla atatürk düşmanlığı yaptığı iddia edilir. buna rağmen demirel'in partisi ap tunagür'ü, 15.12. 1965'te diyanet işleri başkan yardımcılığı'na atar. daha sonra dış işleri tarafından tunagür'ün, suudilerin petrol şirketi aramco ve rabıta örgütüyle ilişkileri belgelenir. sık sık londra'ya gittiği söylenir. turgut özal da 22 ay darbe hükümetine çalıştıktan sonra istifa edip amerika'ya gider. döndüğünde parti kurar. kenan evren'den siyaset yapmak içni izin ister, çoğu kişiyi reddeden evren özal'a izni verir. bu tip din adamlarının şirketlerle ve yurt dışı seyahatleriyle bağlantısı varsa, işler hep başka olur. bir fotoğraf vardı, tayyip erdoğan bir sakallının dizinin dibinde oturduğu: gülbeddin hikmetyarsovyetler afganistan'ı işgal etmeye başladığında amerikalılar afgan mücahitlere yardım etmiştir bu "dinsiz" komünizm belasını engellemek için. silah, para ve sınırsız destek vermiştir. bu destek verilen kişilerden biri usame bin ladin'di. gülbeddin hikmetyar da o mücahitlerden biridir. hikmetyar 1992'de afgan direnişçilerin oluşturduğu yönetim konseyi tarafından başbakan seçilir. daha sonra ise, abd'nin sovyetler'e karşı desteklediği afgan mücahitlerinin liderliğini üstlenir. abd ile ilişkisi olmayan cihatçı islam lideri yok gibi. çok daha önce 1973'te cezaevinde tutukluyken pakistan istihbarat örgütü hikmetyar'ı kaçırır. pakistan istihbarat örgütü, suudi arabistan haberalma teşkilatı ve cia o dönem sovyet tehlikesine karşı kardeş gibi çalışır.  daha da öncesinde kabil üniversitesi'nde hiktmeyar, resul sayyaf ve burhaneddin rahbani'nin içinde bulunduğu asya vakfı bu bahsettiğim cia , suudi ve pakistanlılar tarafından finanse edilir. gel zaman git zaman erdoğan'ın dizinin dibinde oturduğu hikmetyar ile abd'nin arası açılır. sonra iran'a sığınır. abd tarafından terörist ilan edilir. ve tabi 2003'te iktidar olan akp de dostu abd'nin isteği doğrultusunda hikmetyar'ı terörist ilan eder. gülen ilk değil yani.  burhaneddin rabbani'den bahsetmiştik yukarıda. onun da böyle bir pozu vardı. dizinin dibinde iki kişi oturuyordu. fotoğraf 1985 ekim ayında girişim dergisinde basıldı. rabbani'nin önünde oturanlardan biri muhammet emin saraç'tı. öteki de fatih saraç. tanıdık geldi mi? alo fatih desem? fotoğrafın basıldığı dergiyi çıkartan da akp'li mehmet metiner. ne ilişkiler ne ilişkiler... o dönemler abd rakidal islamcı iran'a karşı ılımlıları destekliyordu. ılımlı islam teriminin sahibi, daniel pipes...pipes 2007'de abd'nin türkiye'de akp'yi artık desteklememesi gerektiğini açıklamıştı. aynı zamanda kürtlerin de mesut barzani etrafında toplanması gerektiğini söylemişti. kürtler önemliydi. metiner kitabında erdoğan'ı ilk nerede gördüğünü anlatıyor. 1989'da erbakan önemli bir ismi türkiye'ye ağırlamış. ev sahipliğini istanbul refah teşkilatı yapmış. yani erdoğan. ağırlanan isim de raşid el gannuşi.  raşid gannuşi tunus'taki islami bir hareketin lideri. 1980'e londra'ya sürgün ediliyor. kendisini müslüman demokrat olark görüyor. yani radikal değil. humeyni gibi olmadığı için batı'nın desteğini görüyor. el kaide'ye karşı ama ab'ye karşı değil. tam bir ılımlı yani. gel zaman git zaman, batı destekli arap baharı ilk olarak tunus'ta yaşanınca hemen ülkesine dönüyor. 24 ekim 2011'de %40 oyla iktidar oluyor. ingiliz kraliyet uluslararası ilişkiler enstitüsüolan chatham house'tan ödül alıyor.  chatham house ödülü demişken. bu ödülü abdullah gül de aldı. hem de kraliçe elizabeth'in elindenchatham house'ın tarihi önemi ne? sevr anlaşmasının mimarı. yani osmanlı'yı paramparça edip sadece konya ve çevresini türklere bırakan haritayı çizen kuruluş. sevr'in mimarı chatham house kurulu gül'e madalya takmıştı. geçen yıl başka bir isim de önemli bir madalya alacaktı: hulusi akar 27 ocak 2015 günü abd kara kuvvetleri komutanı org. raymond odierno, org. akar’a pentagonda “liyakat lejyonu” taktı. general odierno kim? 4 temmuz 2003 günü türk askerinin kafasına çuval geçirilmesini emreden general.  batılılar bu tip hadiselerde isimleri çok ince seçer. seneler önce erdoğan ve gül ab anayasası taslağına roma'da imza atmıştı. arkada bir papa heykeli vardı: papa x. ınnocenzo. türk düşmanı, bir papa. tarih? 29 ekim 2004. cumhuriyetin kuruluşu... 2011'de türkiye kuzey afrika ülkesi libya'ya harekat düzenleyen nato donanmasına iki gemi gönderdi. nato donanması libya'ya saldırdı, kaddafi'yi devirdi. harekata komuta eden amiral geminin adı neydi: andrea doria... 1538'de birleşen haçlı donanması barbaros hayreddin paşa'nın komuta ettiği osmanlı donaması ile preveze'de karşılaştı. savaşı barbaros kazandı. peki haçlı donanmasının amirali kimdi: andrea doria... peki barbaros kimdi: kuzey afrika'da toprakları fetheden bir osmanlı paşası. yüreğinizde ince bir sızı oluştu değil mi?  1974'te ecevit-erbakan hükümeti kıbrıs'a asker çıkarttığında abd ile türkiye ilişkileri bozuldu. türkiye'ye ambargo uygulandı. dünya türkiye'ye ambargo uygularken bir lider türkiye'ye destek çıkmıştı: muammer kaddafi.


konuyu çok dağıtmadan


 11 eylül 1919... sivas'ta toplanan kongre kararını yayınladı. karara göre "her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı millet top yekün kendisini savunacak ve direnecektir." ve hemen altında başka bir karar bulunuyordu "manda ve himaye kabul edilemez." nasıl?  güneyde ingiltere ve fransa, akdenizde italya ve egede yunan işgaline uğrayan anadoluyu kurtarmak için bir araya gelen kongre hem memleketi kurtarmak için top yekün direniş kararı alıyor, ardından mandayı mı tartışıyor? belki reddediyor ama ciddi bir biçimde manda ve himaye kongrenin tartışma konusu olabiliyor. nedeni basit. memleketi kurtarmak için atatürk'ün etrafında bir araya gelenler arasında mandacılar var. sadece mandacılar olsa iyi. saltanatçılar, hilafetçiler, islamcılar, türkçüler, ve cumhuriyetçiler... her birinin memleket hakkında birbirine temelden karşı olan farklı fikirleri var. ve fakat düşman işgalinden kurtulmak için bir araya gelebiliyorlar. en önemlisi bu iş yapılırken "sen saltanatçısın, senin padişahın yüzünden başımıza bunlar geldi" diyerek saltanatçıları dışlamıyorlar. yahut "sen islamcısın, islamcılık yüzünden memleket geriledi ve çöktü, sizin yüzünüzden" diyerek islamcıları suçlamıyorlar. mandacılara "memleketi ingiliz idaresine bırakmak istiyorsunuz, sizinle bir araya gelemeyiz" demiyorlar.  islamcılık, saltanatçılık, mandacılık... tümü için bir memlekete ihtiyaç var ama memleket işgal altında. bu yüzden bir araya gelip top yekün direnişe geçmek farkındalığına varıyorlar. tüm karşıt fikirleri ve düşmanlıkları bir kenara atarak bir oluyorlar. işte 15 temmuz 2016 akşamı ve devamında yapılması icap eden şey de budur. ne sokaktaki sarıklılar ne okunan selalar bahane edilemez. memleketi müdafaa için sokağa inilmeli ve hep birlikte bu darbe girişimine karşı durulmalı. neden mi? cemaat, 2013 yılından itibaren etkin olmak üzere 2011 yılından bu yana akp karşıtı bir oluşumdur. her şeyin 7 şubat 2012'de yaşanan mit krizi ile başladığı düşünülse de mesele daha eski. daha 2011 yılından itibaren iran'la yapılan altın ticareti kayıt altına alınıyordu. 2013'te yaşanan 17-25 aralık operasyonları ise herkesin malumu.  bunların darbeyle ilgisi ne diye soranlar olabilir. var. hastalığa teşhis koyabilmek için öncül etkilerini izlemek zorundayız. cemaat ne oldu da akp ile ters düştü. bunu daha önce uzun uzun yazdım. tek cümleye indirgersek: akp'nin abd ile olan ilişkilerinin bozulması. bakalım, 2002'de akp batı'nın da umutlu desteğiyle iktidara geliyor. destek 2007'ye dek aralıksız sürüyor. cemaat kadroları devlete yerleşiyor. türkiye'ye yabancı sermaye yağıyor. karşılığında türlü tavizler veriliyor. 2007'nin nisan ayında tsk hükümete muhtıra veriyor. abd şüphe etmeden akp'nin arkasında durduğunu açıklıyor. tehlike geçtikten sonra ise ergenekon operasyonları başlıyor. cemaat akp'nin yanında olmanın ötesinde bizzat operasyonları yönetiyor. yüzlerce asker ordudan atılıp hapsi boyluyor. bu arada, boşalan mevkilere kimler getirildi dersiniz? 2009 yılında kürt açılımı başlıyor, abd hükümeti alkışlıyor. cemaat o kadar akp'li ki, artık muhalefetin bile hedefinde. hakkında yazılan kitaplar basılmadan toplatılıyor. hükümet cemaati koruyor. 2011 yılında arap baharı patlak veriyor. işte o yıl tüm senaryo değişiyor.  akp'nin abd ilişkileri bozulunca cemaatle de arası açılıyor dedik. bunu nereden anlıyoruz? akp ırak'ın işgali olsun, neo-liberal ekonomik reformlar olsun, özelleştirmeler ve en nihayetinde kürt açılımı olsun, daima abd ile ortak hareket etmiştir. 2011 başlarında da öyleydi. çünkü arap baharı ile devrilen arap diktatörlerin yerine akp'nin de desteklediği müslüman kardeşler örgütü yerleşiyordu. batı buna zamanla müsaade etmedi. önce ırak'ta, sonra libya'da, mısır'da ve en nihayetinde suriye'de...  erdoğan'ın bakışı, tüm o mutlu ittifak yıllarına rağmen dostu abd'nin müslüman kardeşleri mimlemesiyle değişiyor. öyle ki, en son 2013'te mısır'da yaşanan darbe ile devrilen dostu mursi'ye hiç bir erdoğan dostu batı ülkesi yardım etmiyor. işte erdoğan zamanla batı'nın gerçek yüzünü gördüğünde, kendisine biçilen kostümün dışına çıkmaya başlıyor. ilk olarak iran'a uygulanan ambargo deliniyor. tabi bu sırada akp'nin en büyük yol arkadaşı cemaat de dinliyor, takip ediyor, kaydediyor.  akp aynı zamanda kürt sorununda uyguladığı batı'nın phillips raporu'nu da çöpe atıp yeni politika oluşturuyor. yeni politikayı kim icra ediyor? hakan fidan. onu da 7 şubat mit krizi ile ortadan kaldırmayı deniyor cemaat. sormak istiyorum, müslüman kardeşlerin mimlenmesine rağmen akp batı'nın gösterdiği çizgide gitseydi, cemaat ile akp'nin arası açılır mıydı? bunları neden anlatıyorum. şunu aydınlatmak için. cemaat dediğimiz, abd'nin kontrolünde ve onun refleksleriyle hareket eden bir kuruluştur. bir an için bunun gerçek olmadığını düşünelim. cemaat'in geçmişi neredeyse 40 yıl. 40 yıldır devlet içinde teşkilatlanıyorlar ve her hükümet neredeyse cemaatle sorunsuz çalışıyor. biri hariç: erbakan. ne tesadüf ki onun da arası abd ile hiç hoş değil. neyse, asıl mevzuya dönelim, abd türkiye'de 40 yıldır asker, polis, istihbarat kurumlarında teşkilatlanan bir yapıdan habersiz olabilir mi? bu mümkün mü? haberi bulunuyorsa, kendi kontrolünde olmayan böyle bir yapıya tahammül eder mi?  beyler, bayanlar... ergenekon, balyoz operasyonları neden yapıldı? çok basit.  2006 yılından itibaren abd beyin takımı türkiye'de amerikan karşıtı hava olduğunu beyan etti. morton abramowitz bunu bizzat yazdı. bu amerikan karşıtı hava dediğimiz şey kemalizmdir. zira kemalizm abd'nin devletin içinden söküp atamadığı yegane zihniyettir. en azından 2007'ye dek öyleydi. bu zihniyet, gerek tsk içinde gerek sivil toplum örgütlerinde ve bürokraside mevcuttu. 40 yıldır yapılanan cemaat dedik, abd'den habersiz peydah olmayacağı açık dedik. zaten öyle olmasa abd'nin biricik dostu özal döneminde böyle etkin olabilirler miydi? ee, o zaman abd'nin cemaat ile ilgili tutumu ne? biliyor muyuz? merak etmeyin biliyoruz. biliyorduk. ta ki 1990'lardan itibaren.  abd kendisinden habersiz hiç bir yapının devlete sızmasını istemez. zira 1970'lerde, 80'lerde sovyet tehlikesi mevcut. türkiye ise abd'nin ortadoğudaki kalesi. yani, bir yapılanma devlete sızıp ele geçirirse, ileride türkiye'yi sovyet blokuna kaydırabilir. böyle bir tehlike var. abd buna imkan verir mi? vermez. demek ki abd cemaati biliyor ve cemaatten rahatsız değil, tahammül gösteriyor. bunun tek bir açıklaması var. cemaat bizzat abd'nin kontrolünde. peki abd neden türkiye'de devlete sızması için din tabanlı bir örgütü kullanır. herkesin aklına gelen ilk neden, memleketin büyük ölçüde müslüman olması. evet. ama asıl neden o değil. asıl neden başka: siyasal islam.  haberlerde çarşaf çarşaf yazıyor, 1986-1990 arasında cemaat kadroları büyük ölçüde orduya sızmaya başlamış. kimin dönemi? özal. abd'nin biricik müttefiki. tam da o tarihlerde, graham fuller türkiye'de mülakat veriyor. kemalizm 1920'lerde gerekliydi ama artık değil diyor. islami metod yeniden düşünülmeli diyor. türkiye bu şekilde ortadoğu için önemli bir model olur diyor. kemalizm, islami metod, model... mesele gayet açık değil mi? iran islam devrimi'nden sonra ortadoğunun radikal islama kaptırılmaması için ılımlı islam dedikleri bir kavram oluşturuyorlar. batı ile dost, bağımsızlık hayalleri olmayan daha soft bir islam bu. ve bu modelin aksamadan uygulanması için de cemaati devlet kademelerine yerleştiriyorlar. akabinde bu yapıyla uyumlu çalışabilecek muhafazakar partileri destekliyorlar. ilk deneme erbakan'la oldu. ama erbakan gülen'i sevmezdi. devirdiler. üstelik bunu yaparken de önlerine kemalistleri kattılar. ne hazin. pekala ileride kemalistleri devirmek için de muhafazakarlar kullanılacaktı. erdoğan o zamanlar gülenci miydi? hayır. erbakan geleneği gülenci değildi. dolayısıyla erdoğan da değildi. hapisten çıktığı zaman bile gülenci değildi muhtemelen. zira o zaman avustralya'ya nakşibendi şeyhi mahmut esat coşan efendiyi ziyarete gitti. ama ne oldu? coşan ziyaretin ardından kaza geçirip vefat etti. erdoğan ise farklı bir yola girdi.  muhafazkar iktidarlada cemaatin devlete sızması kolaylaşıyordu. ve fakat, devlette hakim mevcut zihniyet kemalizm buna müsaade edecek miydi? ankara dgm başsavcısı nuh mete yüksel önce gülen sonra da erdoğan hakkında dava açtı. gülen abd'ye gitti. daha sonra yüksel'in seks kasedi ortaya çıktı, istifa etmek zorunda kaldı. davalar sonuçlanamadı. yukarıda 2006 yılından itibaren abd beyin takımı türkiye'de amerikan karşıtı hava olduğunu beyan etti dedik. devlette hakim mevcut zihniyet buna müsaade etmemişti. ortalık karışacaktı. nitekim karıştı. pekala abd-cemaat ittifakı "devleti ele geçirmeye çalışıyoruz ama mevcut zihniyet müsaade etmiyor" diyecek değildi. asker darbe yapıyor dendi. bir de uyduruktan muhtıra verildi. muhtırayı veren sağolsun, bu hikayeye herkesi inandıran odur. o yüzden ona dokunmadılar. ortalık toz duman oldu. herkesi aldılar. "bunlar da darbeye destek çıktı" denilerek anti-amerikancı sivil toplum kuruluşu, muhalif medya, akademisyenler... kim varsa bertaraf edildi.  peki o zaman abd basını nasıl tepkiler verdi? çok basit. türkiye'de demokrasinin kazandığını, darbecilerin perişan edildiğini ve memleketin demokratikleştiğini yazdılar. çünkü boşalan kadrolara olduğu gibi cemaat yerleşiyordu. ergenekon operasyonlarıyle kemalizm devletten koparılarak yerine cemaat yerleştiriliyordu. yukarıda anlattığım üzere cemaat devletin içine sızınca, bu kez hükümetleri kontrol edebilecek güce ulaşıyordu. zamanla akp'yi kontrol etmeye, hizaya gelmediği vakit kıskaca almaya başladı. 2011-2015 döneminde yaşananlar abd'nin cemaat eliyle akp'yi kontrol altına almaya çalışmasıdır.  cemaat öyle güçlenmişti ki, hizaya gelmeyen bir hükümeti darbe ile devirebilecek gücü bile vardı: 15 temmuz 2016. işte, darbe girişiminin nedeni budur. akp 2011'den bu yana artarak süren abd karşıtı politikalarını sürdürmekten vazgeçmedi. bu dönemde cemaat etkin biçimde akp ile uğraştı. akp de bir yandan cemaat yapılanmasını devletten kazımaya başladı. polis ve istihbarat teşkilatında ciddi ilerleme katedildi. ama asıl yuvalanma ordu teşkilatındaydı.  peki neden darbe? bir çok nedeni var. öncelikle, rus uçağı düşürdüler. o gün aklı başında hareket edip olaya farklı şekilde yaklaşılsaydı sonuçlar başka olabilirdi. fakat hükümet yanlış bir şekilde olayı sahiplendi. üstüne rus karşıtı propaganda başlattılar. türkiye abd'den uzaklaştıkça rusya'ya yakınlaşıyordu. rus uçağı düşünce rus ilişkileri paramparça oldu. böylece türkiye'yi ne batı ne de doğu blokuna yakın olan bir konum yerleştirmiş oldular. fakat erdoğan yanlışı görüp rusya'yla sorunları çözmeye başlayınca işler değişti.  en önemlisi, hükümet cemaati tamamen tasfiye edebilmek için tsk içinde yuvalanan subayları tespit ederek yaş toplantısında görevden almayı düşündü. ayrıca ergeneko operasyonları döneminde görüşen izmir casusluk davası'nı kovuşturan hakim ve savcılara kovuşturma izni verilmişti.. bu dava ile yargıda da tasfiye başlayacaktı. onca yıllık girişimin yok olma tehlikesi belirince derhal harekete geçildi. 16 temmuz 2016 günü sabaha karşı darbe planlandı. başka çare kalmamıştı. fakat hiç olmayacak bir şey oldu. darbe planı için başlatılan hareketlilik 15 temmuz günü saat 16:00 civarında mit'in kulağına gitti. bir iki saat içinde genelkurmay ile temasa geçildi. sorulması gereken soru. mit sahiden hareketliliği görüp mü anlamıştı, yoksa birileri durumu mit'e fısıldadı mı? sorulması gereken ikinci soru, mit darbe istihbaratını aldıktan sonra konuyu neden doğrudan hükümetle paylaşmak yerine darbeyi yapacak kurum olan tsk ile paylaştı? son olarak, hükümet neden saat 20:00 civarında haberdar edildi. mit'in darbe hazırlığını fark etmesi, hükümet yerine önce tsk'yla temas kurması ilginç. öyle ya, tsk'nın komuta kademesi de planın içinde olsaydı, istihbaratın hiç bir kıymeti kalmazdı. komuta kademesini geçtik, komuta kademesiyle paylaşılan bu istihbaratın ardından derhal birliklere yollanan uyarı faksları var. bu fakslar da darbecilerin eline geçmedi mi? bu hırsızı arsıza şikayet etmek gibi bir şey oldu. ve en önemlisi neden en son hükümetin haberi oldu. peki bu süreci kim kontrol etti? hükümetin bu süreçte bir etkisi olsaydı erdoğan "istihbarat zafiyeti var" demezdi. en önemlisi haberi eniştesinden aldığını açıklamazdı. demek ki, hükümetin bu trafikte rolü yok. cemaati darbeye teşvik edenler aynı zamanda mit'e haber uçurmuş olabilir miydi? sanmıyorum. hem darbeyi tezgahlamak hem de başarısız olmasını sağlayıp erdoğan'ı tek adam yapmak... pek manasız olurdu. en başında söylediğim gibi. mustafa kemal mandacısıyla, saltanatcısıyla, islamcısıyla beraber direnmek zorundaydı ve öyle de yaptı. peki bugün neden beraber direnmeliyiz? çok basit. mustafa kemal atatürk'ün kurduğu bu devlet, onun ilkeleri ışığında hareket edecek biçimde tasarlandı. bu ilkeler anayasa ve kanunlara işlendi. devlet kurumları bu şekilde dizayn edildi ve ordu hepsinin bekçisi oldu. abd, cemaat eliyle bu zihniyeti devletin sinirlerinden koparıp atabilmek için uzun süre çalıştı. büyük ölçüde başarılı oldu. fakat trajiktir ki, cemaat yapılanmasının devlete sızmasına karşı çıkanlar da eski dostları oldu. darbe gerçekleşseydi sadece erdoğan devrilmeyecekti, abd güdümlü cemaat yapılanması kemalist devlet anlayışına tamamen çökecekti. 60 ve 80 darbelerinin, 71 muhtırasının, 28 şubat sürecinin kemalist devlet yapılanmasıyla sorunu yoktu. onlar hükümeti değiştirmeyi amaçlıyorlardı. ama 2016 darbesi hükümetin yanında kemalist devlet düzenini yok edip cemaati devlet aygıtına yerleştirmek niyeti taşıyordu.  akpchpmhp... partiler seçimler gidebilir. demokrasinin gereği budur. fakat devlete çöreklenmiş cemaat gibi yapıları atmak için seçimler ve darbeler yetmez. düşünün, 40 yıldır çabalamalarına rağmen başaramadılar. darbe başarılı olsaydı ve cemaat devlet aygıtına çökseydi, onu oradan söküp atmak kaç yıl sürerdi?  bunu tsk içindekiler de biliyor. zaten bunu bildikleri için paralel olmayan paşa/subaylar darbeye onurlu bir şekilde direndiler. cumhuriyetimizi kökü dışarıdaki bu örgütten önce ordumuz kurtardı. istihbarat ve sokaklar ikinci sıradadır.  son olarak, bunların dışında darbeden haberdar olup da tsk bünyesiyle temasa geçip hükümeti habersiz bırakacak başka hangi güç olabilir? aslında... neyse... ya da şöyle bir ipucu bırakalım. ne demişti fuat avni? "mit ve askerin içindeki derinler asıl büyük oyunu kendisini en büyük oyuncu olarak gören narsist'e oynadı." kim bu derinler? geçen yıl, 20 mart 2015'te fuatavni bir tweet attı: "içerde ergenekon'dan dışarda sisi'den özür dileyen darbe aşığı yezid, aleme maskara oldu." kısa süre sonra 30 haziran 2015'te fuatavni bir tweet daha attı: aktan’ın adını duyan yezid, yeni müttefiki ergenekon’un kendisine ihanet ettiğini anlamış durumda." ergenekon, müttefik?


 aktan demişken. fuatvni'nin bahsettiği isim hamdi yaver aktan. önemli bir yargıtay üyesi. cemaatin kumpas davaları esnasında hedefe oturttuğu isim. aktan daha sonra yargıtay 18. ceza dairesi başkanlığına seçildi. ilk demecini odatv'ye verdi. ne alaka diyenler olabilir. alaka "derin". aynı gün fuatavni başka bir tweet daha attı: "ergenekon'un adamları seni paçavraya çevirdi, artık tamamıyla yalnız kaldın. korkma, titre!" erdoğan, ergenekoncemaathamdi yaver aktan... bunların birbiriyle ne ilgisi var? fuatavni ne demeye getiriyor? ekim 2014'te hsyk seçimleri yapıldı. cemaate karşı ilk koalisyon işte bu seçimlerde gerçekleşti. gülen kadrolarına karşı yargıda birlik platformu koalisyonu seçime girdi. seçimi kazandılar. doğu perinçek cumhuriyet hukuku kazandı açıklamasını yaptı. ona göre gladyoya darbe indirildi. seçimlerin ardından yargıtay'ın kilit kurulu olan birinci başkanlık kurulu'na yargıda birlik platformu'nun desteklediği adaylar seçildi. hamdi yaver aktan da kuruldaydı.6 temmuz 2015, fuatavni bir tweet atıyor: "ergenekon'un derin adamı fahri kasırga, yezid'in iddiaları yerini bulsun diye faili meçhullerin cemaat'e yıkılması aklını vermişti. kolladığı fırsatı bulduğunu düşünen hakan fidan ve ergenekon uzantılı ekip 22 civarı mit elemanını istanbul'a gönderiyor.. 10 eylül 2015, fuatavni iki önemli tweet atıyor: yezid'i kutsal piyon gibi kullanan derin devletin karanlık yapısı 90'lara dönüşün taşlarını döşemeye devam ediyor. ibrahim kalın ve yalçın akdoğan üzerinden derin devletin o dönem kullandığı bütün karanlık isimlerle çok kirli pazarlıklar sürüyor. 18 şubat 2016... faşist ve avaneleri, ülkeyi savaşa sokmak için her yolu deniyor. ittifak ettikleri derin vesayetçi yapıların keyfine diyecek yok. 22 mart 2016... eski derinler, uzun zamandır ilk kez faşist'in avanelerinden ayrı bir araya geldiler. kasırga, eski adamlarla irtibata geçti. 20 haziran 2016... veli küçük'ün kankası kasırga eski derin ekibiyle içerden, sinirlioğlu dışardan çalışıyor. narsist yuları çoktan kaptırmış. fuatavni yaklaşık bir buçuk yıldır erdoğan'ın cemaate karşı derinlerle iş birliği içine girdiğini iddia ediyor. derinlerden kastı, ergenekoncular. irtibatı sağlayan kişi ise fahri kasırga imiş. yani cumhurbaşkanlığı genel sekreteri... peki bunların darbe ile ne ilgisi var? 


akp milletvekili şamil tayyar 25 temmuz 2008'de bir yazı kaleme alıyor. ergenekon terör örgütünün devlet kurumlarına sızdığı gibi akp'ye sızmış olabileceğini iddia ediyor. bir başka iddiası fahri kasırga hakkında... kasırga'nın ergenekon'un bir numarası veli küçük'le hukukunun olduğunu ve veli küçük'ü tutuklatan savcı zekeriya öz'ü davadan almak için uğraştığını yazıyor. kasırga savcısını görevden almaya çalışınca cemaatin nefretini kazanıyor. fahri kasırga o günlerde cemaat gücünün doruklarında olduğundan kızağa çekiliyor. pasifize edilyor. ta ki, 2014'e kadar. 17 aralık'tan sonra cemaat düşman ilan edilince 20 ocak 2014'te başbakanlık müsteşarlığına getiriliyor. aynı yıl cumhurbaşkanı olan tayyip erdoğan tarafından cumhurbaşkanlığı genel sekreteri olarak atanıyor. sonrası malum... fuatavni kasırga'nın erdoğan ve ergenekoncular arasındaki iş birliğinin kilit aktörü olduğunu açık açık iddia ediyor. peki darbe girişimi? 

17 temmuz 2016 günü darbeden hemen sonra fuatavni iki önemli tweet attı. "görevde olsun olmasın fişlenen isimler darbecilikten tsk'dan atılacak. yerlerine narsist'e biat eden derinlerin adamları getirilecek. mit ve askerin içindeki derinler asıl büyük oyunu kendisini en büyük oyuncu olarak gören narsist'e oynadıfuatavni'nin söylemeye çalıştığı şey, darbeyi erdoğan-ergenekoncu ittifakının püskürttüğüdür. 18 şubat 2016'da "faşist ve avaneleri, ülkeyi savaşa sokmak için her yolu deniyor" derken tsk'daki cemaatçilerin tasfiyesi için kurulan plandan bahsediyordu. tsk'daki cemaatçiler temizlenip yerine ergenekon ve balyozdan tutuklanan kadrolar getirilecekti. ülkeyi savaşa sokmaktan kasıt ise tsk'daki cemaatçilerin bunu önlemek için darbe yapma ihtimaliydi. 17 temmuz 2016 günü bahsettiği fişlenen isimler işte şubat ayında fişlenen isimlerdi. planlandığı gibi de oldu, darbeden sonra bir çok ergenekon ve balyoz mağduru görevine döndü. fakat fuatavi hepsinin ötesinde "mit ve askerin içindeki derinler asıl büyük oyunu kendisini en büyük oyuncu olarak gören narsist'e oynadı." diyor. bu oyun ne olabilir? darbe girişiminden sonra erdoğan çıktığı bir tv programında "mit gelen istihbaratı bana haber vermedi, olayı eniştemden akşam dokuz gibi öğrendim" dedi. oysa darbe girişiminin istihbaratı akşamüstü dört gibi hakan fidan'a gelmiş, akşam altı gibi de genel kurmay başkanı hulusi akar durumu öğrenmişti. erdoğan'a haber üç saat sonra eniştesi tarafından veriliyordu. neden? bu arada, fahri kasırga demişken. darbe girişimi esnasında beştepe'ye giden grup kasırga'yı rehin aldı. rehin alınan tek bürokrat kasırga oldu. darbeyi yapan cemaatçiler tsk'daki cemaatçileri temizlemek için ergenekoncularla kurulan işbirliğinin kilit ismini rehin almıştı. hiç de sırıtmıyor. tekrar geriye dönelim. açıklığa kavuşturulması gereken iki husus var. erdoğan'a neden geç haber veriliyor ve fuatavni'nin erdoğan'a karşı kurulan oyundan kastı ne? ek olarak kasırga darbeden sonra nasıl burnu bile kanamadan dönüyor. konuyla ilgili tek açıklaması neden darbe gecesi görevini yapmaya giderken askerler tarafından rehin alındığı şeklinde oluyor? nerede, nasıl? kimlerle? anlatmıyor. fakat anlatan başka biri var: akın öztürk... darbenin sözde bir numarası...darbe başarısızlıkla sonuçlanınca eski hava kuvvetleri komutanı akın öztürk tutuklandı. darbeyi yönetenin o olduğu ilan edildi. fakat kendisi polis ifadesinde bunu reddetti. öztürk'e göre, olay günü hava kuvvetleri komutanı kendisini arıyor ve darbecileri vazgeçirmesi için akıncılar üssü'ne gönderiyor. öztürk oraya gittiğinde hulusi akar, tümgeneral kubilay selçuk ve tuğgeneral mehmet dişli ile birlikte çay içiyordu. bu üç ismi unutmayın. bu arada mehmet dişli, akp genel başkan yardımcısı şaban dişli'nin kardeşi. öztürk ve akar'ın uğraşı sonucunda iki paşa darbeden vazgeçiyor ve hulusi akar başbakan'ı arayıp bilgilendiriyor. öztürk'e orada kalmasını ve üssü kontrol altında tutmasını söylüyor. akabinde helikopter ile birlikte oradan ayrılan hulusi akar, başbakanlık'a geçiyor. helikopterde bulunan pilot ve mürettebat ilerleyen günlerde darbecilikten tutuklanıyor. peki helikopterde başka kim var? mehmet dişli. akp'li şaban dişli'nin kardeşi. o da tutuklanıyor. peki darbeciler neden hulusi akar'ı kendi elleriyle başbakanlık'a götürüyor? geçelim.odadaki üç kişiden ilki olan dişli neler söylüyor? dişli'ye göre darbeciler dişli'yi hulusi akar'la samimi olduğu için silah zoruyla kullanıyor. darbeye katılması için ikna etme üzere görevlendiriyor. akar'a gidip darbeciler seni de yanlarında istiyor diyor. akar reddedince darbeciler akar ve dişli'yi akıncı üssü'ne götürüyor. daha sonra yanlarına tümgeneral kubilay selçuk geliyor ve darbe yaptıklarını söylüyor. akar bunun üzerine hava kuvvetlerinin darbeye katılıp katılmadığını soruyor. akın paşa siz katılırsanız katılır diye cevaplıyor tümgeneral kubilay selçuk. bunun üzerine sormak üzere akın öztürk de oraya çağrılıyor. konuşuyorlar. daha sonra başbakan akar'ı çağırıyor. akar ve dişli oradan ayrılıyor.  odadaki üç kişiden ikincisi hulusi akar ifadesinde neler söyledi? akar'ın ifadesi daha kısa. mehmet dişli'nin yanında geldiğini ve herkesi alacaklarını söylediğini belirtti. bunun üzerine akar da karşı çıkıyor ve destek vermeyeceğini söylüyor. kendisini gülen'le görüştürmek istediklerini ve reddettiğini anlatıyor. dahası yok. yani hem mehmet dişli hem de hulusi akar kubilay selçuk'ın darbeci olduğu hususunda hemfikir. ifadeler arasında çelişki de var. mesela akın öztürk hava kuvvetleri komutanı tarafından üsse gönderildiğini söylüyor ama mehmet dişli kendilerinin çağırdığını anlatıyor. belli ki akın öztürk darbeye destek vermekte tereddüt yaşıyor. hulusi akar'ın da olmasını şart koşuyor. ama akar katılmayınca kendisi de arada kalıyor. ikili oynuyor. yine de paçayı kurtaramıyor. zira darbecilere karşı keskin bir karşıtlığı yok. tıpkı mehmet dişli gibi. o da zorla akar'la görüştürüldüğünü söylüyor lakin hulusi akar ondan darbeciymiş gibi bahsediyor. belki kendisi de darbeyi desteklemiştir fakat başarısız olunca silah zoruyla hareket etiğini anlatmıştır. bilemeyiz.  peki fahri kasırga bu olayın neresinde? oraya geliyoruz. akın öztürk'ün ifadesinde başka bir nokta var. öztürk'e göre üsteki konuşmanın ardından akar ve dişli helikopterle başbakanlık'a geçiyor. akar kendisine üste kalmasını söylüyor. bu noktada tereddüt yok. daha sonra öztürk de başbakanlık'a gitmek istiyor ama havadan kendisine ateş açılıyor. geri dönüyor. üste dolanırken genelkurmay ikinci başkanı yaşar güler'i gözleri bağlı şekilde buluyor. daha sonra hava kuvvetleri komutanı abidin ünal'ı ve beraberinde dokuz generali daha buluyor. özel kuvvetler komutanını arayarak kendilerini kurtarmasını istiyor. özel kuvvetler komutanı gecikiyor. yinede geliyor ama kara kuvvetleri komutanı ile bir kişiyi daha kurtarıp gidiyor. o kişi kim? fahri kasırga fuatavni boş konuşmuyor. cemaat, darbe, tsk'daki paraleller, fahri kasırga, erdoğan, fidan, akar... aralarda doldurulamayan boşluklar var. yine de devam edelim. kara kuvvetleri komutanı salih zeki çolak ifadesinde genelkurmay karargahında rehin alındığını ve akıncılar üssü'ne götürüldüğünü söylüyor. devamı yok. kim kurtardı? nasıl, kiminle? tamamen karanlık. peki genel kurmay ikinci başkanı yaşar gülerakın öztürk'ün kendisini kurtardığını kabul ediyor. öztürk kendisine "darbeyi bastırmaya çalıştığını" söylüyor lakin öztürk'ün üste oldukça rahat hareket ettiğini ifade ediyor. peki fahri kasırga? ifadelerde o da yok. odada hulusi akar, mehmet dişli ve akın öztürk'ten başka, tümgeneral kubilay selçuk de bulunuyordu. sahi o ne demişti?  odadaki üçüncü adam selçuk ifadesinde akıncılar üssü'ne zorla getirildiğini, odada hulusi akar ve mehmet dişli'yle bulunurken akar'ın akın öztürk'ü çağırdığını söylüyor. fahri kasırga, kara kuvvetleri komutanı salih zeki çolak ve abidin ünal'ın orada bulunduğunu bilmediğini iddia ediyor. akın öztürk'ün darbeyi engellemek için çabaladığını söylüyor.  ifadeler incelendiğinde kubilay selçuk ve akın öztürk'ün ifadelerinin çelişmediği görülüyor. muhtemelen ikisi de darbenin gerçekleşmesi için çabaladığı için benzer ifadeler kullanıyorlar. birbirlerini koruyorlar. buna karşın hulusi akarmehmet dişli ve yaşar güler ise ikilinin darbeci olduğundan emin. bir de şu husus var: fahri kasırga'dan sadece darbeci olduğu iddia edilen kubilay selçuk ve akın öztürk bahsediyor. peki fahri kasırga'yı kurtaran özel kuvvetler komutanı zekai aksakallı ne diyor?kendisi, şehit kahraman ömer halisdemir'e darbeci semih terzi'yi vur emrini veren komutan. bu emirle gündeme geliyor. peki fahri kasırga'nın kurtuluşu? yok. görüldüğü gibi fahri kasırga konusu tamamen karanlıkta. en başa dönelim. iki husustan bahsettik: erdoğan'ın bilgilendirilmemesi ve fuatavni'nin dillendirdiği erdoğan'a oynanan oyun...darbenin ardından gündem hakan fidan ve hulusi akar'ın erdoğan'ı bilgilendirmeyişine kayıyor. öyle de kalıyor. erdoğan ısrarla bana haber verilmedi diyor. nedeni açıklığa kavuşmuyor. ne fidan ne de akar görevden alınmıyor. o zaman şu soru sorulmalı. acaba erdoğan'a gerçekten haber verilmedi mi? kafalar karışmış olabilir. 15 temmuz 2016 günü karanlıkta kalan iki olay var. erdoğan darbeden habersiz bırakılırken fidan ve akar neler yapıyordu. ikincisi, onca bürokrat varken neden fahri kasırga rehin alınıyor. zira kasırga önemsiz bir adam değil. fuatavni'ye göre erdoğan ve ergenekoncular arasındaki iş birliğinin kilit aktörü. bu iki karanlık noktanın birbiriyle ilgisi olmalı. zira hem darbenin erdoğan'a haber verilmediği saatler hem de kasırga'nın kaçırılması olayı karanlık. yeniçağ gazetesi'nin yazarlarından ahmet takan erdoğan'ın haberi eniştesinden almadığını iddia ediyor. takan'a göre erdoğan haberi çok daha önce önemli bir siyasetçiden öğrenmiş. yani darbeden haberdar. fakat bu konuyu açıklamak istemiyor. bu haberin bir anlığına doğru olduğunu varsayalım, erdoğan girişimden haberdarsa ve bu konuyu gizliyorsa, haberi bir siyasetçiden almışsa...  fuatavni erdoğan ergenekoncularla iş birliği kurarak tsk'yı temizlemek istedi diyor. darbe de bu planı engellemek için tertip ediliyor. o zaman darbeyi de erdoğan ve ergenekoncu iş birliği engellemek isteyecektir. bu iş birliğinin kilit ismi olan kasırga'nın o saatlerde üste olması şaşırtıcı olur muydu? peki erdoğan'a girişimi söyleyen siyasetçi kim olabilir? darbeye sıkı şekilde karşı çıkan siyasetçi oldu mu? acaba fuatavni erdoğan'la ergenekoncuların iş birliğini anarken hiç siyasi bir lider adı andı mı? andı. 16 mayıs 2015 günü fuatavni iki tweet atıyor: savcı serdar coşkun, perinçek'in 'bütün cemaatlerin kökünü kazıyacağım' talimatını hayata geçirmeye hazırlanıyor. yezid ve perinçek'in ortak yapımı legal görünümlü illegal yapılar projesini serdar coşkun üstlendi. 19 eylül 2015: genel sekreter ve uzantıları, perinçek'in adamları dahil vesayetin birçok karanlık şahsıyla ilişkili. karanlık bir ekip oluşturmuş. 13 mayıs 2016: kasırga, faşist'e, güvenlik politikaları başkanlığı kurulmasına yönelik teklif sundu. bu teklif perinçek'in adamlarından geldidarbeden on gün önce new york times gazetesi baş yazısında doğu perinçek'in görüşlerine yer verdi. perinçek'in "erdoğan, bugün türkiye’nin vatansever güçleri tarafından ele geçirildi." ifadesi yazıda yer aldı. yazıda ayrıca "erdoğan’ın müttefiklere ihtiyacı vardı. bu yüzden orduyla ittifak yaptı. genelkurmay başkanı, kızının düğününde şahitlik yaptı. şimdi de aşırı ulusalcılarla yeniden diriliyor." yorumu yer aldı. sadece new york times değil frankfurter allgemeine de konuya ilişkin makale yazıyor. yani fuatavni'nin bahsettiği ittifakı perinçek ve batı basını da anlatıyor. bu bir sır değil. sadece türkiye gündeminde yer almıyor. türkiye gündeminin asıl konuları konuşmayacak şekilde dizayn edildiğini defalarca yazdım. fuatavni erdoğan'ın ergenekoncu ve derinlerle kasırga üzerinden iş birliğine girdiğini yazıyor. bu iş birliğinin içinde perinçek'in de olduğunu defalarca söylüyor. 2016 şubat'ında tsk'da tasfiye olacağını yazıyor. tasfiyenin fetöcülere karşı yapılacağını söylüyor. tsk'daki fetöcüler darbeye girişince perinçek tweet atıyor, darbeyi amerikancı ve fethullahçı girişimi olarak niteliyor ve türk ordusunun bunu engelleyeceğini iddia ediyor. dediği gibi de oluyor, ordudaki cemaat karşıtları darbeyi engelliyor. fakat saat 16:00-20:00 arası yaşananlar tamamen karanlık. o saatlerde neler yaşandı? konu neden açıklığa kavuşmuyor? takan'ın söyledikleri doğruysa erdoğan'a haber veren siyasetçi kim olabilir? topal mı? fuatavni neden derinlerin erdoğan'a oyun oynadığını söylüyor? oyun ne? bazı noktalar aydınlandı mı, yoksa kafalar daha da mı karıştı, bilemiyorum. 11 temmuz 2016, darbeden dört gün önce, doğu perinçek yazıyor: "aslında her iki gazete de türkiye'nin girdiği süreci doğru okuyorlar. tayyip erdoğan'a kemalist devrimi yıkma görevi vermişlerdi, oysa tayyip erdoğan kemalizme teslim oldu." işte bu noktadan sonrası komplo teorisine girer. fuatavni erdoğan'a kurulan bir oyundan bahsetmişti. acaba oyun iş birliğine girilen ergenekoncu ve derinlerin cemaat darbesinin püskürtülmesi karşılığında yapılan bir pazarlık olabilir mi? kasırga'nın rehin alınması ve erdoğan'ın arada geçen dört saat habersiz bırakılması pazarlığı gizleyen doneler mi? karanlıkta geçen saatler pazarlık sonuç verene kadar geçen süre mi? sorular, sorular... tüm bu soruların dışında batı'nın darbe karşısındaki konumu nasıldı? batı'nın konumu bize bazı şeyler fısıldıyor olabilir miydi? darbe gecesi hangi cia ajanı istanbulda'ydı? amerikalı bir yazar neden bu ileride başka bir darbe olabileceğinden bahsetti? erdoğan meydanlardaki nöbeti neden uzattıkça uzattı? yeni darbe tehdidi hangi yönden bekleniyor? 
bugün yaşadığımız sosyal ve siyasi süreçlerin, sorunların ve sonuçların kökeni 1990'lı yıllara dayanmaktadır. zira bugün yaşananlar soğuk savaş sonrası için tasarlanan yeni dünya düzeninin getirileridir. samuel huntington 1993 yılında, soğuk savaş sonrası için yaşanacak süreci medeniyetler çatışması olarak tahmin etti. esasında bu bir tahmin değildi. medeniyetler çatışması bir sonuçtu. varılacak noktaydı. huntington sonucu yazmıştı.

15 temmuz gecesi yaşanan darbe basit bir girişim değildi. bir anlayışı ve düzeni kurtarmak için abd destekli bir cemaat aracılığıyla tatbik edildi. darbenin amacı basitçe akp hükümetini devirmek değildi. darbe yıkılmaya yüz tutmuş bir düzeni korumak için ortaya çıktı. bu düzen nedir? bu düzeni kim kurmuştur ve bu düzene karşı çıkanlar kimlerdi? çok iyi anlamak lazım. düzenin adı

15 temmuz gecesi yaşanan darbe basit bir girişim değildi. bir anlayışı ve düzeni kurtarmak için abd destekli bir cemaat aracılığıyla tatbik edildi. darbenin amacı basitçe akp hükümetini devirmek değildi. darbe yıkılmaya yüz tutmuş bir düzeni korumak için ortaya çıktı. bu düzen nedir? bu düzeni kim kurmuştur ve bu düzene karşı çıkanlar kimlerdi? çok iyi anlamak lazım. düzenin adı ılımlı islamterimin sahibi baba bush'un ortadoğu uzmanlarından daniel pipes.  ılımlı islam iran'da yaşanan islam devriminin ardından bir ihtiyaç olarak üretildi. amaç iran tarzı, radikal, batı karşıtı ve anti-siyonist anlayışın ortadoğuda yayılmasını engellemekti. batı, iran tehlikesine karşı açıktan mücadele veremezdi. aksi halde batı'nın mücadelesi "islam karşıtlığı" olurdu. bu durumda bir çok islam memleketi batı karşısında, iran yanında saf tutabilir ve islam memleketleri batı karşıtlığı noktasında birleşebilirdi.

batı, iran devrimine karşı mücadelede iki şey yaptı. ilki şii iran'a karşı sünni devletlerle ilişki kurdu. ikinci olarak da sünni devletler için yeni bir "islam modeli" tasarladı. bu model iran devriminin "batı karşıtı, anti-siyonist ve radikal" anlayışın alternatif bir modeldi. terimin sahibi 

batı, iran devrimine karşı mücadelede iki şey yaptı. ilki şii iran'a karşı sünni devletlerle ilişki kurdu. ikinci olarak da sünni devletler için yeni bir "islam modeli" tasarladı. bu model iran devriminin "batı karşıtı, anti-siyonist ve radikal" anlayışın alternatif bir modeldi. terimin sahibi daniel pipes "radikal islam tehdidine karşı çözüm ılımlı islamdır" diyecekti. batı'nın ılımlı islam modelini yerleştirebileceği bir devlete ihtiyacı vardı. o devlet türkiye'ydi. zira türkiye sünni, batı ile dost, modern ve demokratik bir ülkeydi. eğer türkiye ılımlı islamın öncüsü olabilirse, diğer islam memleketleri türkiye'yi örnek alabilir ve batı, iran devriminin ortadoğuya yayılmasını önleyebilirdi. ayrıca, ılımlı islamın hakim olacağı bu devletler batı'nın pazarı haline gelebilir ve kapitalizm bu sahalara da yayılabilirdi. fakat bir sorun vardı. türkiye cumhuriyeti herhangi bir dini cemaatin ve islami fraksiyonun devlete egemen olmasını engelleyecek biçimde dizayn edilmişti. devletin bu laik yapısı ılımlı islamın tatbik edilebilmesini engelliyordu. yani, sorun  Atatürk'tü. ılımlı islam için önce Atatürk'ten kurtulmak gerekliydi. graham fuller 1990 yılında cumhuriyet gazetesi'ne verdiği röportajda Atatürk fikirleri için "çağın gerisinde kaldı" diyordu. samuel huntington "demokrasinin mutlaka laikliğe dayanması gerekmez." diyordu. john o'sullivan "türkiye'nin laik anlayışı artık değişmek zorunda." diyordu.paul henze türkiye'nin laik yapısının yok edilip yerine sünni kürtleri de alan "yakındoğu federasyonu" isimli yeni devlet projesi için araştırmalar yapıyordu. batı'nın aktörleri 1990'lı yıllar boyunca türkiye'ye bu fikirleri aşıladı. islami hareketleri "ama ılımlı olanları" destekledi. islami siyaset türkiye'de ilk defa erbakan ile hükümet gücüne ulaştı. 1996 yılında başbakan olan erbakan batı'nın tam da aradığı aktördü. partisi laiklik karşıtıydı ve erbakan sünni nakşibendi ekolünden geliyordu. türkiye'de erbakan'ı istemeyen askeri ve kemalist odaklar vardı. şayet erbakan batı'nın "ılımlı islam" şemsiyesinin altına girerse, türkiye'deki "düşman"larından korunabilirdi. her şeye rağmen erbakan "sıkı bir 
anti-siyonist"ti. batı ile bir araya gelebilmesi mümkün değildi. öyle de oldu. erbakan kendi deyimiyle "cihat şuuru olmayan" ılımlı islam masalına kanmayı reddetti. böylelikle batı için erbakan siyasal bir enkaz halini aldı. erbakan türkiye'nin iç dinamikleri tarafından yutuldu.
erbakan hüsranı "ılımlı islam" için bir fikir vermişti. bir islam memleketinde desteklenen siyasal parti, batı'nın desteğiyle iktidara gelebilirdi fakat iktidara geldikten sonra kendi bildiğini okuyabilirdi. buna bir çözüm bulunmalıydı. aslında çözüm bulunmuştu fakat yeterince gelişmemişti. çözüm the cemaatti. batı bir yandan siyaset eliyle ülkenin başına "ılımlı islamı uygulayacak" hükümetlerin geçmesini sağlarken öte yandan o ülkenin sosyal ve kültürel olarak  "ılımlı islamı"benimseyebilmesi için bir organizasyon başlatmak zorundaydı. öyle bir organizasyon olmalıydı ki, öncelikle laikliğe karşı olmalıydı. fakat batıyla da iyi geçinmeliydi. hoşgörülü, ılımlı ve diyalogdan yana olmalıydı. sahi, bu organizasyonu en iyi kim idare edebilirdi? tabi ki, cemaat hareketi. cemaat hareketini bir tür tüp bebek olarak düşünebilirsiniz. bebek, laboratuvarda nur cemaati içerisine enjekte edildi. nur cemaati laiklik karşıtıydı. fakat aynı zamanda menderes döneminde komünizmle mücadele edilebilmesi için abd ile iyi ilişkiler kurulabileceğine onay veriyordu. batı için nur cemaatinden daha ideal hareket yoktu. bu nedenle cemaat hareketi nur cemaati içine yerleştirildi. zamanla büyüdü. gelişti.cemaat topluma ılımlı islamı aşılayacaktı. işin siyasi kısmını ise cemaatle iyi geçinecek, cemaati devlet kademelerine yerleştirebilecek bir islami parti halledecekti. sistem bu şekilde iki koldan hareket edecekti. fakat erbakan cemaat hareketi ile çalışmayı da, batı ile iyi geçinmeyi de reddedince tasfiye edildi. daha 1993 yılında erbakan "eskiden bize ilgi göstermeyen çevreler şimdi bize ne hoş görünmeye çalışıyor. eskiden yolumuza engel koyanlar şimdi engelleri çekmek ister gibi davranıyor. adeta bizim iktidara gelmemizi ister gibi çalışıyorlar. bu adamlar bizim iktidara gelmemizi hoşgörü ile karşılıyorlarsa bunda bir bit yeniği vardır" diyerek durumun farkında olduğunu belli ediyordu. erbakan bu işe karşı çıkmıştı çıkmasına ama erbakan hareketinin içerisinde bu işe karşı çıkmayacak kişiler olabilir miydi?

batı türkiye'yi 1990'lı yıllarda ılımlı islama kaydırmak istiyordu lakin bir yandan da bu işin farkına varan isimler tehlikeyi haber veriyordu. 

batı türkiye'yi 1990'lı yıllarda ılımlı islama kaydırmak istiyordu lakin bir yandan da bu işin farkına varan isimler tehlikeyi haber veriyordu.  muammer aksoy tehlikeyi haykırdı. öldürüldü.bahriye üçok tehilkeyi haykırdı. öldürüldü. uğur mumcu tehlikeyi haykırdı. öldürüldü. necip hablemitoğlu tehlikeyi haykırdı. öldürüldü. aziz nesin tehlikeyi haykırdı. ölümlerden döndü. türkiye'ye tehlikeyi haber veren diğer insanlar "islam karşıtı" olarak gösterildi. halk yıllarca kandırıldı.
erbakan hareketi içerisinde bu işe karşı çıkmayacak kişiler kendilerine yenilikçiler dediler. onlara göre erbakan zamana uyamıyordu. parti sürekli kapatılıyor ve sorunlar yaşıyordu. bu gidişle iktidar olunamazdı ve değişim şarttı. kimdi bu yenilikçiler? tayyip erdoğanbülent arınçabdullah gül'ün başını çektiği gençler. on yıldır ılımlı islamı tatbik edecek siyasal parti arayan batının bölünen refah'la ilgilenmeyeceği düşünülebilir mi? elbette hayır. batı da erbakan tarzına karşı çıkan yenilikçileri dikkatle takip ediyordu. abd eski büyükelçisi morton abramowitz daha 1994 yılında ertuğrul özkök'e "erbakan yerine şehirli erdoğan'ı tercih edeceğini" söylemişti. abramowitz emekli olduktan sonra başına geçtiği carnegie vakfı'nın başkanı olarak 1996'da erdoğan'ı ziyaret etti. aynı abramowitz gülen'i papayla buluşturdu.
tıpkı abramowitz gibi, graham fuller de yenilikçilerle sıkı şekilde ilgilendi. yıllar sonra yazacağı kitabında "abd türkiye'de akp ve gülen'i desteklemeli" diyecekti. sadece fuller ve abramowitz değil, bir çok batılı aktör o dönem yenilikçilerle iyi geçindi. abd'li konsoloslar elizabeth sheltoncarolyn huggins, müsteşar silwer lawrens, cia görevlisi kenny bob, ingiliz başkonsolos roger short... abd'nin efsane bakanlarından henry kissinger 1994'te özbekler tekkesi'nin açılışı için istanbul'a geldi tayyip erdoğan'la görüştü. erdoğan 1995'te 1 kez, 1996'da 2 kez, 2000 yılında bir kez abd'ye gitti. fakat bir sorun vardı. erbakan ılımlı islamın sosyal hareketi olan cemaati desteklememişti. erbakan'dan sonra yeni aday yenilikçilerdi. yenilikçiler destekleyecek miydi?
erdoğan okuduğu şiir nedeniyle hapis yattıktan sonra avustralya'ya gitti. nakşibendi tarikatinin önemli isimlerinden mahmut esad coşan'ı ziyaret etti. coşan, erbakan hareketinin de desteklediği bir isimdi. coşan'dan önceki lider mehmet zahit kotku ile erbakan sıkı dosttu. coşan, kotku'nun damadıydı. fakat zaman değişiyordu. değişim ise yenilikler getiriyordu. erdoğan'ın ziyaretinin ardından bir süre sonra coşan trafik kazası geçirip öldü. işte erdoğan'la cemaatin yakınlaşması bu dönemde başladı.yenilikçiler erbakan hareketinden öyle bir koptu ki. ne erdoğan ne de gül erbakan'ın kızının o dönemde yapılan düğününe katılmadı. yenilikçiler refah'tan ayrılıp akp'yi kurduktan sonra erbakan anlayışından uzaklaştı. cemaate yakınlaştı. lakin bir sorun vardı. tehlikeyi haykıranlar yeniden ortaya çıkmıştı. dgm savcısı 
nuh mete yüksel gülen'in tutuklanması için dava açtı. gülen'in emniyette kadrolaştığı ve devlet birimlerine sızdığı iddia ediliyordu. fakat seks kasedi çıkınca savcı yüksel davadan alındı.
erdoğan cemaatle yakınlaştıkça kapılar ardına kadar açıldı. seçimlerden önce tam on dört ab üyesi ülkeyi ziyaret etti. ardından abd'ye gitti. kopenhag zirvesine katıldı. bush ile görüştü. erdoğan'a sunulan bu imkanların nedeni ne olabilirdi?  ılımlı islamın siyasal ayağı için akp uygun görülmüştü.  bugün bile, seçilmiş bir hükümete karşı girişilen darbeye rağmen ziyaret edilmeyen bir erdoğan var... o dönemlerde erdoğan neden el üstünde tutuluyordu?
savcı yüksel gülen'in tutuklanmasını talep ederken washington merkezli dinler arası diyalog vakfı bir konferans düzenliyor, konferansa graham fulleralan makovskygeorge harris gibi isimler katılıyordu. konferansın konusu "islami modernitelerfethullah gülen ve çağdaş islam"dı. konuşmacılardan biri "gülen olgusu türkiye'deki islam karakterinin önde gelen heyecan verici bir örneğidir." diyordu. bir yıl sonra 2002'de gülen adına başka bir panel yapıldı. panele graham fuller katıldı. fuller "kemalizm sona erdi." diyecekti.
 2003 yılnda graham fuller'in de üyesi olduğu rand corporation isimli düşünce kuruluşu "sivil demokratik islamortaklar, kaynaklar ve stratejiler" isimli rapor yayınladı. raporda radikal islamcılara karşı ılımlı grupların desteklenmesi gerektiği ifade ediliyordu. us news and world report'un mart 2005 sayısında "islam dininde reform yaıplması için dünya çapında olağanüstü gayret gösterildiği" yer aldı. israil'in türkiye'de büyükelçilik yapmış önemli ismi alon liel "israil'de bana erdoğan'ı soruyorlar, onlara light islam diyorum`" diye yazacaktı kitabında. herşey açık değil mi?
 peki darbe? sosyal ve kültürel alanda cemaat, siyasi alanda akp, türkiye'nin iran modeline anti-tez olarak üretilen ılımlı islamı türkiye'de uyguladılar. bu süreçte cemaat devlet olanaklarından yararlanarak ekonomik alanda büyüdü. aynı zamanda devlet aygıtının içine yerleştirildi. zira akp bir partiydi. partiyi yönetenler yarın değişebilir ve parti siyasal islam çizgisinden çıkabilirdi. başka bir parti gelebilirdi. bu durumda cemaat partiyi dize getirmek, sıkıştırma, gerekirse onu çökertmek için güçlü olmalıydı. bu yüzden cemaat devlet aygıtının içine yerleştirildi.  ve tabiki devlet içinde bu tehlikeyi gören ve haykıranlar vardı. 1990'lı yıllarda bu tehlikeyi görenler öldürülmüştü. akp iktidar olduktan sonra öldürmekten çok daha kapsamlı yöntemler uygulandı. 2007 yılında başlatılan ergenekon operasyonlarıyla binlerce tsk mensubu ordudan atıldı. bir çok akademisyen ve gazeteci hapse atıldı. amaç cemaat tehlikesinin ve ılımlı islam projesinin farkında olan ve buna karşı çıkanların bertaraf edilmesiydi. bu kadrolar tasfiye edilince yerine cemaatin kadroları yerleşecekti. böylece cemaat devlete yerleşecek ve akp'yi bile denetleyecek güce ulaşacaktı. bu söylenenlerin hepsi bir bir gerçekleşti. cemaat bir yandan devlete sızdı öte yandan devletin içinde cemaate karşı olan kemalist kesimler temizlendi. yetmedi, cemaat akp'nin sağladığı güçle ekonomik anlamda büyüdü. sahip olduğu parayı topluma lımlı islamı ve dinler arası diyaloğu yaymak için kullandı. her şey kusursuz işliyordu. fakat sistem bir şekilde kendi düşmanını yine kendisi yarattı. akp ile abd'nin içine düştüğü politik çatışma, akp'yi 2011 yılından itibaren abd karşıtı yapmaya başladı. esasında batı bu tehlikeyi erbakan döneminde de yaşamıştı.

bu süreçte yaşanan en net gerçeklik o ki, cemaat akp'nin değil abd'nin yanında yer almıştır. tercihini abd'den yana yapmıştır. bu gerçeklik bizlere cemaatin bir batı projesi olduğunu açıklıyor. batı için esas olan akp değil cemaatti. batı'nın vazgeçilmesi akp değil cemaatti. cemaat de bu gerçekliğe uygun olarak akp'ye karşı abd'nin yanında yer aldı. cemaatin 17 aralık ile birlikte akp'ye alenen savaş açmasının nedeni dershane değildi, ılımlı islamdı. meseleyi dershane veyahut aynı ölçekte görenler gerçeği kaçırırlar. mesele dershaneden fazlasıdır. tıpkı 17 aralık operasyonunda olduğu gibi 

bu süreçte yaşanan en net gerçeklik o ki, cemaat akp'nin değil abd'nin yanında yer almıştır. tercihini abd'den yana yapmıştır. bu gerçeklik bizlere cemaatin bir batı projesi olduğunu açıklıyor. batı için esas olan akp değil cemaatti. batı'nın vazgeçilmesi akp değil cemaatti. cemaat de bu gerçekliğe uygun olarak akp'ye karşı abd'nin yanında yer aldı. cemaatin 17 aralık ile birlikte akp'ye alenen savaş açmasının nedeni dershane değildi, ılımlı islamdı. meseleyi dershane veyahut aynı ölçekte görenler gerçeği kaçırırlar. mesele dershaneden fazlasıdır. tıpkı 17 aralık operasyonunda olduğu gibi 15 temmuz darbesi de aynı sebeple, ılımlı islam projesi nedeniyle gerçekleşmiştir.

abd'ye ılımlı islam projesini 1990'lı yıllarda kabul ettiren ve o projenin yürütülmesinden sorumlu cenah, projenin sarpa sarmasıyla birlikte bir zamanlar el üstünde tuttuğu erdoğan'ı hedef almaya başladı. gerek abd'li aktörler gerek medya kuruluşları hükümeti sıkıştırmaya başladı. bir zamanlar erdoğan'ı cesur ve başarılı gören graham fullerler, henri barkeyler erdoğan'ı eleştirmeye başladılar ve akp'nin erdoğansızlaşmasını beklemeye başladılar. mevzu erdoğan'ın kişiliği değil. mevzu memleketi yönetenlerin projeye karşı olmasıydı. bu erdoğan da olabilir bir başkası da. fakat erdoğan cemaat karşıtlığını öyle noktaya taşıdı ki, abd çevreleri tökezleyen projeyi sorgulamaya başladı. bu durum proje sahiplerinin bir an önce erdoğan'dan kurtulmasını gerekli kıldı. işte darbe böyle geldi. gelecekti. geleceği belliydi. asla ama asla sürpriz değildi.

abd'ye ılımlı islam projesini 1990'lı yıllarda kabul ettiren ve o projenin yürütülmesinden sorumlu cenah, projenin sarpa sarmasıyla birlikte bir zamanlar el üstünde tuttuğu erdoğan'ı hedef almaya başladı. gerek abd'li aktörler gerek medya kuruluşları hükümeti sıkıştırmaya başladı. bir zamanlar erdoğan'ı cesur ve başarılı gören graham fullerler, henri barkeyler erdoğan'ı eleştirmeye başladılar ve akp'nin erdoğansızlaşmasını beklemeye başladılar. mevzu erdoğan'ın kişiliği değil. mevzu memleketi yönetenlerin projeye karşı olmasıydı. bu erdoğan da olabilir bir başkası da. fakat erdoğan cemaat karşıtlığını öyle noktaya taşıdı ki, abd çevreleri tökezleyen projeyi sorgulamaya başladı. bu durum proje sahiplerinin bir an önce erdoğan'dan kurtulmasını gerekli kıldı. işte darbe böyle geldi. gelecekti. geleceği belliydi. asla ama asla sürpriz değildi.
şubat 2014'te murat belge türkiye'de 27 mayıs tipli darbenin olabileceğini söyledi. şubat 2016'da michael wickney türkiye'de darbe olabileceğini belirtti.mart 2016'da michael rubintürkiye'de darbe olasılığının yüksek olduğunu belirtti. akp cemaati temizledikçe türkiye'deki darbe söylentileri artıyordu. zira cemaat türkiye'deki en büyük yatırımdı ve yok oluşu izlenemezdi. bu yatırımın en önemli parçası ise ordudaki yapılanma idi. cemaatin türkiye'de en zor sızdığı kurum tsk idi. ve akp şubat ayında tsk içindeki cemaatçileri temizlemek için herekete geçmişti. bir çoğu yaş toplantısında emekliye sevk edilecekti. bu kararlı adımların atılabilmesi için de öncesinde, ahmet davutoğlu görevden alındı. davutoğlu görevden alınınca abd çevreleri "washington ankara'daki adamını kaybetti" yorumu yapacaktı.
her şey açık değil mi? davutoğlu, abd ve türkiye arasındaki son köprüydü. o köprü de çökünce, geriye darbe girişiminden başka çare kalmadı. işte 15 temmuz gecesi yaşananların nedeni bu anlatılanlardır. amaç ortadoğuda iran modeli karşısına konulan ılımlı islam modelinin korunması çabasıdır. bu sayede hem cemaat modeli yaşamını sürdürecek hem de cemaatin devlet içindeki kadroları işlevine devam edebilecekti. darbe, yapılmak istenen şeyin tek örneği değildir. 17 ve 25 aralık operasyonları da aynı amacı taşıdı. yani iddialar yalan mıydı? o kısım önemsiz. iddialar doğru ise de amaç adaleti sağlamak olmazdı.  akp'nin cemaat ile ters düşmediği bir dönemde böyle bir şey yaşanmış olsaydı, 17 aralık operasyonu yaşanmayacaktı. 17 aralık'ın birincil sebebi, bozulan abd-akp ilişkileridir. cemaati de harekete geçiren, adalet bilinci değil, çıkarlarıdır. akp gerek cemaat konusunda gerek pkk konusunda ölümcül hatalar yapmıştır. batı da bu hatalardan beslenerek akp'yi devirmek için uğraşmaktadır. amaç temel olarak siyasal islamın cemaat modelinin yok olmasını önlemektir. tıpkı 17 aralık gibi pkk terörünün hortlama sebebi de hükümetin iş yapamaz hale gelmesini sağlamaktır. pkk'nın önemli ismi 
duran kalkan darbeden bir gün önce "akp ergenekon'a teslim oldu." demiştir. duran kalkan haklıdır. akp çevreleri ile ergenekon çevreleri cemaate karşı iş birliğine girişmiştir. fakat duran kalkan bu durumdan rahatsızdır. çünkü cemaat gibi, pkk da türkiye'nin teslim olmasından yanadır.

2007 yılında türkiye muhtırayı savuşturduğunda abd ve ab yetkilileri türkiye'yi tebrik yağmuruna tutmuştu. ama 2016 yılında benzeri yaşandığında tebrik değil geçmiş olsun mesajı bile verilmedi. aksine, uluslararası derecelendirme kuruluşları türkiye'nin ekonomik anlamda etkilendiği gerekçesiyle kredi notunu düşürdü. ab türkiye'nin insan hakları anlamında dikkatli olmasını önerdi. times gazetesi türkiye'yi paşalara pkk'lı muamelesi yaptığı için eleştirdi. aynı ab 2007 yılında içeri atılan paşalar ve gazeteciler için neden benzer bir uyarıyı yapmamıştı? aksine o dönemlerde batı çevreleri türkiye'yi askeri vesayeti temizlediği için türkiye'yi kutluyordu. genelkurmay başkanı 

2007 yılında türkiye muhtırayı savuşturduğunda abd ve ab yetkilileri türkiye'yi tebrik yağmuruna tutmuştu. ama 2016 yılında benzeri yaşandığında tebrik değil geçmiş olsun mesajı bile verilmedi. aksine, uluslararası derecelendirme kuruluşları türkiye'nin ekonomik anlamda etkilendiği gerekçesiyle kredi notunu düşürdü. ab türkiye'nin insan hakları anlamında dikkatli olmasını önerdi. times gazetesi türkiye'yi paşalara pkk'lı muamelesi yaptığı için eleştirdi. aynı ab 2007 yılında içeri atılan paşalar ve gazeteciler için neden benzer bir uyarıyı yapmamıştı? aksine o dönemlerde batı çevreleri türkiye'yi askeri vesayeti temizlediği için türkiye'yi kutluyordu. genelkurmay başkanı 
ilker başbuğ tutuklandığında times gazetesi türkiye'yi eleştirmemişti. çünkü o dönem içeri atılanlar amerikan karşıtıydı. şimdi ise amerikancılar içeri atılıyor. durum net değil mi?
darbe gecesi henri barkey büyükada splendid oteldeydi. oteldeki kafilede cemaatin önemli isimlerinden şaban kardaş da vardı. beraberlerindeki kafile darbe girişimi başarısız olunca otelden ayrıldı. akabinde yaptığı açıklamada hem hükümetin hem de ordunun çok şey kaybettiğini açıkladı. bir kaç gün sonra türkiye'nin nato'ya ihtiyacı olduğunu söyledi. bu açıklama gerektiğinde nato'dan dışlanma tehdidi barındırıyor. ne için? cemaat için. bir cemaat nedir ki? bir cemaat için türkiye'nin nato üyeliği tehlikeye girer mi? arkasında 40 yıllık ılımlı islam projesi olmasa, bir cemaat için türkiye feda edilir mi?
türkiye'yi nato ile tehdit ediyorlar. sadece barkey değil nato genel sekreteri de rusya ve türkiye’nin bir araya gelmesiyle nato ve ab’nin bölgedeki etkisi sıfırlanabilir’ dedi. çünkü meselenin gerektiğinde türkiye'yi feda edebilecek boyutlarda olduğunu onlar da biliyor. ve türkiye de bu doğrultuda beş yıllık politikasını değiştirerek rusya ile ilişkilerini düzeltiyor. esad ile diyalog başlatıyor. bu sayede pkk/pyd ile etkin mücadele imkanı elde ediyor. türkiye'nin cerablus harekatı, darbeye verilmiş cevaptır.

peki bu gemi nereye yol alıyor. inceliyoruz, batı çevrelerinin demeçlerini ve ele aldığı konuları resmediyoruz. bugünün temel konusu türkiye'nin yargı, terör ve darbe ile çözülemeyen erdoğan sorununun nasıl çözülebileceğidir. batı erdoğan'ı iş yapamaz hale getirene dek çabasını sürdürecektir. bunun önündeki tek engel ılımlı islam projesini uygulayan cenahın batı'daki etkinliğini yitirmesidir. projeyi yönetenler demokrat parti ile yakın isim ve kurumlardan oluşuyor. abd başkanlık seçimlerini 

peki bu gemi nereye yol alıyor. inceliyoruz, batı çevrelerinin demeçlerini ve ele aldığı konuları resmediyoruz. bugünün temel konusu türkiye'nin yargı, terör ve darbe ile çözülemeyen erdoğan sorununun nasıl çözülebileceğidir. batı erdoğan'ı iş yapamaz hale getirene dek çabasını sürdürecektir. bunun önündeki tek engel ılımlı islam projesini uygulayan cenahın batı'daki etkinliğini yitirmesidir. projeyi yönetenler demokrat parti ile yakın isim ve kurumlardan oluşuyor. abd başkanlık seçimlerini hilary clinton'un kazanması halinde abd politikalarında ciddi bir değişim yaşanmayacaktır. lakin seçimi cumhuriyetçi donald trump kazanırsa? o zaman iş değişir.2000-2008 yılları arasında abd'yi yöneten bush döneminde türk-amerikan ilişkileri ılımlı islam projesi kapsamında etkin bir şekilde yürüdü ama bu hiç de kolay olmadı. yani cumhuriyetçilerin iş başına gelmesi halinde hükümetin türkiye karşıtı çevrelere destek verip vermeyeceği meçhul. hele ki trump'ın ışid'i kuranın obama olduğu yönündeki demeci ortadoğu politikasının değişebileceği izlenimini veriyor. ve en önemlisi. bir ekim söylentisi... türkiye'nin ekim ayında büyük kaos ve karışıklık yaşayacağı gündemde. neden ekim? ya da, neden kasım değil? kasım'da ne olacak? abd başkanlık seçimleri... açıkça söylemek gerekirse, trump'ın kazanması halinde, ekim son şans olabilir.






SON SÖZ