Şimdiki aşklar nasıl laylaylom sa şimdiki savaşlarda ekonomik pek tat vermiyor... Ne zaman Rusya -Amerika kıyaslaması yapılsa "Rusya istese azına azına vurur olmm" cular dolar taşar. Ancak Gerçek Pekte öyle değil... Buyrun şuradan yakın
1* ikinci dünya savaşının ardından yalta'da buluşan rusya, ingiltere ve amerikan başkanları daha fazla "birbirleriyle savaşmamak" üzere anlaştılar ve dünyayı paylaştılar. çok kısa bir süre sonra stalin kars ve ardahan yöresinde hak iddia edince ülkede "komünist tehlike" patlak verdi. bu tehlike karşısında türkiye amerikanın başını çekti nato kanadına kaydı. ilerleyen yıllarda başka bir ülkede devrim yaşanıyor ve bu ülke sovyetler birliğinin oluşturduğu bloka kayıyordu: küba devrimi...
2* dünya yeni bir savaşa doğru sürükleniyordu: soğuk savaş. 1950'li yılların sonuna doğru amerika ve rusya'nın başını çektiği iki kutuba ayrılıyor, savaş tehditlerinin arttığı, askeri harcamaların tavan yaptığı senelere giriliyordu. soğuk savaş boyunca amerika ve rusya asla pes etmedi, dünya senelerce çok büyük bir savaşın çıkacağı telaşı ile yaşadı. fakat mücadelenin sonunda sovyetler birliği çöktü. böylece amerika'nın savunduğu liberal ekonomik sistem dünyaya hakim konuma ulaştı. dağılan sovyetler birliği gücünü büyük oranda kaybetti ve soğuk savaş sona erdi. sovyetler birliğinin dağılmasından uzun bir süre boyunca rusya asla amerika'ya kafa tutabilecek konuma ulaşamadı. taa ki 2014 baharına kadar.
3* sovyetler birliği döneminde devlet hemen her alana hakimdi. kurumların büyük bir bölümü devlete aitti. sistem çökünce devletin başına boris yeltsin getiriliyor ve böylece amerika'nın istekleri doğrultusunda sistem değiştiriliyordu. rusya liberal ekonomik düzene sokulmaya çalışıldı. yedi yıl süren uruguay müzakerelerinin ardından gümrük tarifeleri indirildi, bütün ülkelerin piyasaları dünyaya açıldı. uluslar üstü bir kurum, dünya ticaret örgütü, dünya ticaretinin jandarmalığını yapmak ve liberalleşmenin önünü daha da açmak üzere cenevre’de kuruldu. devlet kurumları hızlı bir şekilde amerikan güdümündeki rus işadamlarına yok pahasına satılmaya başlandı. devlet öyle hızlı küçülmeye başlamıştı ki, rusya’ya uygulanan şok terapi ile birlikte ülke ekonomisi 1990’ların sonunda yüzde 40 küçülmüştü. yaşanan durum halkta ciddi bir endişe yaratıyor, devletin orantısız çözülmesi ve 1998 yılında yaşanan kriz ortamı bir politikacıya inanılmaz yarıyordu. bu politikacı iki sene sonra liderliğe yükselecekti: putin.
4* putin'in gelişiyle beraber rusya'yı kontrol etmeye çalışan odakların oyunu bozuldu. devlet yok pahasına sattığı kurumları geri almaya başladı. putin'in talimatıyla bu kurumları satın alan amerikan güdümündeki genç rus iş adamları tutuklanıyor kaçabilenler kaçıyordu. hatta onlardan bir tanesi ingiltere'ye yerleşiyor ve bir kulüp satın alarak medyanın gözbebeği haline geliyordu: roman abramovic...
5* putin ülkeyi 14 yıldır idare etmesine karşın asla macera peşinde koşmuyor, ülke ne eski sosyalist yapısına geri dönüyor, ne de kontrolsüz liberalleşen bir amerikan güdümüne giriyordu. rusya zaman içerisinde batı ile uyumlu fakat asla müttefik olmayan bir politik sahaya yerleşti. bu politik duruş dünyaya uzun bir süre barış getirdi. taa ki batı'nın dünyanın belirli bir bölgesine çıkardığı karmaşaya dek: arap baharı...
6* kaddafi 40 yıldır lideri olduğu libya'ya huzur getirmişti. her ne kadar ülkesi refaha ve huzura kavuşmuş olsa da kaddafi bir diktatördü ve her an istediğini yapacak güce sahipti. nitekim 2010 yılından itibaren sık sık "petrol için yeni para birimi oluşturma" fikri onun sonu oldu. 2011 yılında patlak veren arap baharı önce kaddafi'yi yuttu. diktatör halkı tarafından parçalandı. böylece rusya önemli ilişkilere sahip olduğu libya'yı kaybetti. libya başını fransızların çektiği koalisyon tarafından işgal edildi. fransa'nın libya konusunda atak ve istekli olmasının nedeni dünyanın sayılı kuruluşlarından biri olan "total" petrol şirketiydi. şirket libya petrollerine gözünü dikmiş ve muhtemelen fransız hükümetini müdahale için zorlamıştı. fakat bu pek de kolay olmamıştı.
7* dünyayı ciddi biçimde sarsan 2008 ekonomik krizi aslında bir çok ekonomist için beklenen birşeydi. zira başını fransız bir ekonomistin de çektiği grup deregüle vaziyette olan finans sisteminin hızlıca regüle edilmesini yani denetlenmesini istiyordu. bunun karşısında olan liberal gurup finans sisteminin daha serbest olmasını ve yatırımların maksimum seviyede kalmasını talep ediyordu. obama seçim vaadlerinde sık sık "sistemi regüle edeceğinden" bahsediyor, seçime giriyor ve kazanıyordu. buna rağmen sistem asla regüle edilmedi. sistemin en riskli noktası derecelendirme kuruluşlarının özel olmasıydı. devlet asla derecelendirme kuruluşlarını denetlemiyor, bu kuruluşların piyasaya önerdiği ve derecelendirdiği kağıtlar bir çok yatırımcı tarafından tercih ediliyordu. sonunda beklenen oldu, bu kuruluşların şiddetle önerdiği ve güvenli bulduğu kağıtların büyük bir bölümü battı. böylece bu kağıtlara sahip olanlar ellerinde olanların tümünü kaybetti. bu kağıtları sigortalayan sigorta şirketleri büyük bedeller ödemek zorunda kaldı. böylece derecelendirme kuruluşlarından tutun, dünyanın bir çok yerindeki yatırımcılara ve sigorta şirketlerine varan bir çok ekonomik figür zarar gördü. bu nedenle ortaya derin bir finans krizi çıktı. zayıf olan şirketler borçlarını kapatmak için kredi bulamadı. böylece iflaslar ortaya çıktı. bu yaşanan olayların sonunda bir çok derecelendirme kuruluşuna soruşturma açıldı. bazı ekonomistler tutuklandı. fakat tüm bunlara rağmen sistem regüle edilmedi. bazı büyük şirketler ise bu işten karlı çıktı, batan bir çok şirketi bu büyük şirketler satın aldı. regülasyon taraftarları haklı çıkmıştı. bu gurubun en önde gelen ismi ise tanıdıktı: imf başkanı dominique strauss kahn... kahn ısrarla bu sistemin yanlış olduğunu ve düzeltilmesi gerektiğini haykırmıştı. sonra ne hikmetse başına gelmedik kalmıyor. 2011'de tecavüz suçlamasıyla tutuklanıyordu. kefalet talebi reddedilen kahn medya tarafından linç ediliyor ve kelepçeli fotoğrafları basına servis yapılıyordu. fransa cumhubaşkanlığı için çalışma yapan kahn imf başkanlığından istifa etmek zorunda kalıyor ve sonra hapse mahkum oluyordu. küresel çetelerin affı yoktu.
8* rusya kaddafi'nin düşmesiyle birlikte arap baharının diğer müttefiklerini de yutacağı endişesine kapılıyor ve tüm gücüyle bir iç savaş yaşayan suriye'nin yanında oluyordu. bu nedenle amerika suriye politikasını değiştirmek zorunda kalıyordu. brzezinski bu politikanın zaten hatalı olduğun deklare etmişti. brezinski'nin açıklamarından birkaç hafta sonra suriye'de esad'a karşı savaşan el nusra örgütünün tepedeki iki ismi kavga etti. ebu bekir el bağdadi kendi örgütünü kurmak üzere el nusra ittifakı bitti. bu gelişme üzerine amerika'nın suriye'ye müdahale etmesine imkan tanıyan terör kartı devreye girdi. fakat tam da bu esnada putin öyle bir hamle yaptı ki, tüm herşey allak bullak oldu: ukrayna olayları...
9* batı, hem kuzey afrika'da hem ortadoğuda hem de ukrayna'da aynı anda faaliyetteydi. tüm bu
faaliyetler rusya'nın aleyhineydi. libya'nın kısa sürede düştüğünü gören rusya ukrayna'nın da düşmesine tahammül edemezdi. ukrayna 1991 yılında sovyetler birliğinden ayrılmış, 2004 yılında george soros destekli olduğu iddia edilen turuncu devrimle batı yanlısı sisteme kaymıştı. 2014 başlarında ise ab ile bütünleşmek için anlaşma imzalamak üzere olan ukrayna rusya'nın araya girmesiyle son anda anlaşmadan vazgeçti. bunun üzerine ortaya çıkan sokak hareketleri neticesinde ukrayna karıştı. putin son anda ukrayna'yı kaybetmekten kurtulmuştu. fakat bu durumun böyle gitmeyeceğini biliyordu. işte bu olayların yaşandığı esnada çok radikal bir karar alan putin kırım'ı ilhak etti ve topraklarına kattı. batı neye uğradığını şaşırdı. böyle bir hamleyi asla beklenmiyordu. nato derhal toplandı, ciddi bir uyarı verildi fakat putin gemileri yakmıştı. libya'da yaşananların tekrarlanmaması için suriye ve ukrayna'ya sıkıca sarıldı. rusya batıya meydan okuyordu. putin bununla da kalmıyor ve ukrayna'da bulunan rus yanlılarına silah dağıtıyordu. son olarak rus ordusu da ukrayna sınırına dayanınca ipler an ipler koptu.
10* amerika bu hamleye karşılık kendi hamlesini yaptı. böylece 2014 yılının bahar ayında yeni bir savaş başlamış oldu, bu savaş bilinen "askeri savaş" değildi. bu savaş "ekonomik savaş"tı. ilk aşamada rusya’ya vize muafiyeti müzakerelerinin askıya alındığını duyuruldu. nato da rusya ile tüm işbirliğini gözden geçirme kararı aldığını açıkladı. ardından amerika derhal rusya ile ticaret yapan müttefiklerinin bu ticaretleri sonlandırmasını istedi. böylece rusya'ya karşı batı ambargosu başladı. fakat fransa rusya'yla yapmış olduğu 1 milyar euro'luk anlaşmanın iptal edilmesi halinde zararının karşılanmasını istedi. aksi taktirde anlaşmayı bozmayacağını duyurdu. rusya ile fransız total petrol şirketinin sıkı ilişkileri bulunuyordu. bunun yanında doğu avrupa ülkeleri de bu ambargodan olumsuz etkilendi. çünkü bu ülkelerin savunma sistemleri rus yapımıydı. bu nedenle ruslardan aldıkları mallar ruslara sattıkları mallardan fazlaydı. amerika'nın ambargo hamlesi ilk etapta ruslardan çok avrupa ülkelerini vuruyordu.
11* amerika bir kaç gün içinde yeni bir hamle yaparak iki rus bankasının avrupaya girmesini yasakladı: gazprombank ve veb.gazprom rusya'da çıkan doğalgazı yönetirken veb ise petrolü yönetiyordu. bu şirketler büyük oranda devlete aitti. bu hamle ile rus bütçesinin %40'ını oluşturan doğalgaz ve petrol ihracatın kesilmesi hedefleniyordu. fakat madalyonun bir de öteki yüzü vardı. bir çok avrupa ülkesi rus gazıyla ısınıyordu. rus gazının yasaklanması demek avrupa'nın kışın gazsız kalması demekti. bu nedenle ambargonun sadece "petrol ve gaz arama faaliyetleri ile sondaj faaliyetlerini" kapsaması kararlaştırıldı. rusya ise bütçesinin %40'ını hedef alan bir ambargo yaşamamak bu durumu kabullendi. fakat işin komik yanı iki amerikan şirketi rusya ile kutuplarda sondaj ve petrol arama faaliyetleri güdüyordu. bu faaliyetlerin toplam hacmi 4 milyar dolar civarındaydı. böylece amerika da bu ambargo nedeniyle zarar görmüş oluyordu. fakat bu iki şirket 4 milyar dolarının kaybolma pahasına ambargoyu destekledi. amerika ortaya çıkan bu gaz krizini kökünden çözmek ve avrupa'yı rus gazı tehdidinden kurtarmak için başka bir yol arayışına girdi: akdeniz'de gaz arama faaliyetleri...
şimdi kıbrıs'ta yaşanan "gaz arama" tartışmalarının neden bu kadar önemli olduğunu anladınız mı?
12* rusya amerika'nın ikinci hamlesine karşılık yeni bir hamle yaptı: yaş sebze ve meyve ithalat yasağı...rusya ab ülkelerinden ciddi miktarda yaş sebze ve meyve ihtalatı yapıyordu. getirilen yasakla birlikte bir çok avrupa ülkesindeki tarım faaliyetleri zarar görecekti. amerika ise ab nezdinde bir fon oluşturacağını ve ürünü elinde kalan ab'li tarımcılardan bu ürünlerin satın alınacağını açıkladı. satın alınan bu ürünler ücretsiz olarak kamu kuruluşlarına ve okullara dağıtıldı. yaşanan bu ekonomik restleşmeler karşısında putin bu durumdan çok da endişe ediyor gibi görünmüyordu. rus lider, ortada ekonomisi yeniden gerilemenin eşiğinde bir avro bölgesi varken, rusya zaten kemer sıkmaya çoktan alışmışken, ambargo savaşına girilmesi halinde ilk pes edecek tarafın henüz ekonomik durgunluktan çıkamamış olan batı olacağını düşünüyordu.
13* aradan geçen bir kaç aya rağmen ne rusya ne de rus ekonomisi ciddi bir sıkıntı yaşamayınca üçüncü hamle de devreye sokuldu. önceki hamlelerden farklı olarak rusya’nın önemli enerji ve savunma şirketleriyle bazı büyük bankalarını hedef alındı. bunların yanında ek olarak askeri alanda faaliyet yürüten rus şirketler kategorisine, kalaşnikof üreten ıjmaş, tank ve zırhlı araç üreten uralvagonzavod, s-300 füze sistemleri üreten almaz-antey, bazalt füze fabrikası, askeri elektronik donanım firması kret, sozvezdiye şirketi, rusya makine kimya npo maşinostroyenye ve askeri sanayi cihazları üreten cihaz mühendisliği bürosu girdi. bu hamle neticesinde rus rublesi new york borsası'nda %5 değer kaybı yaşadı. fakat putin geri adım atmadı, bizzat açıklama yaptı ve “rusya ile yaptırımlar diliyle konuşmak anlamsız. abd’nin, yaptırım silahını kullanmaya devam etmesinin bumerang etkisi yaratacağı unutulmamalı. rusya ekonomisi zarar görecek mi? görecek. abd ekonomisi de bu işten zarar görmeden çıkmayacak. washington tarafından atılan adımlar abd ile rusya arasında ilişkileri çok daha büyük çıkmaza sokmak anlamına geliyor” dedi. buna karşılık obama ise "abd'de faaliyet gösteren rus şirketlerin mallarının dondurulacağını" söyledi ve "abd dediğini yapar" diyerek kararlılığını gösterdi. savaş gittikçe kızışıyordu.
14* putin'in geri adım atmaması üzerine üçüncü hamlenin vitesi artırıldı. yaz sonu gibi tüm ab ülkelerinin de ambargoya katılması sağlandı. önceki şirketlere ek olarak rusya'nın en büyük bankası olan sberbank'ın avrupa ve abd'deki faaliyetleri durduruldu. bankadan kredi alınmayacak ve bankaya kredi verilmeyecekti. rus ticaret şirketleriyle ekonomik anlaşmalar durdurulacaktı. rusya'nın enerji, savunma ve sanayi gibi alanlarda abd ve avrupa birliği üyesi ülkelerden kredi almasının önüne geçilecekti. eylül ayında rus yapımı arabaların avrupa'da satışı yasaklandı. askeri anlaşmalar iptal edildi. silah satın alma anlaşmaları feshedildi. avrupa'da iş yapan ünlü iş adamlarının vizeleri iptal edildi. hesapları donduruldu, iş yapmalarının önüne geçildi. tüm bu gelişmelere karşın rus tarafı yeni bir hamleyi uygulamaya koydu. rusya ab'nin ambargosuna karşı olarak yeni bir ülke ile yakın ilişki kurmaya başladı. hatta bu ülke ile yeni bir "serbest ticaret anlaşması" imzaladı: türkiye!
15* rusya ilk olarak ab ülkelerine koyduğu yaş sebze ve meyve ithalatı yasağına karşın bu gıdaları türkiye'den almıştı. ilerleyen zamanlarda yaşanan yeni ambargolar türkiye ile rusya'yı daha da yakınlaştırmış ve bu yakınlaşma bir serbest ticaret anlaşması ile pekiştirilmişti. işte tam ta bu olaylar üzerine çok önemli bir gelişme yaşandı. belli ki birileri türkiye'yi ufaktan cezalandırmak istiyordu: kobani olayları. tam da türk-rus ilişkilerinin ısındığı dönemde ışid türkiye sınırına iyice yaklaşıyor ve kürt bölgesi olan kobani'de katliamlar yapmaya başlıyordu. bu katliamlar suriye ve ıraktaki kürtler tarafından önlenmek isteniyor fakat türkiye bu konuda ışid'le karşı karşıya kalmak istemiyordu. tam da bu noktada, 6-10 ekim tarihleri arasında kobani olayları patlak verdi. güneydoğu bölgesinde ciddi bir ayaklanma çıktı ve türkiye ciddi bir karışıklık tehlikesi yaşadı. şimdi kobani'nin neden bu kadar önemli olduğunu daha iyi anladınız mı?
16* tüm bu yaşananlar esnasında rus ekonomisi de ciddi anlamda yara alıyordu. rusya, 2008 krizi öncesi yüksek seyreden petrol fiyatlarının da etkisiyle %7-9 arası büyüme sağlamış, 2008 krizi sonrası ise %4-5 bandı arasında büyüme performansı kaydetmişti. özellikle 2012'den itibaren büyüme performansı gerilemeye başlarken, 2013 yılında %1,3 büyüme kaydedildi. ambargolar sonrasında ise rusya 2014 ilk çeyrekte %0,9 ikinci çeyrekte ise %0,8 büyüdü. ımf 2014 yılı rusya büyümesini %0,2 olarak tahmin ederken, 2015 büyüme beklentisini %1.00'den %0,50'ye çekti. benzer şekilde dünya bankası da 2014 büyüme öngörüsünü %1,1'den %0,5'e, 2015 öngörüsünü ise %1,2'den %0,3'e çekti.
17* tam da bu günlerde hiç yaşanmayacak birşey yaşandı. yıl başında amerikan ambargosuna rağmen anlaşmaları iptal etmeyen fransa'nın en büyük şirketlerinden olan total petrol şirketinin ceo'su christophe de margerie rusya ziyaretinden dönerken geçirdiği kazada yaşamını yitirdi. amerikan ambargosuna rağmen rusya ile yakın ilişkiler kuran total rusya'ya ukrayna konusunda karşı çıkmamış ve iki taraf sık sık birbirini öven konuşmalar yapmıştı. belli ki total oyun kuralları dışına çıktığı için cezalandırılmıştı. filler tepişirken çimler eziliyordu fakat bu kez bir fil de ezilmişti.
18* rusya'daki tek sorun büyüme rakamları da değildi. ambargo yeni sorunlar doğurmuştu: işsizlik ve enflasyon!enflasyon 2012 nisan ayında %3,6 ile dip seviyesini görürken bu seviyeden yükselmeye başladı, 2013 yılında %6-7 bandını gördükten sonra, 2014 eylül ayında %8.00 seviyesine ulaştı. ukrayna ile yaşanan gerginlik ve batı yaptırımları ile ruble değer kaybetmeye devam etti. 2013 yılı sonunda %5,6 olan işsizlik oranı %6,5'e çoktan ulaştı. amerika asıl hamlesini ise sona saklamıştı. vakti geldiğinde o hamlesini de yaptı ve rusya'nın en büyük geçim kaynağını baltaladı.
19* 1. dünya savaşı patlak vermeden önce osmanlı devleti tüm ortadoğu ve arap yarımadasına sahipti. fakat bu topraklarda osmanlı hakimiyetine karşı isyan çıkması için büyük bir ingiliz gayreti bulunuyordu. bu gayreti sezen 2. abdülhamit ortadoğuda önemli bir role sahip şerif hüseyin'i istanbul'a hapsetti. daha sonra abdülhamit tahttan düştü ve iktidarı ele alan ittihat ve terakki cemiyeti korkunç bir hata yaptı. şerif hüseyin'i, osmanlı'ya sadık kalmak koşuluyla mekke şerifi ilan etti. 1. dünya savaşının patlak vermesiyle ingiliz desteğini arkasına alan hüseyin osmanlı devletine isyan etti ve filistin cephesinde osmanlı devletine karşı ingilizlerle ittifak yaptı. şerif hüseyin dışında bir çok aşiret osmanlı'ya karşı isyan bayrağını açmıştı. ingiliz desteğini arkasına alan hüseyin önce mekke'yi osmanlı'nın elinden aldı. ardından medine'ye yürüdü. fakat medine'de hiç tahmin etmediği savunmayla karşılaştı.
20* medine 1916'da kuşatılmasına karşın fahrettin paşa komutasındaki osmanlı birliği direniyordu. 7 kasım 1917'de gazze, 26 aralık 1917'de kudüs düştü. osmanlı idaresiyle tüm bağlantısı kopan fahrettin paşa herşeye rağmen direniyordu. bu esnada 1. dünya savaşı sona erdi. mondros ateşkes antlaşması imzalandı. antlaşma gereği osmanlı askeri silah bırakmalıydı. fakat medine müdafaası sürüyordu, istanbul hükümetinden gelen "teslim ol" emirlerine rağmen teslim olmuyordu. medine'de destansı bir olay yaşanıyordu. fahrettin paşa şehri bırakmıyordu çünkü medine sıradan şehir değildi. hz. muhammed'in mezarı ve daha bir çok kutsal mekan bu şehirdeydi. buna karşın ingilizler fahrettin paşa'nın mondros ateşkes antlaşmasına uymaması nedeniyle osmanlı devletine nota verdi.
21* yeniden savaş çıkması ihtimali doğunca padişah vahdettin bizzat devreye girdi ve fahrettin paşa'dan "medine'nin teslim edilmesini" rica etti. islam halifesi peybamberinin mezarını haçlı ordusuna bırakıyordu. tarih böyle birşey yazmamıştı. fahrettin paşa için son yaklaşıyordu. şehirde yiyecek birşey kalmamıştı. üstelik yaralılar ve hastalar iyice zor durumdaydı. askerinin perişan halini gören fahrettin paşa sonunda savunmayı bıraktı. osmanlı'ya isyan eden ve medine'yi kuşatan araplar bile yaşanan dramatik olay karşısında gözler yaşlarına engel olamıyordu. fahrettin paşa son bir kez peygamberin mezarına gitti ve af diledi. orada bulunan herkes hüngür hüngür ağlıyor, ingiliz askerler gördükleri bu sahne karşısında derinden etkileniyordu. fahrettin malta'ya sürgün edildi. daha sonra kaçarak mustafa kemal'in yanına geldi milli mücadeleye katıldı. çünkü osmanlı devleti teslim olmuştu. paşa ise direnen mustafa kemal'in yanında saf tutmuştu. şerif hüseyin ise medineyi ingilizlerden aldıktan sonra kendisini halife ilan etti. fakat hilafeti kısa sürdü. çünkü osmanlı'ya isyan eden başka bir arap aşiret lideri abdülaziz el-suud da ingilizlerle anlaşmıştı. şerif hüseyin'in kontrolden çıkma ihtimaline karşı daha güvenilir bulduğu suud ailesine destek veren ingilizler şerif hüseyin'i sattı. batı kendisine uşaklık edenleri günü gelince ortada bırakmasını iyi bilirdi. bu akıbeti daha sonra usame bin ladin, mübarek,saddam ve kaddafi de yaşayacaktı.
22* hüseyin devrildikten sonra sürgün edildi ve abdülaziz el-suud 1926'da krallığını ilan etti. fakat durmadı, 1932 yılına kadar savaşan abdülaziz el-suud tüm arap yarımadasını ele geçirince taç giydi ve suudi arabistan krallığı kuruldu. topraklardan petrol çıkması üzerine büyük servetin sahibi oldu. amerikan petrol şirketleriyle büyük yakınlık kuran abdülaziz el-suud hayatı boyunca hep güvende kaldı. 1953'te öldü. yerine oğulları sırayla geçti. ve 1 ağustos 2005'te küçük oğlu abdullah bin abdülaziz el-suud 5. suudi arabistan kralı oldu. osmanlı devletine ihanet eden suud ailesi tüm arap zenginliklerinin tek sahibi ve çok büyük bir serveti elinde bulunduruyor ve ülkedeki tüm anti-demokratik faaliyetlere rağmen batı asla suudi arabistan'a demokrasi götürmüyordu.
23* abdülaziz el suud'un oğlu abdullah geçen ay zor zamanında bir kez daha amerika'nın yardımına koştu ve yıllık petrol üretim hedefini bağlı bulunduğu opec (petrol ihraç eden ülkeler) kriterlerini aykırı olarak 10 milyon varilden 12 milyon varile çıkardı. böylece piyasaya talep fazlası petrol pompalandı. 2014' başlarında varil fiyatı 110 dolar olan petrolün fiyatı önce 70 dolara ardından da 60 dolara çakıldı. böylece gelirlerinin %70'ini sattığı petrolden kazanan rusya büyük bir darbe almış oldu. suudi arabistan amerikan menfaatleri uğruna tüm petrol piyasasını hallaç pamuğuna çeviriyordu. bu hamle rusya'nın dışında başka bir ülkeyi daha bitiriyordu: iran...
24* iran 2015 yılı bütçesini petrol fiyatlarının 95 dolar olduğu varsayarak hazırlamıştı. iki ay önce yaşanan düşüş nedeniyle bu planı revize edildi ve petrol fiyatı 70 dolar üzerinden hesaplandı. fakat çok geçmeden petrol fiyatları 60 doları gördü. arabistan yanında birleşik arap emirlikleri ve katar da fazla petrol üreterek fiyatların düşmesi için kolları sıvadı. iran’ın 2011 yılında 120 milyar dolara kadar çıkan ihracatı, bu yıl 61 milyar dolara geriledi. 5 yıl önce 2015 yılında 160 milyar dolarlık ihracat hedefi belirleyen iran yaşanan bu gelişmeler nedeniyle bu hedefi 160 milyar dolardan 40 milyar dolara indirmek zorunda kaldı. tüm bu olaylara rağmen suudi arabistan’ın petrol bakanı fiyattaki düşüşe rağmen petrol üretimini azaltmayacağını açıkladı. bakan ali el naimi 27 kasım’da, petrol arzında sorun yaşanması durumunda ülkesinin günlük petrol üretimini arttırmaya hazır olduğunu da söyleyerek hastalıkta ve sağlıkta ölüm onları ayırana dek amerika ile birlikte olduğunu ilan etti.
25* putin bu gelişmeler karşısında sıkıştığı köşeden kurtulabilmek için türkiye ile daha sıkı ilişkiler kurmak istiyordu. türkiye ise batı'nın sadık bir müttefiki olarak şimdiye dek hiç bir zaman rusya ile sıkı ilişkiler kurmamıştı. çünkü türkiye bir yandan ambargoyu fırsata çevirmek isterken öte yandan amerika'yı karşısına almak istemiyordu. zira ruslarla imzalanan serbest ticaret anlaşması sonrasında patlak veren kobani olaylarında gerekli uyarı alınmıştı. bu nedenle ruslarla olan ticari ilişkilerde asla çok büyük bir yükseliş yaşanmadı. türkiye, 12,6 milyar dolarla tüm zamanların en yüksek ekim ayı ihracat rakamına ulaştı ama tam da bu ay itibarıyla rusya’ya ihracat yüzde 20,6 geriledi. ilk 10 ay için türkiye’den rusya’ya ihracatın toplam rakamı ise 5 milyar dolarda kaldı. geçen yıl türkiye’den rusya’ya yapılan ihracat yıllık bazda 7,1 milyar dolara ulaşmış, ilk 10 ay içinde rakam 5,9 milyar doları bulmuştu. yani türkiye ambargo krizini fırsata çevirmeyi reddetmişti.
26* işin ilginç yanı, böyle bir olay tarihte bir kez yaşanmıştı. 1996 yılında yaşanan petrol fiyatlarındaki düşüş ve çeçen savaşı nedeniyle bütçesi açık veren rusya 1997'de büyük bir kriz yaşadı. 1998 yılında büyük bir develüasyon oldu, faizler %200'e fırladı. rus ekonomisindeki bu çöküş türkiye'yi de etkiledi ve bir yıl sonra türkiye'de büyük bir kriz patlak verdi.
27* tüm bunların yanında aralık ayı başında abd temsilciler meclisi, rusya karşıtı olarak bilinen ve yeni ambargolar barındıran 758 nolu kararı onayladı. amerikan temsilciler meclisi üyesi dennis kucinich yasa için "rusya'ya karşı soğuk savaş ilan etmekle eşdeğer"açıklamasını yaptı.
28* düşen petrol fiyatları ve rus ekonomisinin daralmaya başladığı günlerde, 1 aralık'ta putin türkiye'yi ziyaret etti. türkiye ab ülkelerinin aksine ambargoya katılmamış ve daha serbest bir pozisyon edinmişti. türkiye ne amerikayı kızdırıyor ne de rusya'yı küstürüyordu. bu durum putin'i de sevindiriyor olacak ki, rusya türkiye'ye sattığı doğalgazda indirime gitti. türkiye düşen fiyatlar nedeniyle mahkemeye gidebilirdi fakat ilişkileri soğutmak istemediği için böyle bir yol izlemedi. görüşmeye doğalgaz anlaşması damgasını vurdu. putin rusya'dan avrupa'ya bulgaristan üzerinden geçmesi planlanan güney akım projesini son anda iptal etti ve projenin türkiye üzerinden geçmesi için teklifte bulundu. putin yeni bir hamle yapmıştı. bunun yanında rusya’dan ucuz fiyatla doğal gaz alınacak, türkiye sanayi sektörünü desteklemek üzere sivil amaçlı nükleer santraller kurulacak, amerikan ambargosuna rağmen, türkiye tarımsal ürünleri rusya’ya satılacaktı. böylece rusya türkiye'yi kendi safına çekmek istiyordu. erdoğan ise ticaret hacminin 2020'de 100 milyar doları geçmesini istediklerini belirtiyordu fakat basına açık ikili görüşmeler esnasında erdoğan putin'i "esad konusunda" üstü kapalı eleştiriyordu. erdoğan olası bir ittifakın öyle kolay olmayacağı mesajını veriyordu. tam da bu gelişmenin üzerine, belki kimsenin de bağlantı kuramadığı bir gelişme yaşandı. amerikan istihbaratı 3 aralık'ta gaziantep'in ışid tarafından bombalanabileceğini duyurdu. zamanlama manidardı. amerika türkiye'ye açıkça uyarı vermişti.
29* bu gelişmelerin üzerine son olarak geçen hafta çok büyük bir iddia ortaya atıldı. swıft'in kapatılması!!!
1 swift nedir? 2 neden atılır?
society for worldwide ınterbank financial telecommunication'ın kısa adı olan swift; tüm dünyadaki bankalar arasında elektronik fon transferi standardı sağlayan bir sistemdir. u sistem bıc (bank ıdentifier codes) kodu yani banka tanımlama kodu sayesinde her bankayı tanımlamaktadır. swift sistemi 1973 yılında kuruldu ve 1977 yılında fiilen çalışmaya başladı
önce bazı çevreler rusya'nın uluslararası swıft ödeme sisteminin kapatılabileceğini iddia etti. haber basında sıkça yer alınca ortalık yerinden oynadı. konu önemliydi çünkü swift sisteminin kapatılması rusya'nın ekonomik sistemini dinamitlemek anlamına geliyordu. rusya vtb finans grubu yönetim kurulu başkanı andrey kostin "bu savaş anlamına gelir" açıklamasını yaptı.
30* tüm bu gelişmeler, ambargolar, spekülasyonlar ve petrol fiyatlarının düşüşü rusya'da etkisini ciddi anlamda gösterdi. 11 aralık günü rusya ilk kez bozulma sinyalleri verdi. rusya rublenin dolar karşısında değer kaybının önüne geçemedi. bu nedenle flaş faiz kararı alındı. rusya merkez bankası politika faizini yüzde 10.5'e yükseltirken dolar da 55.46 rubleye yükselerek tarihi rekor kırdı. böylece rusya merkez bankası 2015-2016 yıllarında rusya ekonomisinin sıfır büyüme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu açıkladı.
2 Ekim 2015 Cuma
30 Temmuz 2015 Perşembe
Terör Olaylarını Kim Yapıyor Belli Oldu
Öncelikle HDP nin PKK
ile bağı olduğuna hepimiz kani miyiz?
olmayanlar için
geliyor : Tükmüklü mükmüklü
Peki bu eylemleri
kimin yaptığı konusunda hem fikir miyiz?
Olmayanlar için
geliyor: Ben yapmadım Miki yaptı
Şimdi Ben hem birini
öldürsem hem de polise gidip bir adam
öldürülmüş hemen faillerini bulalım desem ne
düşünürsün?
Başka birinin böyle bir
şey yaptığını bilsem benim aklıma yolunu yordamını yaptığı ve/veya başka
birinin üzerine yıkacağı, bu işten yırtacak alt yapıyı hazırladığını düşünürüm.+ bak kocaman tiyo
sana… Suruç saldırısını kim yaptı? He ışıd mi? Peki karşim bu yaptığı eylemleri
tanıtmak için Hollywood yapımları gibi filmler çeken götelekler neden bu saldırıyı
üstlenmeye bile tenezzül etmiyorlar .Bu öyle bir manipülasyon
ki Google da Hz. Google Sor! bir arat bak en çıkıyor.
“Suruç” - EŞ ZAMANLI
gerçekleştirilen saldırı… Bu haberi
okuyunca benim aklıma ilk bu pezevenkler aynı anda iki farklı yerde eylem
yapmış diye geliyor. Yada Kobani eyleminin ne zaman yapılacağını bilen bir
arkadaş eş zamanlı olarak Suruç eylemini de organize ediyor.
Yolsuzluk
soruşturmasında soruşturmayı akp açsaydı da aynı düşüncede olurdum ama bildiğin
ana baba çocuğunu sakınır saklar gibi korudular
Tamam o zaman terör
eylemlerini AKP yapıyor savaş ortamı yaratmak istiyor savaş ortamındaki kaos
ortamından yararlanıp erken seçimlerde tekrar istikrar isteyen halk için
kendini tek genel geçer parti olarak görüyor bu sebepten Suriye ye 4 adam
gönderip Türkiye ye 8 füze attırıyor HDP
de üstüne kalmasın diye araştırma komisyonu kurulsun istiyor zira bu ülkedeki
terör eylemlerinin baş rol oyuncusu PKK ile
BAĞI var.. http://www.pkkeylemleri.com/
(tabi lan manyak mısın? bunları da devlet yaptı..)
AKP bu terör eylemlerini
yaptığından foyası çıkmaması için RET verdi…
HDP PKK bu eylemleri yapmadığı ve üstüne kalmamsı için EVET verdi..
CHP Bütün gerçekler ortaya
çıksın diye EVET verdi ( benim anlamadığım her şeyin doğrusunu bu parti biliyor , yapıyor da neden hep muhalefet?)
E peki bu MHP neden RET verdi amoıniyum??
Adam AKP
yi kurtarmak istese çoktan koalisyon kurmuştu… Hadi oy kaybetmekten korktu
dışardan destekleyip Aba altından Sopa da gösterebilirdi e onu da yapmadı… EE… Hem
adam için çalış hem adamı iktidar yapma…
Sende bunu yedin
Sonra ben komplo
teorisyeni oluyorum AMeriKa
1 Temmuz 2015 Çarşamba
Yunanistan'ın Borcunu Ödiy misen Ağam?
Yunanistan'ın euro'yu bırakması, uzoları sulandırması, Akropolisi zengin iş adamlarına gecelik kiralamaya başlaması ve iflas ettiğini açıklaması an meselesi, özellikle de önümüzdeki referandumdan hükümetin istediği gibi "hayır" sonucu çıkarsa.
Bu sonuçlar ne anlama geliyor ve bu noktaya nasıl gelindi? Mevcut solcu hükümeti beceriksizlikle, Almanları acımasızlıkla, Yunanlıları da tembellikle suçlamadan önce basit bir tarihçeye bakmakta fayda var (ve hemen akabinde Yahudileri Yahudilikle suçlayacağız).
1) Yunanistan ihracatı az, sosyal güvenlik sistemi pahalı, işgücüne katılımı düşük, çalışanın uzun ama verimsiz çalıştığı, yolsuzluğu yüksek, vergi toplayamayan bir ülke ve M.Ö. 2500 yılından beri de öyle. Aşağıdaki grafikte görüldüğü gibi, bunların bir sonucu olarak borç yükü, GSMH'nın %164'üne denk geliyordu 2012'de. Yani 1.6 senelik toplam üretim kadar borç.
2) Eurozone'a girişlerinden sonra cari açıkları iyice arttı, hem de yabancı yatırımlara rağmen. Bu kolay borç sürecinde aptalca kamu harcamaları ve yalan muhasebe ile üretimlerini (GSMH) yüksek tuttuklarından sorunlar gözardı edildi.
Bu sonuçlar ne anlama geliyor ve bu noktaya nasıl gelindi? Mevcut solcu hükümeti beceriksizlikle, Almanları acımasızlıkla, Yunanlıları da tembellikle suçlamadan önce basit bir tarihçeye bakmakta fayda var (ve hemen akabinde Yahudileri Yahudilikle suçlayacağız).
1) Yunanistan ihracatı az, sosyal güvenlik sistemi pahalı, işgücüne katılımı düşük, çalışanın uzun ama verimsiz çalıştığı, yolsuzluğu yüksek, vergi toplayamayan bir ülke ve M.Ö. 2500 yılından beri de öyle. Aşağıdaki grafikte görüldüğü gibi, bunların bir sonucu olarak borç yükü, GSMH'nın %164'üne denk geliyordu 2012'de. Yani 1.6 senelik toplam üretim kadar borç.
2) Eurozone'a girişlerinden sonra cari açıkları iyice arttı, hem de yabancı yatırımlara rağmen. Bu kolay borç sürecinde aptalca kamu harcamaları ve yalan muhasebe ile üretimlerini (GSMH) yüksek tuttuklarından sorunlar gözardı edildi.
3) Bu süreçte özellikle Almanya karlı çıktı ve Yunanistan gibi çevre ülkelerle aralarındaki ticaret fazlası katbekat arttı. Nasıl? Almanya'da işçi maaşları AB ortalamasına göre daha yavaş artarken, Yunanistan gibi ülkeler kolay parayı oy için vatandaşa dağıtarak üretim maliyetlerini arttırdılar. Zaten gemicilik, turizm ve tarım dışında bir numarası olmayan Yunanistan'da ihracat iyice azaldı.
4) Bu soruna az da olsa AB sübvansiyonları da katkıda bulundu. Zira bazen sübvansiyonlar belli bir mal üretilmesin veya satılmasın diye verildiğinde (başka üreticileri korumak adına), bu kısa vadede Yunanlı'nın karnını tok tutarken uzun vadede o endüstriyi kuruttu.
5) Bunca kolay para nereden geldi? Bir kısmını Yunan vatandaşı veriyor kendi hükümetine borç olarak, bir kısmı da dışardaki özel yatırımcıdan geliyor, özellikle Alman ve Fransız bankaları aracılığıyla. Yani Yunan hükümetleri, popülist politikaları finanse etmek için gönüllü olarak borçlanırken, Avrupa bankaları da gönüllü olarak riskli bir ülkeye borç verdiler.
6) Ta ki 2008'deki global krize kadar. Buna 2007 mortgage krizi, 2008 abd bankacılık krizi, yahut Eurozone krizi olarak bakabiliriz, sonuçta aynı tsunaminin farklı kıyılara vurması. Avrupa'da en çok etkilenen Yunanistan oldu. Turizm ve gemiciliğe dayalı ekonomi, buhranlara daha duyarlı olduğundan, toplam üretim azaldı ve yatırımcı korkmaya başladı.
7) Tahminlerin çok altında kalan GSMH yüzünden, yeni seçilmiş sol PASOK hükümeti, hileli muhasebeyi daha fazla sürdüremedi ve itiraf etti: "Bütçe açığımızın GSMH'ya oranı sanıldığı gibi %6-%8 değil, %12 olacak". Artık Yunanlıların sözüne güvenmeyen AB kendi analizini yaptı ve gerçek rakamı %15.7 olarak buldu. Bu ne demek? Hükümet o kadar çok harcama yapıyor ki, her 6 senede bir vereceği açığı kapatmak için tüm ülkenin bir sene yemeden içmeden çalışması lazım. Ve bu her sene eklenecek olan borç. Bir de halihazırda olan borçlar var, onların da oranının %110 yerine %130 olduğu ortaya çıktı. kriz öncesi yıllarda bu rakam erimediği için, kriz yıllarında iyice artacağını herkes gördü.
8) Papandreu bu itirafla suçu önceki sağ partilere atmayı denedi ama başarılı olamadı. Zira zaten krizde olan ülke ekonomisi, tüm kredi kuruluşlarının takır takır not düşürmesiyle (borçlanmanın pahalı hale gelmesiyle) iyice patladı. Kısa bir süre içinde özel sermaye piyasalarından borç bulmak imkansız halde geldi (zira senin benim gibi insanlar batacak adama borç vermiyorlar...vermiyorsun di mi?) Yunanistan Avrupa'dan 2010'da resmen yardım istedi.
9) Troika denilen IMF, Avrupa Merkez Bankası ve AB burada devreye giriyor. Bu noktada kriz diğer ülkelere (Portekiz, İspanya, İrlanda) yayılabilecek durumda, dahası Fransız ve Alman bankaları milyarlarca dolarlık borç ödemesi bekliyorlar Yunanistan'dan. Bu sistemsel tehdite karşı, Troika uygun faizle borç verdi ve karşılığında da yapısal reformlar istedi.
10) Merkez sol hükümeti 2010'un bu gelişmeleri içinde eriyip gitti, çünkü hem şart olarak koşulan ilk reform paketi kriz ortasındayken yıllardır alıştığı haklardan mahrum bırakılan halkı galeyana getirdi (nerdeyse her gün yapılan grevlerle üretim iyice düştü), hem de reformlar geciktirildikleri ve sulandırıldıkları için troika da memnun kalmadı ve merkez sağ tekrar iktidara geldi.
11) İstenilen bu reformların iki odak noktası var:
- Kemer sıkma ile kamu harcamalarını azaltmak
- Vergi reformuyla vergi gelirini arttırmak
12) Şimdi burada, merkezinde Almanya olan çok boyutlu bir denklem var. ilk boyut şu: Troika'dan gelen para (bu borç AB vatandaşları tarafından finanse ediliyor), önemli ölçüde eski borçların (yani Alman ve Fransız bankaları üzerinden yapılan yatırımların) kaybını azaltmakta kullanıldı. Karlar özel kaldı, muhtemel zararlar ise (yeni borçların riski) sosyalize edildi. Burada kazığı yiyen Yunanistan'dan ziyade, Avrupalı vatandaş oldu.
13) Paranın bir kısmı da hükümetin acil zorunlu harcamalarına gitti, maaşlar gibi. Sonuçta para, Yunan ekonomisine ekstra bir yarıtım olarak girmedi. Halbuki Keynesçi arkadaşların taa baştan dedikleri gibi, kriz ortasında olan ve rekabet seviyesi zaten düşük bir ülkede reform yapabilmek için, ortaya tampon görevi görecek bir para koymak lazım. O reformlar etki edene kadar, millet bu paradan yiyecek, istihdam korunacak. Yoksa direkt kemer sıkılırsa, sadece kamu israfı değil gerçek üretim de düşer, vergi geliri de düşer, daha çok kemer sıkmak zorunda kalınır ve döngüye girilir. Bir tahmine göre tasarruf edilen her bir euro için, 50 sentlik bir ekstra kayıp oluşuyor. Nitekim kriz sürecinde ekonomi %25 küçüldü, işsizlik de %25'i geçti.
Bu şuna benziyor: Fit olmak istiyorsun, ama egzersizin etkili olması için gereken besinleri almak yerine ağır bir rejim yapıyorsun. Vücudun da gereken enerjiyi alacak karbonhidrat bulamayınca proteinlerini parçalamaya başlıyor, yani tam da sana gereken ve geliştirmek istediğin altyapıyı.
14) Almanya'nın kemer sıkmadaki ısrarı da bizi işin ikinci boyutuna getiriyor: Almanya, bu politikadan karlı çıkıyor. Özel yatırımcının korunması hususundan katbekat büyük bir meblağdan bahsediyoruz. Akıllıca kamu harcamalarıyla fişeklenen bir ekonomide kontrol edilebilen bir enflasyon olur, bugünkü ABD'de olduğu gibi. Eğer bu harcamayı ve enflasyonu abartırlarsa, ülkedeki her şey gibi işçi maliyetlerinin de fiyatı artacağından ihracat düşer. İşte Almanya yıllardır bu yüzden kriz halindeki eurozone'u ayağa kaldırmak için o muazzam kaynaklarını hakkını vererek kullanmadı ve kamu harcaması yapmadı. Kamu harcaması olmayan kendi ülkesinde enflasyon düşük ve çevre ülkelerde enflasyon yüksek olduğu sürece, Alman ihracatı yüksek kaldı.
15) Bu taktik sadece AB içinde değil, global olarak da geçerli: Eurozone sürekli bir krizin eşiğinde olduğu sürece, euro değerlenmeyecek ve Alman ürünleri pahalılaşmadığından Almanya tüm Dünyaya mal satabilecek. Kendine gelen parayla vatandaşları geçinecek ve kamu harcaması yapmak zorunda kalmayacak. Bunun sonucu olarak Almanya yıllardır her çeyrek bütçe fazlası veriyor ve bundan diğer AB ülkelerine gına geldi. Alman hükümetinin de herkes gibi yatırım yapmasını, bu sayede hem kısa vadede o projelerle istihdam yaratılmasını (sonuçta sadece Almanlar yararlanmayacaklar, mesela Polonyalı bir `taşeron` şirket kullanılacak) hem de artan Alman enflasyonuyla,AB içindeki Almanya lehine olan ticaret dengesizliğinin azalmasını istiyorlar. Ancak bu sayede Yunanistan gibi çevre ülkeler Almanya'ya katma değeri yüksek mal satıp kalkınabilirler.
Brüksel ile Merkel hükümeti arasında uzun süredir devam eden bir sorun bu. ABD bile en sonunda almanyayı isim vererek eleştirdi. Çin kur farkını manipüle ederek, Almanya da enflasyonu düşük ve Eurozone'u zayıf tutarak ihracata dayalı ekonomilerine avantaj sağlıyor. Almanya ise savunma olarak, ihracatın nedenini yüksek verime, üstün alman teknolojisine, genel olarak Almanlığın muhteşem bir şey oluşuna bağlıyor.
16) Tabii, Yunan üreticisinin Almanlara göre daha rekabetçi olamamasındaki tek etken Almanya'nın bu enflasyon-bütçe fazlası oyunları değil. Dahası rekabetçilik ve genel olarak ihracat zayıflığı, Yunanistan'ın sorunlarından sadece bir tanesi. Fakat popülizm sağolsun, sosyalistler halktaki mevcut memnuniyetsizliği tarihi bir fırsat olarak görüp, kodaman bankacı imajını ve "yunan onuruyla oynayan acımasız Alman" anlatısını öne çıkararak iktidara geldiler.
17) İşin komik tarafı, tam bu noktada işler biraz düzelmeye başlamıştı. Yani gsmh 2014'te ilk defa tekrar büyümeye başlamış ve piyasadan borç bulmak tekrar mümkün hale gelmişti. Fakat siyasi belirsizlik bu narin dönemi başlar başlamaz bitirdi. Erken seçim sürecinde de solcular hem Eurozone'da kalmak, hem de mevcut kemer sıkma anlaşmaların şartlarını hafifletmek gibi imkansız bir vaat vererek, bir siyasi kumar oynadılar. Ama ellerindeki tek koz olan "biz batarsak AB de batar" tehdidi, finansal düzenlemelerle etkisiz hale getirilmişti. Zira bu iflas olayı ilk defa 2010'da gündeme geldikten sonra, olası bir Yunan felaketini izole etmek için bir takım düzenlemeler yapıldı (o ana kadar denetlenmeyen "credit default swap"lara ve bankaların ellerinde bulundurmaları gereken minimum sermaye-yatırım yüzdesine ilişkin mesela). Bir yandan da kritik durumdaki İrlanda ve Portekize müdahale edildi. 2012'den itibaren felaket riski iyice azaldı, Yunanistan dışında herkes kolayca borç bulabiliyor piyasalardan (yani güven tam)
18) Az reformlu ve hiç yatırımsız bir borç döngüsünün ve siyasi popülizmin yarattığı engelleri gören özel sermaye musluğu tekrar kapadı. Bugün Yunanistan, bir sonraki ayın maaşlarının ödenmesi için Troika'dan gelecek borca muhtaçken, sosyalistlerin anlaşma şartlarını değiştirme girişimlerine fazla ilgi göstermeyen Troika, borç vadelerini uzatmayı reddetti ve Yunanistan'ın blöfünü gördü.
19) Referandum, ekonomik buhrandan sorumlu olmayan sol hükümetin, siyasi kumarının bedelini ödememek için yaptığı bir manevra. Sonucu çok önemli değil. Eninde sonunda Yunanistan iflas edecek. Millet bu yüzden bankalara hücum ediyor ve bu yüzden para çekmeye ve parayı yurtdışına çıkarmaya sınır getirildi. Avrupa bu kadar para gömmüşken "şimdi bir de stimulus deneyelim, siz reformu sonradan da yaparsınız" diyecek değil, Almanya 180 derece dönecek değil, parasız ve işsiz kalmış bir sürü Yunanlı da daha fazla kemer sıkmayı kabul edecek değil.
20) Yunanistan ya iflas bayrağı çekip Eurozone'dan çıkacak, ya da önce çıkıp sonra iflas edecek. Eurozone'dan kovulma diye bir şey yok ve daha önce kendi çıkan da olmadı, o yüzden burası ilginç olacak. Mekanizma ne olursa olsun, euro'dan kurtuldukları anda kendi paralarını basarak emekli maaşlarını ödeyebilirler. Fakat Troika'dan aldıkları borçları drahmiyle ödeyemezler, bunların euro üzerinden sabitliği garantili. Kimse drahmi kabul etmeyeceğinden, makul bir fiyata drahmi karşılığı euro alamayacaklar (yani drahmi anında devalüasyona uğrayacak). Dolayısıyla bugün vadesi gelmek özere olan borçları bir son dakika golüyle ödeseler bile, orta vadeli borçları ödeyemeyecek ve iflas bayrağı çekecekler.
21) Çeşit çeşit iflas var. En kötüsü, maaş ve emekli ikramiyesi bile ödeyemeyecek duruma gelmek ve işsizliğin ayukka çıkması. Hükümet bunun olmayacağını garanti ediyor, çünkü insanları sokağa dökmenin en kolay yolu onların ellerine maaş diye bir kağıt parçası bile tutuşturmamak. Herhalde üzerine basıldığı kağıt kadar değeri olmayacak drahmiyle veya senetle öderler maaşları.
22) İflasın daha olası bir sonucu: Yunanistan'a bugün borç vermeyenler, iflas etmiş bir Yunanistan'a hiç borç vermeyecekler. Hükümet açık veriyor (çünkü halen vergi toplayamıyorlar, halen harcamalar gelirlerden çok fazla) ve borçlanamıyorsa, tek çaresi para basmaktır.Enflasyon artacak ve bu vergi artışı demek: ha vatandaşın cebindeki paranın 5'te birini almışsın, ha parasının değerini %20 düşürüp o "değer"i darphanenin yeni bastığı sıcacık kağıtlara transfer etmişsin. Vergi gelirini arttırmak istenilen reformlardan biriydi zaten ama enflasyon herkesi eşit oranda etkileyen bir düz vergi olduğu için, reformlarda istenilen kdv bazlı vergilendirmeye göre daha az sosyalist.
23) Hükümetin dışında, ülkenin tamamı da açık veriyor. Yani hükümet gibi, ülke de ürettiğinden fazlasını tüketip, farkını borçla ödüyor. Borç olmazsa, nasıl alacaklar dışardan malı? Kimse drahmi karşılığı malını satmaz, satarsa da çok pahalıya gelir o mallar. Alamayacaklar, tüketemeyecekler. Zorla ve kontrolsüz biçimde kemer sıkılmış olacak. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak buna denir. Öte yandan ucuzlamış işçilik sayesinde ihracatları artacak (eğer halen proteinlerin tamamını sindirmemişlerse).
24) Yunanistan'ın bu halde bile IMF'den yardım alma imkanı olacaktır herhalde. Yani reform artı sınırlı bir destekle en kötü senaryoları atlatabilirler. Fakat sosyalist hükümet düşmüş olacaktır diye tahmin ediyorum.
25) Paul Krugman gibi bir çok uzman ve benim gibi bir çok hiçkimse, Yunanistan'ın euro'ya hiç geçmemesi gerektiğini, yahut en azından seneler önce (krizin Avrupa'ya yayılma riski azaldığında) kontrollü bir şekilde iflas bayrağını çekmesi gerektiğini, şimdiyse sefil olacaklarını düşünüyor. Geçmiş olsun.
***
Türkiye notu:
Biz nerdeyse her türlü gelişmişlik kıstasında Yunanistan'dan geriyiz. İnsanların `sefalet` içinde yaşama alışkanlığı, yaşadığımız krizi olağanlaştırdı: kredi borçları yüksek, gerçek işsizlik %20, dolaylı vergiler had safhada, mülteci krizi var, cari açık artıyor, enflasyon hedef üstü, yoksulluk sınırı altındaki nüfus onca harcamaya rağmen düşmedi, bilakis gelir adaletsizliği her sene artıyor. Devlet geçtiğimiz ucuz dolar döneminde borçlanabildiği için kriz resmileşmedi, ancak dolar 2.70'e fırlayınca millet uyandı. Halbuki dolar kuru, bütün bu saçmalığın gecikmiş bir sonucu sadece, ve ABD Merkez Bankası faizleri arttırdığı zaman, dolar bizim gibi riskli ülkelerden çekilecek ve durum daha beter olacak. Hem bu kadar borçlanıp, hem enflasyon yaşayıp, hem de bu kadar işsizliğe ve az gelişmişliğe (human development index) sahip olmak büyük başarı aslında. Normalde bunlar birbirine zıt hareket ederek bir dengeye gelirler ama bizde her gösterge kötü. Bütün bu inşaatların, sosyal güvenlik açıklarının, sarayların, yeşil kartların, zorunlu askerliğin, iphoneların, korumaların bir bedeli var, ve bu bedel mevcut sefaletin de ötesinde.Yunanistan euro'dan çıkıp iflas ettiğinde, Türkiye gibi olmamak için uğraşmaya başlayacaktır.
29 Mayıs 2015 Cuma
Süper İleri Demokrasi Şehidi Adnan Menderes
Demokrat Parti Kronolojisi
1946
7 Ocak : Demokrat Parti; Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuad Köprülü ve Refik Koraltan tarafından kuruldu.
21 Temmuz : Yapılan ilk çok partili seçimde CHP 396, ancak 16 ilde seçime girebilen DP 62, bağımsızlar ise 7 milletvekili çıkardı.
1948
18 Temmuz : Demokrat Parti’den ayrılan, Kurtuluş Savası komutanlarından Mareşal Fevzi Çakmak ve Osman Bölükbaşı Millet Partisi’ni kurdu.
1950
14 Mayıs : Genel seçimlerde halk, CHP’nin 27 yıllık tek parti iktidarına son verdi. Seçimlerin sonucunda; Demokrat Parti %53.3 oy oranı ile TBMM’ye 408 milletvekili soktu. CHP %39.9 oranında oy almasına rağmen 69, MP ise 1 milletvekili ile temsil edildi.
22 Mayıs : Celal Bayar Türkiye Cumhuriyeti’nin üçüncü cumhurbaşkanı oldu. Adnan Menderes başkanlığındaki ilk Demokrat Parti hükümeti kuruldu. Refik Koraltan da Meclis Başkanı olarak göreve başladı.
29 Mayıs : Başbakan Menderes “sadece millete mal olmuş inkılâpları saklı tutacağız” dedi.
6 Haziran : DP hükümeti; Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları ve diğer bazı generalleri görevlerinden aldı.
16 Haziran : Demokrat Parti hükümetinin ikinci önemli icraatı, Arapça ezan okunma yasağını kaldırması oldu. (Türkçe ezan yasaklanmamıştır, yalnızca ezanın Arapça da okunabileceği belirtilmiştir. Ne var ki, bu karar 1932’den beri Türkçe okunan ezanın sonu olmuştur).
5 Temmuz : Radyodan dini program yayın yasağı kaldırıldı.
7 Temmuz : Dünya Bankası Türkiye’ye 16 milyon 400 bin dolar kredi açtı.
9 Temmuz : Kuzey-Güney Kore Savası’nda Birleşmiş Milletler bütün ulusları, komünist Kuzey Kore’ye karsı ABD’nin geniş katılımıyla oluşturulacak askeri güce katılmaya çağırdı.
28 Temmuz : Türk Barışseverler Cemiyeti’nin Türkiye’nin Kore’ye asker göndermesini protesto amacıyla bildiri dağıtmasına izin verilmedi, Cemiyet başkanı Behice Boran ve genel sekreter Adnan Cemgil tutuklandı.
1 Ağustos : Türkiye Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı’na (NATO) başvurdu.
16 Eylül : Türkiye’nin, NATO’ya girme başvurusu reddedildi.
28 Ağustos : Bir yazarın tarih kitaplarından İnönü’nün adını çıkartması tartışmalara yol açtı.
3 Eylül : Belediye seçimlerinde 600’ü aşkın CHP’li belediyeden 560’ı Demokrat Parti’ye geçti.
25 Eylül : General Tahsin Yazıcı komutasındaki 4500 kişilik bir tabur, tüm masraflar bize ait olmak üzere ve TBMM kararı olmaksızın Kore Savaşı’na gönderildi.
(Bu, başta ABD olmak üzere Batı’nın gözünde girebilmek için onlar tarafından en geçerli ihraç malımız kabul edilen Mehmetçik’in uluslar arası düzeyde ilk pazarlanışıdır).
(Bu, başta ABD olmak üzere Batı’nın gözünde girebilmek için onlar tarafından en geçerli ihraç malımız kabul edilen Mehmetçik’in uluslar arası düzeyde ilk pazarlanışıdır).
3 Aralık : Arap harfleriyle tedrisat yapmak için gizli ya da aleni dershane açanlar hakkında 23 Eylül 1931 gün ve 12073 sayılı kararnamedeki yasaklama kaldırıldı.
12 Aralık : Hükümet, CHP Genel Merkez Binasına el koyarak Hazine’ye mal etti.
1951
20 Şubat : Rus yazarların kitaplarının okul kütüphanelerinden çıkarılmasına karar verildi.
24 Şubat : Kırşehir’de Atatürk büstü saldırıya uğradı.
12 Mart : Demokrat Parti Konya İl Kongresi’nde fes, çarşaf ve Arap harflerinin serbest bırakılması istendi.
13 Mart : Demokrat Parti İzmir Belediye Başkanı Rauf Onursal, CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün Halife Abdülmecit gibi sınır dışı edilmesini istedi.
25 Mart : Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri, solcu öğretmenlerin tasfiyesinin sürdüğünü açıkladı.
3 Mayıs : Demokrat Parti Meclis Grubu’nda din eğitiminin genişletilmesi istendi.
4 Mayıs : Menderes Meclis’te yaptığı konuşmada “Halkevleri, Halkodaları faşist anlayış ve düşüncelerin ürünüdür. Bunlar sosyal yapımız içindeki tümüyle gereksiz, bos, geri ve yabancı unsurlardır” dedi. ( Halkevlerinin topluma katkılarının özeti Bkz. EK-1).
28 Mayıs : Menderes Hükümeti, isçi sendikalarının faşist ve komünist sistemlerin bir öğesi olarak kurulduklarını ileri sürdü. Yeni bir sendika yasası hazırlama kararı aldı.
22 Haziran : Istanbul İnönü Stadı’nın adı Mithat paşa Stadı olarak değiştirildi.
1 Temmuz : Atatürk’ün heykel ve büstlerine karşı ülke düzeyinde yaygınlaşmış olan saldırıları kınamak için yurdun çeşitli yerlerinde protesto mitingleri yapıldı.
25 Temmuz : Atatürk Kanunu 25 Temmuz 1951’de Meclis’te kabul edildi. Amaç, Atatürk devrimlerini korumak, Atatürk heykel ve anıtlarına saldırıların önüne geçmekti.
1 Ağustos : Yabancı Sermaye Yatırımlarını Teşvik Kanunu çıktı.
8 Ağustos : Hükümet, Halkevlerine el koydu.
19 Eylül : Kuzey Atlantik Paktı Konseyi, Türkiye ve Yunanistan’a NATO’ya katılma çağrısı yaptı.
20 Eylül : Türkiye’nin NATO’ya katılması kabul edildi.
9 Ekim : Devlet iç borçları 2 milyar 565 milyon liraya yükseldi.
26 Ekim : İllegal Türkiye Komünist Parti’sine yönelik büyük çapta tutuklamalar yapıldı. Zeki Baştımar, Mihri Belli, Sevim Tarı gibi tanınmış isimler vardı.Tutuklananlar arasında tanınmış isimler vardı
4 Kasım : İlkokulların ders programlarına din dersi konuldu.
1952
12 Ocak : ABD yönetimi, Marshall Planı çerçevesinde Türkiye’ye 58 milyon dolarlık askeri yardım yapılmasını onayladı.
15 Ocak : Amerika Birleşik Devletleri Türkiye’nin Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı’na (NATO) girişini onayladı.
21 Ocak : Milli Savunma Bakanlığı, Kore’de 34 subay, 46 astsubay ve 1252 erin şehit olduğunu açıkladı.
18 Şubat : NATO’ya katılma protokolünü 1951 yılında Londra’da imzalayan Türkiye, 18 Şubat’ta örgüte resmen üye oldu. Bunun neticesi olarak topraklarımıza ABD askeri üsleri kurulmaya başlandı.
5 Haziran : Lozan Antlaşmasına göre Fener Rum Patrikhanesi’nin başındaki kişinin TC vatandaşı olması gerekir. Bu ilke ilk kez ABD’den uçakla gönderilen Athenagoras’ın Türkiye’ye sokulması ile ihlal edildi. Başbakan Menderes Athenagoras’ı ziyaret etti ve elini öptü.
18Temmuz : Türkiye, Cemiyet-i Akvam’a (Birleşmiş Milletler) elli altıncı üye olarak kabul edildi.
8 Ekim : Balıkesir’e giden CHP lideri İnönü’yü Vali kent dışında karşılayarak, kente girmemesini, girerse olaylar çıkabileceğini ve kendisinin sorumluluk almayacağını belirtti. İnönü gezisinden vazgeçti.
24 Aralık : “Anayasayı Yasayan Dile Çevirmek” seklinde adlandırılan yasa önerisi ile 1945 yılında Türkçeleştirilmiş olan anayasa metni, yürürlükten kaldırıldı. 24 Nisan 1924’te kabul edilmiş olan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu yeniden uygulamaya kondu, anayasadaki öztürkçe kelimeler ayıklandı. ( Örneğin; “bakanlıklar”, “vekalet” oldu, Genelkurmay Başkanlığı’nın adı “Erkan-ı Harbiye-yi Umumi Reisliği” seklinde değiştirildi ).
1953
21 Ocak : Petrollerimizin işletilmesiyle ilgili ilk anlaşma bir ABD şirketiyle yapıldı.
9 Nisan : Maliye Bakanı Hasan Polatkan, döviz açığının 553 milyon dolar olduğunu açıkladı.
14 Nisan : Döviz alım-satımı serbest bırakıldı.
17 Nisan : Ev kiralarına yüzde 100, dükkan kiralarına yüzde 150 zam yapıldı.
30 Mayıs : Sovyetler Birliği hükümeti Türkiye’ye bir nota verdi. Türkiye’den toprak talebi olmadığını, dostluk ilişkisi kurmak istediklerini bildirdi.
8 Temmuz : Millet Partisi irticai faaliyet gerekçesiyle kapatıldı, mallarına el kondu.
21 Temmuz : Profesörlerin politika ile uğraşmalarını yasaklayan kanun kabul edildi.
27 Temmuz : 2 milyondan fazla insanın öldüğü Kore Savaşı sona erdi.
9 Eylül : Millet gazetesi başyazarı Nurettin Ardıçoğlu 3 sene 2 ay, yazı isleri müdürü Hüsnü Söylemezoğlu 2 sene 1 ay hapse mahkum oldu.
14 Aralık : Hükümet, CHP’nin menkul ve gayrı menkullerinin Hazineye devredilmesine yönelik yasayı çıkardı.
24 Aralık : CHP’nin Ulus Gazetesi’ne el konuldu.
1954
18 Ocak : Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu kabul edildi.
27 Ocak : Millet Partisi yöneticileri birer gün hapis cezasına çarptırıldı.
27 Ocak : 6234 sayılı yasayla Köy Enstitüleri kapatıldı. (Köy Enstitülerinin katkısı Bkz. EK-2).
24 Şubat : Istanbul’da sıcaklık -6 dereceye düştü. Tuna Nehri’nden koparak Karadeniz’e ulasan ve daha sonra Istanbul Boğazı’na inen buzlar Boğazı ve limanı kapladı. Deniz trafiği durdu.
7 Mart : Petrol isletmeciliğini yabancı sermayeye açan ve Max Ball adlı bir yabancının hazırladığı Petrol Yasası Meclis’te kabul edildi.
8 Mart : Basını sıkı kontrol altına alan ve basın suçlarına yönelik cezaları yükselten Basın Kanunu kabul edildi. Hakaretle suçuyla yargılananlara iddialarını mahkemede ispat hakkı tanınması isteği reddedildi.
14 Mart : Demokrat Parti’den istifa ederek CHP’ye geçen Adnan Menderes’in yeğeni Özdemir Evliyazade, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
18 Nisan : Mersin’de seçim konuşması yapan ana muhalefet lideri İnönü DP’lilerin saldırısı ile engellendi, İnönü alandan zorlukla kaçırılıp kurtarılabildi.
2 Mayıs : Genel seçimler yapıldı. Oyların %57,6’sını alan Demokrat Parti 503 sandalye kazanırken, %35,4 oy alan CHP sadece 31 milletvekili çıkarabildi.
14 Mayıs : TBMM ilk toplantısını yaptı.Celal Bayar yeniden cumhurbaşkanı seçildi. Adnan Menderes, kabineyi kurmakla görevlendirildi. Seçimlerden hemen sonra Celal Bayar “Ince demokrasiye paydos” söylemiyle, antidemokratik yasalarla tedbirlerin sürdürüleceğinin altını çiziyordu.
30 Mayıs : Muhalefet lideri Osman Bölükbaşı’yı seçen Kırşehir, ceza olarak il olmaktan çıkarılıp ilçe yapıldı. Bununla da yetinilmedi ve bölünerek eski ilçelerinden bir kısmı ile Nevşehir ili kuruldu.
14 Haziran : Seçimlerde CHP’ye oy veren Malatya ceza amacıyla bölünerek Adıyaman ili kuruldu.
21 Haziran : Demokrat Parti kendi kadrolarını kurmak için devlette tasfiyeye yöneldi. Yeni çıkarılan bir yasayla hükümete, 60 yasını ya da 25 hizmet yılını doldurmuş yargıç ve profesörleri emekliye ayırma yetkisi verildi.
5 Temmuz : Memur Tasfiye Yasası, çıktı. Artık; memurlara bir süre için isten el çektirebilecek ya da emekli edilebilecek.
7 Ağustos : Millet gazetesi sahibi Fuat Arna, bir yazısında Başbakan Adnan Menderes’e hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
18 Ağustos : Millet gazetesi yazarı Nurettin Ardıçoglu ile yazı isleri müdürü Hüsnü Söylemezoğlu gazetede çıkan bir yazıdan dolayı 7’şer ay hapis cezasına çarptırıldılar.
21 Ağustos : Liseler 11 sınıfa indirildi.
28 Ağustos : Emekli General Sadık Aldogan tutuklandı. Gerekçe; Millet Gazetesine yazdığı bir yazıda adliyenin manevi kişiliğine hakaret etmek.
23 Eylül : Yeni Ulus gazetesindeki yazıları nedeniyle Hüseyin Cahit Yalçın, Cemal Sağlam, İbrahim Cüceoglu hapis, Nihat Erim para cezasına çarptırıldı.
1 Aralık : Demokrat Parti’ye muhalif Yeni Ulus Gazetesi’nin yazarlarından Hüseyin Cahit Yalçın, “Hükümetin manevi şahsiyetini tahkir ettiği” gerekçesiyle 26 ay hapse mahkum edildi ve 79 yaşında hapse girdi.
1955
1 Nisan : Kıbrıs’ta EOKA terör örgütü faaliyetlerine başladı.
8 Nisan : Istanbul’da hane basına 100 gram kahve dağıtımına başlandı. Kahve alanlar, muhtarların hazırladığı listeleri imzaladı.
14 Mayıs : Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’daki sosyalist ülkeler yeni bir askeri ittifak içeren Varşova Paktı’nı imzaladılar.
20 Mayıs : Akis dergisi yazı isleri müdürü Cüneyt Arcayürek tutuklandı.
9 Haziran : Türk bayrağını yırtmaktan sanık 4 Amerikalı beraat etti.
10 Haziran : Istanbul Hilton Oteli açıldı. 2,5 yılda biten otelde 300 oda, 500 yatak bulunuyor.
23 Haziran : Hükümete muhalif Akis Dergisi’nin yazı isleri müdürü Cüneyt Arcayürek “Hükümetin nüfuzunu kıracak neşriyat yapması ve bu suçu islemekte devam etmesi ihtimalinin bulunması” gerekçesiyle 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.
20 Temmuz : Polis CHP Isparta Il Kongresini dağıttı. Genel Sekreter Kasım Gülek kürsüden indirildi.
24 Ağustos : Karadeniz gezisine çıkmış olan CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek, Sinop’ta tutuklanarak Istanbul’a getirildi ve bir gün hapiste kaldı. (Ertesi yıl benzer bir geziye kalkışması ve Rize’de dükkân sahiplerinin elini sıkması, gösteri yürüyüşü sayılarak 6 ay hapse mahkûm olacaktır).
5 Eylül : (Daha sonraki yıllarda Demokrat Parti’nin bir tertibi olduğu ortaya çıkacak olduğu üzere) Istanbul Ekspres Gazetesi’nde Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba atıldığı haberi yayınlandı.
6 Eylül : Atatürk’ün evine bomba atıldığı haberi üzerine, “Kıbrıs Türk’tür” cemiyetinin Istanbul Taksim Meydanı’nda düzenlediği açık hava toplantısı, 6-7 Eylül olaylarını başlattı. Çok önceden planlanan gösteriler, kısa zamanda Rum vatandaşların işyeri ve evlerine yönelik yağmaya dönüştü. Istanbul, Ankara, İzmir’de sıkıyönetim ilan edildi.
7 Eylül : Olaylar diğer kentlere de sıçradı TBMM olağanüstü toplandı. Hükümet kendi tertibi olan olayları muhaliflerinin üzerine yıkmak, bir tasta iki kus vurarak onlardan da kurtulmak amacıyla yeni bir planı uygulamaya koydu. Emniyet Amirlikleri’nce komünist olarak bilinen 48 kişi, tahrik ve tahrip suçlamasıyla tutuklanıp Harbiye’ye getirildi. İdam talebiyle yargılanması öngörülen bu kişiler arasında Aziz Nesin, Kemal Tahir, Dr. Can Boratav, Asım Bezirci, Hasan Izzettin Dinamo da bulunuyordu.
9 Eylül : Istanbul’da 3, Ankara ve İzmir’de birer askeri mahkeme kuruldu.
10 Eylül : İçişleri Bakanı Namık Gedik ile Istanbul Emniyet Müdürü Alaaddin Eriş görevlerinden istifa etti.
12 Eylül : TBMM sıkıyönetimi 6 ay uzattı.
16 Eylül : İzmir’de Sabah Postası gazetesi kapatıldı, gazete sorumlu yazı isleri müdürü ve başyazarı Orhan Rahmi Gökçe tutuklandı.
19 Eylül : Muhalif yayınlarından dolayı Ankara’da Ulus Gazetesi süresiz, Istanbul’da ise Hergün, Hürriyet ve Tercüman gazeteleri 15 gün süreyle kapatıldı.
15 Ekim : Demokrat Parti’de muhalefet yaptığı gerekçesiyle 9 milletvekili partiden ihraç edildi. Onları destekleyen 10 milletvekili de kendi isteği ile partiden ayrıldı. “Onbirler Hareketi” diye anılan bu milletvekilleri, bakanlar hakkındaki iddialarda, “ispat hakkını yasaklayan kanunun” kaldırılmasını sağlayacak bir fıkranın anayasaya eklenmesini istiyorlardı. ( Siyasiler hakkında bir iddia ileri sürenler hakaret suçuyla yargılanıp mahkum olmaktaydılar. Yargılanan kişiye iddiasını ispat hakkı tanınmamaktaydı. Reddedilen, bu hakkın tanınması isteğiydi.)
24 Ekim : (Nazlı Ilıcak ile Ömer Çavuşoğlu’nun babası) Bayındırlık Bakanı Muammer Çavuşoğlu, 6/7 Eylül olaylarında uğradıkları kayıplar dolayısıyla, İzmir’deki Yunan Konsolosluğu’na, (suçluluk psikozu içerisindeki hükümet adına resmi özür yerine geçmek üzere) Yunan Bayrağı çekti ve uluslararası düzeyde özel bir davranış örneği verdi..
17 Aralık : Ankara ve İzmir’de sıkıyönetim kaldırıldı.
20 Aralık : Demokrat Parti’den ayrılan 19 milletvekili, Hürriyet Partisi’ni kurdular.
1956
5 Şubat : Meriç ve Tunca nehirleri dondu; Yeşilköy ve Mecidiyeköy’e kurtlar indi ve Istanbul halkı ekmeksiz kaldı.
8 Şubat : Ekonomik sıkıntılar nedeniyle gazetelerin sayfaları 6’ya indirildi.
2 Mart : Cumhurbaşkanına hakaretten sanık Ulus gazetesi yazarı Şinasi Nahit Berker 1 yıl hapse mahkum oldu
8 Nisan : Başbakan Adnan Menderes , muhalefeti, “Siyasi sapıklık, sahte ihtilalcilik, inkarcılık, adi ve alçak iftiracılık, sahte hürriyetçilik ve tedhişçilik”le suçladı.
29 Nisan : Ankara’da gazeteciler Oktay Ekşi, Hikmet Tanılkan, Altan Öymen, Aydın Köker ve Seyfettin Turhan götürüldükleri Çankaya Karakolunda hakarete uğradılar.
1 Mayıs : 6-7 Eylül olaylarında zarar gören kiliselere 10 milyon lira avans verildi.
31 Mayıs : CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, “Adım adım mutlakıyete gidiyoruz ” dedi.
7 Haziran : Demokrat Parti hükümetinin hazırladığı yeni Basın Kanunu Mecliste kabul edildi. Hürriyet Partisi adına konuşan Turan Güneş, “Bu kanunla, değil basın özgürlüğü, basın bile kalmayacak” dedi.
9 Haziran : Basına baskılar sürüyor; Halk gazetesi toplatıldı.
14 Haziran : CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek, TBMM’nin manevi şahsına hakaret ettiği gerekçesiyle 1 yıl hapse ve 4 ay Bursa’da ikamete mahkum oldu.
15 Haziran : En etkili muhalif yayınlardan haftalık Akis dergisi toplatıldı.
27 Haziran : Toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanunu görüşmelerinde, İnönü: “Aramızdaki farkı bilelim. Biz mutlakiyetten bugüne geldik, siz bugünden mutlakiyete gidiyorsunuz.” dedi. Muhalefet topluca salonu terk etti. Tasarı DP’lilerin oylarıyla yasalaştı.
22 Temmuz : Akis dergisi yine toplatıldı.
30 Temmuz : Ordu, Giresun ve Trabzon’da Cumhuriyet Halk Partililerin siyasi toplantı yapmalarına izin verilmedi.
4 Ağustos : Ulus gazetesi toplatıldı.
13 Ağustos : Bakanlar Kurulunca ortaokullarda din dersi okutulmasına karar verildi.
14 Eylül : Akis dergisi toplatıldı.
28 Eylül : Maliye, Istanbul’da hazineye ait 10 bin arsa ve 500 binayı satışa çıkardı.
1957
11 Şubat : CHP Genel Başkanı İnönü’nün damadı ve Akis Dergisi başyazarı Metin Toker tutuklanarak cezaevine girdi.
14 Şubat: Başbakan Menderes, Ankara’da Kocatepe camiinin yapımı için cami yaptırma derneğine 100.000 TL bağış yaptı.
11 Nisan : Halk gazetesi sahibi Ratip Tahir Burak, bir karikatürü nedeniyle tutuklandı.
17 Nisan : Atatürk Orman Çiftliğinden arazi satılabilmesine olanak tanıyan kanun kabul edildi. (Atatürk’ün elleriyle oluşturduğu ve Türk halkına armağan olarak bıraktığı bu çiftliğin bugün yağmalanmasına yol açan süreç böylece başlamış oldu).
6 Mayıs : Istanbul, Ankara, Eskişehir, Adana ve Bursa’da isçi sendikaları kapatıldı.
11 Mayıs : Zaman Gazetesi’nden Nusret Safa Coşkun ve Rıfat Ekinci birer yıl hapse mahkum oldular.
19 Mayıs: Kayseri’de halka yaptığı açıklamada Menderes, DP’nin iktidarda olduğu yedi yıl içinde yeni 15.000 cami inşa edildiğini ve başta Süleymaniye olmak üzere 86 caminin onarıldığını belirterek öğündü.
27 Mayıs : Demokrat İzmir gazetesi 1 ay süreyle kapatıldı.
31 Mayıs : Bakırköy Derbi Lastik Fabrikası hammadde yokluğundan kapandı.
720 işçi işsiz kaldı.
720 işçi işsiz kaldı.
12 Haziran : 30 Haziran 1954 tarihinde ilçe yapılan Kırşehir yeniden İl yapıldı.
2 Temmuz : CMP Genel Başkanı ve Kırşehir milletvekili Osman Bölükbaşı tutuklandı.
6 Temmuz : Hükümet, Istanbul Gazeteciler Sendikası’nı bir süre için kapattı.
20 Ekim : DP’nin din istismarı hızlanıyor. Menderes Adana’da yaptığı seçim konuşmasında “ Istanbul’u ikinci bir Mekke, Eyüp Sultan Camiini de ikinci bir Kâbe yapacağız” dedi.
27 Ekim : Genel Seçimler yapıldı. Oyların % 47,9’unu alan DP 419, % 41,1’ini alan CHP: 173, % 7,1’ini alan CMP (Cumhuriyetçi Millet Partisi) 4, % 3,8’ini alan HP (Hürriyet Partisi) 2 ve bağımsızlar 2 milletvekili çıkardı.
27 Ekim : ’57 seçimleri 1946 seçimleri ile birlikte tarihimizin en şaibeli seçimleridir. İktidarın tertip, baskı ve sandık hileleri tepkilere, kan akmasına neden olmuştur. En vahim olaylar Gaziantep’te yaşanmış, seçimi ilkönce CHP’nin kazandığı ilan edilmiş, sonra bu karar değiştirilmiştir. Bu olayın yarattığı tepkiler iki gün sonra CHP’lilerin Cumhuriyet Bayramı kutlama alanına sokulmaması nedeniyle doruğa çıkmış, ayaklanmaya dönüşmüştür. Olayları yatıştırmak amacıyla askerî uçaklara kent üzerinde alçak uçuş yaptırmak dahil her yöntemi kullanmak gerekmiştir. Aralarında Ali Ihsan Göğüş ve Cemil Sait Barlas gibi önde gelenlerin de bulunduğu CHP’liler tutuklandılar ve 5,5 ay hapiste kaldılar.
29 Ekim : Gaziantep olayları ile seçim günü Mersin’de bir CHP’linin öldürülmesi olayına yayın yasağı konuldu.
1 Kasım : Yeni meclisin toplanacağı bugün halkın tepkisinden çekinen iktidar başta meclisin çevresini tanklarla çevirmek dahil kentin tüm önemli noktalarına askerî birlikler yerleştirdi.
1 Kasım : TBMM, 11. Dönem çalışmalarına başladı. Istanbul Milletvekili Celal Bayar 413 oyla, 3. defa Cumhurbaşkanlığına seçildi. Kabineyi kurmakla Adnan Menderes görevlendirildi.
28 Kasım : Hürriyet Partisi fesih kararı aldı. CHP ile güç birliğine karar verildi.
27 Aralık : Basının TBMM çalışmalarına ilişkin haberlerini kısıtlamak üzere Meclis iç tüzüğünde yapılan değişiklikleri eleştiren Anayasa Profesörü Hüseyin Nail Kubalı, hükümet tarafından Istanbul Üniversitesi’ndeki görevinden uzaklaştırıldı.
1958
28 Ocak : Kıbrıs’ta Türklere yönelik şiddet olayları meydana geldi. İngiliz askeri Türklere karşı ilk defa silah kullandı.
03 Mart : Demokrat Parti örgütlerinin ramazan ayı boyunca camilerde düzenlediği mevlitlerin propaganda amacıyla devlet radyosundan naklen yayını uygulaması başlatıldı.
09 Nisan : CHP’nin yayın organı olan Ulus Gazetesi üçüncü kez bir ay süreyle kapatıldı. Kapatmaya, Ankara Milletvekili Bülent Ecevit’in bir yazısı yol açtı. Gazetenin sorumlu müdürü Ülkü Arman 1 yıl, karikatürcü Halim Büyükbulut da 14 ay hapis cezası aldı.
30 Nisan : Et sıkıntısını gidermek için Yeni Zelanda’dan koyun eti dışalımı yapıldı.
06 Mayıs : Ulus gazetesi yazı işleri müdürü Nihat Subaşı 8 aylık hapis cezasını yatmak üzere cezaevine girdi.
07 Mayıs : Ulus gazetesi yazarı Şinasi Nahit Berker 8 ay yatmak üzere cezaevine girdi
08 Mayıs : Yeni Gün gazetesi yazı işleri müdürü Erdoğan Tokatlı 34 gün yatmak üzere cezaevine girdi.
08 Mayıs : Sıkıyönetim kararlarına uymadığı iddiasıyla Milliyet gazetesi 15 gün süreyle kapatıldı.
09 Mayıs : Yeni Gün gazetesi ve Akis dergisi birer ay kapatıldı. Yazı işleri müdürleri Altan Öymen 10 ay, Tarık Holulu 16 ay hapis cezasına çarptırıldı.
14 Mayıs : Akis Dergisi sorumlu müdürü Ziya Ademhan 1 yıl hapse mahkum oldu.
28 Mayıs : Eskişehir’de Hür Bilek gazetesinin sahibi Abdülkadir Gürol ile yazarı İsmail Aras 1’er yıl hapis cezasına çarptırıldı; gazete 1 ay süreyle kapatıldı..
28 Mayıs : Akis dergisi yazı işleri müdürü Yusuf Ziya Ademhan 3 yıl, başyazarı Metin Toker 1 yıl hapis cezasına çarptırıldı; dergi de 3 ay kapatıldı.
28 Mayıs : Basın suçlularının affı tasarısı, DP’lilerin oyu ile reddedildi.
02 Haziran : İnönü’nün, Istanbul CHP Merkezi’nde yaptığı basın toplantısındaki demecine yayın yasağı konuldu.
05 Haziran : Lüleburgaz’da yayımlanmakta olan Özdilek gazetesinin sahibi ve başyazarı Gültekin Arda 9 ay hapis cezasına çarptırıldı.
06 Haziran : Basına baskılar sürüyor; Ulus gazetesi yazı işleri müdürü Ülkü Arman ile aynı gazetenin yazarı Oktay Verel 1’er yıl, cezaevinde bulunan Şinasi Nahit Berker’le Nihat Subaşı da 4’er ay hapis cezasına çarptırıldı.
25 Haziran : CHP Ankara Milletvekili Bülent Ecevit’in bir yazısı nedeniyle, Ulus gazetesi yazı işleri müdürü Ülkü Arman 1 yıl hapse mahkum oldu; gazete 1 ay kapatıldı.
12 Temmuz : Temmuz 1958’de Kıbrıs’ta olaylar tırmanıyor. Beş Kıbrıslı Türk pusuya düşürülerek öldürüldü.
14 Temmuz : Irak’ta darbe gerçekleşti, Kral Faysal ve Başbakan Nuri Sait Paşa öldürüldüler. (DP yöneticileri bu olaydan çok etkilendiler)
16 Temmuz : Ortadoğu’daki muhtemel karışıklıklara müdahale etmek amacıyla 11 bin ABD askerinin İncirlik üssüne indirilmesine başlandı.
19 Temmuz : Nükleer silah taşıyan ABD uçakları İncirlik üssüne indi.
02 Ağustos 1958: Uluslararası Para Fonu (IMF) baskısıyla, Cumhuriyet tarihinin en yüksek orandaki devalüasyonu yapılarak 1 dolar 2,80 TL’den 9 TL’ye çıkarıldı. Devalüasyon oranı yüzde 221 oldu.
04 Ağustos : IMF Türkiye’ye 250 milyon dolar kredi verdi.
06 Eylül : Başbakan Adnan Menderes, “İdam sehpalarında can verenlerden ders alsalar ya…” diyerek muhalefeti tehdit etti.
07 Eylül : CHP Genel Başkanı İnönü, “Sehpalar kurulursa nasıl işleyeceğini kimse bilemez” diyerek başbakana cevap verdi.
09 Eylül : İzmir’in Kurtuluş Günü törenlerine siyasî parti temsilcilerinin katılması, iktidar aleyhine ve CHP lehine tezahürat yapılacağı endişesiyle yasaklandı.
21 Eylül : Başbakan Menderes, CHP’nin parti olmadığını, İsmet İnönü’nün siyaseti bırakması gerektiğini, basının her istediğini yazamayacağını söyledi.
22 Eylül : İnönü, “Demokrasiye paydos demeye Demokrat Parti genel başkanının gücü yetmeyecektir” şeklinde cevap verdi.
12 Ekim : Başbakan Adnan Menderes yurttaşlara muhalefetin kin ve husumet cephesine karşı bir “ Vatan Cephesi “kurmaları çağrısında bulundu. DP iktidarı ülkede demokratikleşmeyi sağlamak iddiasıyla gelmiş, ancak uygulamasıyla ülkede cepheleşmeyi arttırmış, kendi dışındaki siyasi güçleri tasfiye etmeye çalışmıştı. Bu uygulamalardan birisi de, vatandaşları ancak CHP’ye karşı olmakla vatansever kabul eden bu uygulamadır. O tarihten sonra ülkenin her yanında Vatan Cephesi örgütleri kurulmaya başlandı. Üyeler aslında DP’ye üye oluyorlar, fakat katıldıkları örgüte “Vatan Cephesi” deniyordu. Vatan Cephesi kuranların ve katılanların adları her gün radyoda tek tek okunuyordu. Rakipsiz tek yayın organı olan devlet radyosunda (çoğu gerçek dışı olduğu iddia edilen) bu listelerin her gün ve dakikalarca okunması, vatandaşta sıkıntı ve tepkinin yanı sıra siyasal gerilimi de büsbütün artıran bir kampanyaydı. DP ve CHP’lilerin kahvehanelerini dahi ayırdıkları gözlenmeye başladı.
18 Ekim : Zile’yi ziyaret eden İnönü’nün karşılanmaması için ev ve işyerlerinden çıkmaları Kaymakam tarafından yasaklanmaya çalışılan halkla güvenlik güçleri arasında uzun süren çatışmalar yaşandı. Halka karşı basınçlı su, cop/dipçik, göz yaşartıcı bomba kullanıldı, havaya ateş açıldı.
19 Ekim : Başbakan Menderes, Said-i Nursî’nin yaşadığı Emirdağ’da Nurcular tarafından hilafet ve saltanatı temsil eden iki tuğralı, yeşil bayrak açılarak karşılandı. Menderes’in Emirdağ’ı bu ziyaretini özel bir destek işareti olarak değerlendiren Said-i Nursî, bu olaydan sonra ülke içinde gezilere başladı.
(Menderes Risale-i Nurların ilk kez serbestçe basılması için 1956’da talimat vermiş ve kağıt tahsisi yapmıştı).
(Menderes Risale-i Nurların ilk kez serbestçe basılması için 1956’da talimat vermiş ve kağıt tahsisi yapmıştı).
03 Kasım : CHP’nin yayın organı Ulus gazetesi 1 ay süre ile tekrar kapatıldı.
30 Kasım : İnönü’nün damadı Metin Toker, Akis Dergisi’ndeki bir yazıdan dolayı ikinci kez bir yıl hapis cezasına çarptırıldı. ( DP hükümeti Adalet Bakanı Esat Budakoğlu, TBMM’de bir soru üzerine, Demokrat Partinin ilk sekiz yıllık hükümet dönemi içerisinde 811 gazeteciye toplam 57 yıl hapis cezası verilmiş olduğunu açıkladı).
1959
1959
21 Ocak : Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Ulus Gazetesi’ndeki bir yazısı nedeniyle kendisi ve yazı işleri müdürü Ülkü Arman birer yıl hapse mahkum oldu; gazete bir ay süreyle kapatıldı.
22 Ocak : Demokrat İzmir Gazetesi yazı isleri müdürü Şeref Balçık’a 15 gün, gazetenin sahibi Adnan Düvenci’ye 1 yıl mahkûmiyet cezası verildi.
26 Ocak : 17 gün hapis cezasına çarptırılmış olan Ankara Telgraf gazetesinin sahibi ve yazı işleri müdürü Fethi Giray cezaevi’ne girdi.
17 Şubat : Başbakan Menderes’i Londra’ya götüren uçak, Gatwick Kasabası yakınlarında düştü. 14 kişinin öldüğü kazada Başbakan Adnan Menderes kurtuldu. ( Olayın Türkiye’de duyulması üzerine, iktidar ile muhalefet arasındaki gerginlik bir anda yerini ılımlı bir ortama bıraktı. Ancak bu bahar havası fazla sürmedi).
20 Şubat : Yurda dönen Menderes boğa ve develerin dahi kesildiği görkemli törenlerle karşılandı. Uçak kazasından kurtulmuş olması nedeniyle taraftarları arasında adeta evliya mertebesinde kabul edilen Menderes Eyüp Sultan’a gitti, yanında büyük bir kalabalıkla türbede dua etti, dağıtılmak üzere resimler çektirdi.
02 Mart : Menderes’in müsteşarı Ahmet Salih Korur, Eyüp Sultan Cami’sinin avlusunda büyük bir iftar yemeği verdi. Korur’un imzasıyla davetlilere gönderilen iftar çağrıları, 2 Mart 1959 değil, 2 Ramazan 1378 tarihini taşıyordu.
05 Mart : Türkiye ile ABD arasında ikili bir askeri bir antlaşma imzalandı. ABD’nin diğer Bağdat Paktı ülkeleriyle de imzaladığı bu ikili antlaşmaya göre, bu ülkelere doğrudan ya da dolaylı bir saldırı söz konusu olduğunda, ABD ülkenin isteği üzerine gerektiğinde silahlı kuvvetlere de başvurarak yardımda bulunacaktı. Bu maddede yer alan “dolaylı saldırı” kavramının, Irak’ta yaşanmış olan darbe benzeri bir tehditle karşılaşıldığında ABD’nin mevcut iktidarın yardımına koşacağı anlamına geldiği yorumu yapıldı. Çünkü NATO antlaşması çerçevesinde, ABD’nin bir “dış saldırı” konusunda zaten yardım taahhüdü bulunmaktaydı.
11 Mart : Vatan gazetesinden alıntıladığı bir yazıdan dolayı, Ulus gazetesi Yazı isleri müdürü Ülkü Arman 1 yıl 4 ay hapse, 4 000 lira ağır para cezasına mahkum edildi. Ayrıca Ulus gazetesi1 ay süreyle kapatıldı.
12 Mart : Haber gazetesinin sahibi ve yazı isleri müdürü Vedat Refiioğlu’na usulsüz tekzip yayımlamaktan 12 gün hapis cezası verildi
13 Mart : Amerikalı gazeteci Pulliam’ın Türkiye hakkında yazdığı bir yazıyı Ulus gazetesinde yayımladığı gerekçesiyle gazetenin yazı isleri müdürü Erman’a 16 ay hapis cezası verildi; Ulus bir ay kapatıldı.
20 Mart : Akis Dergisi yazı isleri müdürü Yusuf Ademhan 12 ay hapis cezasına mahkum edildi. Dergi bir ay süreyle kapatıldı.
23 Mart : Ankara’da yayınlanan Öncü gazetesi süresiz olarak kapatıldı.
26 Mart : Akhisar’da çıkan İbret gazetesinin sahibi ve yazı isleri müdürü Mustafa Deral, yayım yoluyla hakaretten 10 ay hapis cezasına hüküm giydi.
15 Nisan : Başbakan Menderes bindiği Giresun ve refakatindeki Gelibolu muhripleri ile İspanya’ya gitti. Bu, bir örneği daha önce ve daha sonra hiç görülmemiş pahalı bir “yöntem” olarak tarihe geçti.
25 Nisan : CHP’li Kemal Satır’ın yaptığı konuşmayı yayımladığı için Ulus gazetesi yazı isleri müdürü Beyhan Cenkçi 10 ay hapis cezasına mahkum edildi. Ulus gazetesi bir ay süreyle kapatıldı.
29 Nisan : Tekzipleri usulüne uygun yayınlamadıkları için, Demokrat İzmir gazetesi yazı isleri müdürü Şeref Balçık 14 gün, Istanbul Havadis gazetesi yazı isleri müdürü Hamdi Tezkan 12 gün hapis cezası aldı.
30 Nisan : İsmet İnönü’nün Uşak gezisinde olaylar çıktı. İnönü’nün Kurtuluş Savaşı’nda karargâh olarak kullandığı evi ziyaret etmesi, Uşak Valisi tarafından önlenmek istendi. Valinin bu yasadışı buyruğunu kabul etmeyen Emniyet Müdürü ve Jandarma Komutanı aynı gün görevden alındılar. Polis, halkı dağıtmak için göz yaşartıcı bomba kullandı. Aksam Uşak iline civardan DP’li partizanlar getirildi.
01 Mayıs : Uşak’tan ayrılmak üzere tren istasyonuna gitmekte olan İnönü’nün arabası önü kesilerek durduruldu. İnönü arabadan inip, yaya olarak istasyona giderken arkasından basına tas atıldı, İnönü başından kan akarak trene ulaştı ve İzmir’e gitti. İzmir’de CHP’nin yapmak istediği toplantı engellendi. DP’li partizanlar, Demokrat İzmir Gazetesi’ni bastılar, matbaa makinelerini parçaladılar.
02 Mayıs : İzmir’de CHP Genel Başkanı ve ana muhalefet lideri İsmet İnönü’yü karşılamaya gelenleri jandarma dağıttı; 10 kişi yaralandı; olaya yayım yasağı kondu.
02 Mayıs : İzmir’de CHP Genel Başkanı ve ana muhalefet lideri İsmet İnönü’yü karşılamaya gelenleri jandarma dağıttı; 10 kişi yaralandı; olaya yayım yasağı kondu.
04 Mayıs : CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün arabası Istanbul Topkapı’da Trafik Müdürü tarafından durduruldu. Çevrede organize olarak toplanmış ve içirilmiş zorbalar tarafından araba sarıldı. Bir binbaşının olaya müdahale edip askerlere emir vermesi sonucu İnönü son dakikada linç edilmekten kurtuldu. Olaya yayım yasağı kondu. Aynı gün Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri protesto amacıyla Meclis oturumuna katılmadılar.
11 Mayıs : Bursa’da yayımlanan Yeni Ant gazetesinden Derviş Sami Tasman ve Fethi Tasman da 1 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırıldılar.
20 Mayıs : Vatan gazetesi yazarlarından Sadun Tanju, saldırıya uğradı
27 Mayıs : Ankara’da yayımlanan Zafer ve Yenigün gazeteleri ve Ulus gazetesi 1 ay süreyle kapatıldı. Ulus gazetesi yazı isleri müdürü Ülkü Arman, Bülent Ecevit’in bir yazısı nedeniyle 10 ay hapis cezası aldı.
03 Haziran : Polis Zonguldak Maden İşçileri Kongresini dağıttı.
03 Haziran : İzmir Demokrat gazetesi 1 ay kapatıldı. Gazeteci Adnan Düvenci ve Şeref Baksık 16’şar ay hapis cezasına çarptırıldılar.
24 Haziran : Doğan Avcıoğlu’nun İran Şahı Rıza Pehlevi’ye ilişkin yazısı nedeniyle Akis dergisi hakkında dava açıldı.
08 Temmuz : Ulus gazetesinden Oktay Verel ve yazı isleri müdürü Beyhan Cenkçi birer buçuk yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ulus gazetesi bir ay süreyle kapatıldı.
13 Temmuz : Trabzon’da bir Amerikan üssü kuruldu.
29 Temmuz : Istanbul’da 3, Nazilli’de 1 gazeteci hapse mahkum edildi.
31 Temmuz : Türkiye (sonradan AB’ye dönüşecek olan) Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) üyelik için resmen başvurdu.
19 Eylül : İncelemelerde bulunmak için Çanakkale’ye gelen CHP milletvekilleri İbrahim Saffet Omay ve Daniş Yurdakul’u taşıyan geminin limana yanaşması DP’liler tarafından engellendi ve İmroz’da indirildiler. Gece bir motorla gizlice İmroz’dan Çanakkale’ye geçen iki milletvekilinin gerek Geyikli’ye gelişlerinde gerekse döndükleri zaman Istanbul rıhtımında karşılanışlarında DP’li grupların saldırıları çatışma yarattı..
07 Kasım : CMP lideri Osman Bölükbaşı 10 ay hapse mahkum oldu.
16 Aralık : Vatan Gazetesi 1 ay süre ile kapatıldı.
1960
01 Ocak : Lüks otomobiliyle bir süredir yurt gezilerini sürdürmekte olan Said-i Nursi Istanbul’a geldi.
05 Ocak : Mersin’e gitmekte olan Menderes’in önüne Tarsus’ta elinde kasap bıçağı olan Ali Bayat adlı bir şahıs çıktı ve bacaklarının arasına sıkıştırmış olduğu beş yasındaki çocuğu göstererek “uçak kazasından kurtulduğunuz için oğlumu size kurban edeceğim” dedi, son anda engellendi.
05 Ocak : Kim dergisi sorumlu yazı işleri müdürü Şahap Balcıoğlu Amerikalı gazeteci Eugene Pulliam’ın Türkiye hakkında yazdığı yazıyı yayımlamak suçundan yediği 16 aylık cezasını çekmek üzere cezaevine girdi.
Ocak : Said-i Nursî’nin doğu illeri valilerine yazdığı bir mektup CHP’liler tarafından ele geçirilince basında yer aldı. Said-i Kürdî mektupta şunları söylemekteydi :
“Şark bölgesinde komünistliği 60 bin Nursî sayesinde önlemekteyim. Bu 60 bin talebenin içinde bir iki ahlaksız da çıkabilir. Bunları kitlemize mal etmek doğru değildir. Bu yüzden bölgenizde risale-i Nurlar toplattırılmamalıdır. Nasıl ki Arapça ezan okutturduk ve bu sayede Müslümanları Demokrat Parti cephesinde topladığımız malumunuzdur. Simdi de dağıttığımız bu Risale-i Nurlarla komünizmle ve masonlukla savaşacağız. Müslüman Demokratların göstereceği yardıma güveniyorum. Bundan ötürü birkaç defa
Ankara’ya gittim,Müslüman vekillerle görüştüm.. Bilhassa başvekil sayın Adnan Bey ve (Milli Eğitim Vekili) Tevfik ileri ve sayın (İçişleri Vekili) Namık Gedik’ten bu neticeyi tayin ettim…. Saidi Nursî “
“Şark bölgesinde komünistliği 60 bin Nursî sayesinde önlemekteyim. Bu 60 bin talebenin içinde bir iki ahlaksız da çıkabilir. Bunları kitlemize mal etmek doğru değildir. Bu yüzden bölgenizde risale-i Nurlar toplattırılmamalıdır. Nasıl ki Arapça ezan okutturduk ve bu sayede Müslümanları Demokrat Parti cephesinde topladığımız malumunuzdur. Simdi de dağıttığımız bu Risale-i Nurlarla komünizmle ve masonlukla savaşacağız. Müslüman Demokratların göstereceği yardıma güveniyorum. Bundan ötürü birkaç defa
Ankara’ya gittim,Müslüman vekillerle görüştüm.. Bilhassa başvekil sayın Adnan Bey ve (Milli Eğitim Vekili) Tevfik ileri ve sayın (İçişleri Vekili) Namık Gedik’ten bu neticeyi tayin ettim…. Saidi Nursî “
25 Şubat : (Mehmet Barlas’ın babası) CHP’li Cemil Sait Barlas, 10 ay hapse mahkum oldu.
26 Şubat : Hükümet, İnönü’nün diğer birkaç milletvekili ile birlikte siyasî faaliyetleri nedeniyle dokunulmazlığının kaldırılmasını istedi.
07 Mart : Gazeteci Ahmet Emin Yalman, 15 ay 16 günlük mahkumiyetini çekmek üzere cezaevine girdi.
02 Nisan : Partisinin il kongresine gitmekte olan CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün bulunduğu tren, Kayseri’ ye 32 km kala valinin emriyle askerî birlikler tarafından önü kesilerek durduruldu. Saatlerce süren bir sinir mücadelesini kazanan İnönü, Kayseri’de büyük bir kalabalık tarafından karşılandı.
03 Nisan : Ankara’ya dönüş yolunda Yeşilhisar’a uğramak isteyen İnönü’nün otomobili İncesu köprüsü üzerinde askeri kamyonlar ve askerlerin oluşturduğu barikatlarla kesildi. Saatler süren tartışmalardan sonra İnönü barikatları yürüyerek yardı ve geçti.
05 Nisan : CHP Meclis Grubu, yayınladığı bildiriyle, son olaylar üzerinde durarak, yurdun selameti bakımından seçimlerin bir an önce yapılmasını istedi.
07 Nisan : Başbakan Menderes Parti Grubunda konuştu: “Memleket bugün kabili idare olmaktan çıkmıştır. İsler çoktan laçka olmuştur. Adliye islemez hale gelmiş, idare aciz düşmüştür…”
07 Nisan : CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün Kayseri gezisinde karşılaştığı engellemeler ve bunlara alet edilmeleri nedeniyle bazı subaylar ordudan istifa etti. İstifa eden subaylar tutuklanarak cezaevine konuldular.
12 Nisan : DP Grubu yayımladığı bildiri ile CHP’yi “silahlı ve tertipli ayaklanmalar hazırlamakla”, bir kısım basını da bunu yalan ve çarpıtılmış haberlerle desteklemekle suçladı ve üç ayda isini bitirecek bir Tahkikat (Soruşturma) Komisyonunun kurulması yönünde kararın alındığını açıklıyordu.
18 Nisan : DP Bursa Milletvekili Mazlum Kayalar ve Denizli Milletvekili Baha Akşit’in, ’CHP’nin yıkıcı, gayri meşru ve kanun dışı faaliyetlerinin memleket sathında cereyan tarzı ve bunların mahiyetlerinin nelerden ibaret olduğunu tahkik, tespit ve memleketin her tarafında yoğun bir halde görülen kanun dışı siyasi faaliyetlerin muhtelif sebeplerine intikal etmek, matbuat meseleleriyle adli ve idari mevzuatın ne suretle tatbik edilmekte olduğunu tetkik eylemek üzere Meclis tahkikatı açılmasını isteyen önergeleri’ kabul edildi. Önergenin görüşülmesi esnasında Mecliste sert tartışmalar yasandı. İnönü: ” Biz demokratik rejimi kurduk. Bu demokratik rejimi, istikametinden ayırıp baskı rejimi haline getirmek tehlikeli bir şeydir. Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam…” dedi.
27 Nisan : Meclis bünyesinde kurulan 15 üyeli Tahkikat Komisyonuna ek yetkiler veren kanun, uzun ve çetin tartışmalardan sonra kabul edildi. 12 CHP Milletvekili 3-6 , İnönü ise 12 oturum Meclis’ten çıkarılma cezası aldı. İnönü’nün konuşmasının tutanaklardan silinmesi kararı alındı. Oturumdan çıkarılma cezası alan CHP milletvekilleri direnince genel kurul salonundan polis zoruyla çıkarıldılar. Komisyonun ilk icraatı, ülkedeki tüm siyasal etkinliklerin ve Meclis görüşmelerinin yayınlanmasını yasaklamak oldu.
Kurulan komisyon; sivil ve askerî savcılarla yargıçların tüm yetkilerine sahip olacak, istediği ev ve kuruluşu basabilecek, öngördüğü evrak, belge ve eşyalara el koyabilecek, gazeteleri toplatabilecek ve matbaalarıyla birlikte kapatabilecekti. Komisyon kararlarına karşı gelmenin veya savsaklamanın cezası üç yıla kadar hapis olacaktı.
DP’nin yargı yetkisini özel bir heyete veren bu kararı açık bir anayasa ihlaliydi ve iktidardan düşüp yargılandıklarında sorumlu tutuldukları en ağır suçu oluşturdu.
28 Nisan : TBMM görüşmelerini haber yapmaya kalkışan tüm gazeteler toplatıldı.
28 Nisan : Istanbul Üniversitesi öğrencileri, üniversite merkez binasında hükümet aleyhine gösteri yaptı. Güvenlik güçleri, gösterilere müdahale etti. Güvenlik güçlerinin üniversiteden ayrılmasını isteyen rektör Prof.Dr Sıddık Sami Onar, tartaklanarak Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü. Polis çaresiz kaldı, ordu birlikleri çağrıldı.
Gösterilerde, Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz polis ateşi sonucu vurularak öldü, 40 kişi yaralandı. Üniversiteden çıkıp Sirkeci’ye kadar ilerleyen gençlerin karşı tarafa geçmemesi için köprüler açılarak geçiş kesildi. Ankara ve Istanbul’da sıkıyönetim ilan edildi.
29 Nisan : Ankara’da Siyasal Bilgiler ile Hukuk Fakültesi öğrencileri de eyleme geçtiler. Istanbul’daki eylemler de sürdü. Ankara ve Istanbul üniversiteleri 1 ay süreyle kapatıldı.
30 Nisan : Gençlerin protesto eylemleri sırasında tank üzerinden düsen Nedim Özpulat adlı genç öldü. Istanbul’da bir gün sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Ali Ulvi’nin karikatürü nedeniyle Cumhuriyet gazetesi 10 gün süreyle kapatıldı.
02 Mayıs : NATO Bakanlar Konseyi Istanbul’da toplandı. Protesto gösterileri yapıldı.
03 Mayıs : Emekli olmak üzere izne ayrılan Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel, yazılı olarak hükümeti uyarmak istedi. Bu mektup ihtilalden sonra açıklanmıştır.
( Mektup EK – 3’te yer almaktadır).
( Mektup EK – 3’te yer almaktadır).
04 Mayıs : Yeni Sabah gazetesi 10 gün süreyle kapatıldı. Demokrat İzmir gazetesinden 16 kişi mahkum oldu.
05 Mayıs : Demokrat Partililer hükümete destek için Ankara Kızılay’da bir gösteri düzenlemeye karar verdiler. İktidara karsı gençler de aynı gün, aynı saat, aynı yerde gösteri yaptılar. (Gençlerin bu eylemi yapabilmek için “fısıltı gazetesi” denilen yöntemle haberleşmede kullandıkları 555 K, yani “besinci ayın besinde, saat beste, Kızılay’da” parolası siyasî tarihe geçmiştir.) Dolayısıyla DP’nin gösteri planı geri tepmiş oldu ve Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes alanda protestolarla karşılandı.
06 Mayıs : 555K gösterilerinin fotograflarını ve haberini yayımladığı gerekçesiyle Zafer gazetesi 1 hafta kapatıldı.
06 Mayıs : Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel görevinden izinli olarak ayrıldı.
09 Mayıs : Hür Adam gazetesi 10 hafta kapatıldı
16 Mayıs : Milli Eğitim Bakanlığı 19 Mayıs gösterilerini yasakladığını açıkladı.
18 Mayıs : Aksam gazetesi 20 gün süreyle kapatıldı.
21 Mayıs : Harp Okulu öğrencileri Ankara’da, hükümet aleyhinde sessiz bir yürüyüş yaptılar. Önlem olarak Harp Okulu öğrencileri tatile gönderildiler.
22 Mayıs : Haberleşmeye sansür koyan Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı, beş kişinin bir araya gelerek dolaşmasını yasakladı.
25 Mayıs : Meclis, 20 Haziran 1960 tarihine kadar tatil edildi. Bugünkü birleşimdeki konuşmaların yayınlanması yasaklandı.
27 Mayıs : 27 MAYIS ihtilali.. Türk Silahlı Kuvvetleri idareyi ele aldı. Meclis feshedildi. Yeni anayasa ve demokratik müesseselerin kurulması hazırlığına başlanıldı.
28 Mayıs : Cumhurbaşkanı Celal Bayar istifa etti. 3 asker, 14 sivilden oluşan bir hükümet kurulduğu duyuruldu.
29 Mayıs : DP İçişleri Bakanı Dr. Namık Gedik, tutuklu bulunduğu Harp Okulu’nda pencereden atlayarak intihar etti. Gözaltına alınmış olan 150 kişi Yassıada’ya getirildi.
Hazırlayan : Berker Ertuna
Notlar:
++++++++++++++++++++++++++++++
EK – 1:
HALKEVLERİ :
Kapatılana dek geçen yirmi yıl içinde, 478 Halkevi ve 4.322 Halkodası açılmış; bu örgütlerle, Anadolu’nun en uzak yörelerine ve en küçük birimlerine ulaşılarak, büyük bir aydınlanma atılımı gerçekleştirilmişti. Halkevleri, daha Atatürk’ün ölümüne dek geçen ilk sekiz yıl içinde dahi 23.750 konferans, 12.350 temsil, 9.050 konser, 7.850 film gösterisi ve 970 sergi gerçekleştirmişti. Aynı dönem içinde 2.557.853 yurttaş Halkevleri kütüphanelerinden yararlanmış, 48 bin yurttaş çeşitli kurslara katılmış, 50 dergi yayımlanmıştı.
Kapatılana dek geçen yirmi yıl içinde, 478 Halkevi ve 4.322 Halkodası açılmış; bu örgütlerle, Anadolu’nun en uzak yörelerine ve en küçük birimlerine ulaşılarak, büyük bir aydınlanma atılımı gerçekleştirilmişti. Halkevleri, daha Atatürk’ün ölümüne dek geçen ilk sekiz yıl içinde dahi 23.750 konferans, 12.350 temsil, 9.050 konser, 7.850 film gösterisi ve 970 sergi gerçekleştirmişti. Aynı dönem içinde 2.557.853 yurttaş Halkevleri kütüphanelerinden yararlanmış, 48 bin yurttaş çeşitli kurslara katılmış, 50 dergi yayımlanmıştı.
EK – 2:
KÖY ENSTİTÜLERİ :
Atatürk’ün başlattığı Anadolu aydınlanması, etkili olduğu kısa süre içinde, ulusal bilinçle donanmış aydın yetiştirmede yeterli olmasa da önemli kazanımlar elde etmişti. 1945 yılına gelindiğinde yalnızca 4 yıllık köy enstitüleri döneminde; 1726 ilkokul açılmış; 2757 öğretmen, 604 eğitmen, 163 gezici başöğretmen, 265 gezici sağlık memuru yetişmişti. Köy enstitüleri,
kendi olanaklarıyla; 37 kamyon almış, 6 enstitüde elektrik üretmiş, köylerde 741 işlik, 993 öğretmen evi, 406 bölge okulu, 100 km yol ve 700 ayrı türde bina yapmıştı. Köy enstitüsünü bitiren öğretmenler, Atatürk’ün amaçladığı gibi, görevle gittikleri köylere aydınlığı ve uygarlığı götüren ulusçu aydınlar haline gelmişlerdi.
Köy Enstitülerini kapatma sürecini ilk başlatan CHP olmuştur. DP tarafından daha hızlı bir biçimde içleri boşaltılmış ve nihayet kapılarına kilit vurulmuştur.
Kapatıldıklarında, o güne kadar yetiştirmiş oldukları insan sayısı, 16 bin 400 öğretmen,
7 bin 300 sağlık memuru, 8 bin 756 eğitmendi.
Atatürk’ün başlattığı Anadolu aydınlanması, etkili olduğu kısa süre içinde, ulusal bilinçle donanmış aydın yetiştirmede yeterli olmasa da önemli kazanımlar elde etmişti. 1945 yılına gelindiğinde yalnızca 4 yıllık köy enstitüleri döneminde; 1726 ilkokul açılmış; 2757 öğretmen, 604 eğitmen, 163 gezici başöğretmen, 265 gezici sağlık memuru yetişmişti. Köy enstitüleri,
kendi olanaklarıyla; 37 kamyon almış, 6 enstitüde elektrik üretmiş, köylerde 741 işlik, 993 öğretmen evi, 406 bölge okulu, 100 km yol ve 700 ayrı türde bina yapmıştı. Köy enstitüsünü bitiren öğretmenler, Atatürk’ün amaçladığı gibi, görevle gittikleri köylere aydınlığı ve uygarlığı götüren ulusçu aydınlar haline gelmişlerdi.
Köy Enstitülerini kapatma sürecini ilk başlatan CHP olmuştur. DP tarafından daha hızlı bir biçimde içleri boşaltılmış ve nihayet kapılarına kilit vurulmuştur.
Kapatıldıklarında, o güne kadar yetiştirmiş oldukları insan sayısı, 16 bin 400 öğretmen,
7 bin 300 sağlık memuru, 8 bin 756 eğitmendi.
EK – 3:
KARA KUVVETİ KOMUTANI ORGENERAL CEMAL GÜRSEL’İN DP HÜKÜMETİNİ UYARMAK ÜZERE MİLLİ MÜDAFA VEKİLİNE YAZDIĞI MEKTUP
“Aziz Vekilim,
Dün geceki konuşmalarımızın ışığı altında, zatı alinizi memleketin huzur ve istikrarı için alınması lazım gelen tedbir ve kararlar hakkındaki görüşlerimi arz etmeyi milli ve vatani bir vazife bilirim.
Sayın Başbakanın açıklamalarını dinledim ve okudum. Bunlarda, benim düşüncelerimin kabulüne müsait bir zemin henüz mevcut olmadığı aşikar olarak belli ise de, yine de düşüncelerimin sizlere iblağının zaruretine inanıyorum.
Muhterem Vekilim,
Şu hakikati kabul etmek lazımdır ki, Kayseri hadiseleriyle başlayıp son karar ve feci olaylara kadar devam eden vak’alar vatandaş ruhunda derin teessür ve Hükümete karşı telafisi güç hoşnutsuzluklar yaratmıştır. Hele, Ordunun, talebelere karşı akılsızca kullanılması işin vahametini artırmış, Ordu mensuplarında huzursuzluk ve güvensizlik hisleri belirmiş, korkulan şey olmuş, Ordu politikaya karıştırılmıştır.
Sayın Vekilim,
Bu ahval küçümsenecek, cebir ve şiddetle geçiştirilecek şeylerden değildir. Memleket, Hükümet ve Partinizin düştüğü bu müşkül vaziyeti kurtarmak için sükunetli, fakat ciddi ve cezri tedbirler almak lazımdır. Bu tedbirler şunlar olmalıdır:
1-Cumhurbaşkanı istifa etmelidir. Çünkü bütün fenalıkların bu zattan geldiği hakkında memlekette umumi bir kanaat vardır.
2-Kabinede iyi kabul edilmeyen ve suihalleri bütün memlekette yayılmış bulunan zevat çıkartılmalı, yeni Kabine mutlak dürüst, makul, zorcu değil, adalet ve şefkat hissi taşıyan zevattan kurulmalıdır.
3-Istanbul, Ankara Valileri, Emniyet Müdürleri süratle değiştirilmelidir.
4-Ankara Örfi İdare Kumandanı derhal değiştirilmelidir.
5-Son çıkarılan ve tahkikat komisyonları ihdas eden kanun kaldırılmalıdır.
6-Mevkuf gazeteciler af kanunu ile kısa zamanda tahliye edilmelidir.
7-Son hadiselerde tevkif edilen talebeler serbest bırakılmalı, ilim müesseseleri yeniden faaliyete geçmelidir.
8-Şimdiye kadar çıkarılan bütün antidemokratik kanunlar tedricen kaldırılmalıdır.
9-Vatandasın hürriyet ve eşit muamele hakkına mutlak surette riayet edilmelidir.
10-Ordunun meseleleri süratle halledilmelidir.
11-Din istismarcılığından vazgeçilmelidir.
12-Suiistimaller oluyor mu, bilmiyorum, fakat olduğu hakkında umumi bir kanaat mevcuttur ve milletin hükümete itimatsızlığına sebep olmaktadır. Bu gibi kötülüklerin süratle bertaraf edilmesi lazımdır.
13-Müstesna zamanlar ve günler haricinde Hükümet büyüklerinin memleket gezilerinde suni büyük vatandaş toplulukları ile karşılanmaları usulü terk edilmelidir.
Muhterem Vekilim,
Bu yazdıklarım asla bir parti ve politika mülahaza ve tesiriyle yazılmamıştır. Memleketin durumunun bu tedbirlerin alınmasını zaruri kıldığına inandığım için arz edilmiştir.
Sizlerin vatanperverlik ve vicdanlarınıza hitap ediyorum. İyi düşününüz. İyi yapınız. Memlekette çok şeyler yaptığınız muhakkaktır. Fakat, bu asla kafi değildir. Bu yapılan işleri müstemleke idarecileri de yapar, yapıyor ve yapmıştır. Asıl mühim olan toplumun ruhunda yaşama zevk ve azminin geliştirilmesi hak ve hürriyet aşkının kökleştirilmesi ve vatandaş idrakinin yüksek ve necip hislerle donatılmasıdır. Olaylar bu yolda olmadığınızı göstermektedir. Talebelerin hürriyet duygusu ile yaptıkları masumane tezahürata karşı, kıtalar sevk edilmesi ve onların desteği ile emniyet kuvvetlerinin ilim yuvalarının içine kadar girerek talebeleri, profesörleri ile beraber coplarla ve kurşunlarla tedip etmesi, dünyada
görülmemiş feci bir şeydir. Bu hengamede kız talebelerin yürekler parçalayan çığlıklarının analar, babalar ve halk ruhunda onulmaz yaralar açacağını ve açtığını anlamamak memleketin huzuru bakımından büyük bir hata ve hazin bir gaflet olduğuna kaniim.
Bizim gençlerimizde hak, adalet ve hürriyet duygularının gelişmesinden ve kemalinden memnun olmamız lazım gelmez mi?
İstikbali, hissiz, duygusuz, müstemleke ruhlu, yalnız maddeci bedbaht insanlara mı bırakmak istiyoruz?
Sayın Vekilim,
Maruzatım muhakkak ki çok mühim ve hatta çok cüretkâranedir. Fakat memleket için, Milletin selameti için, Hükümet ve hatta Partinizin kurtarılması için dikkate alınması lazımdır ve hatta çok lazımdır.
Saygılarımla.”
Ek: 4
Osman Bölükbaşı, 1957 yılında dokunulmazlığı kaldırıldığı için, Ankara Adliyesi’ne çağrıldı. Mahkeme kapısında beklerken, bir polisin tavrına sinirlenip, ansızın Adliye’den ayrıldı.
Bölükbaşı, siyasi polis tarafından evinde bulunup, tekrar mahkemeye getirildi. CMP Lideri, hâkim huzuruna çıkarıldıktan sonra, tutuklandı.
Bölükbaşı, siyasi polis tarafından evinde bulunup, tekrar mahkemeye getirildi. CMP Lideri, hâkim huzuruna çıkarıldıktan sonra, tutuklandı.
Demir kapı gürültüyle açıldı. Herkesin gözü kapıya dikilmişti. “Gâliba geldi.” dedi mahkumlardan biri.
Koğuşun kapısı aralandı. Upuzun boylu bir adam göründü. Yanında gardiyanlar vardı. Başını, kapının pervazına vurmamak için bir hayli eğildi ve içeriye girdi.
Mahkumlardan biri, yeni gelen bu uzun boylu kişiye, “Çabuk geldiniz” dedi.
“Ankara Hilton”un siyasi konuğu
Evet, çabuk gelmişti. Osman Bölükbaşı, cezaevinde, gazetecilerin “Hilton” dedikleri koğuşa yerleşti. Önce birkaç günlüğüne, sonra birkaç aylığına burada konuk olacaktı.
Evet, çabuk gelmişti. Osman Bölükbaşı, cezaevinde, gazetecilerin “Hilton” dedikleri koğuşa yerleşti. Önce birkaç günlüğüne, sonra birkaç aylığına burada konuk olacaktı.
2 Temmuz 1957 gecesiydi.
Bölükbaşı, yorgun ve şaşkındı. Koğuştakiler, rahat etmesi için ellerinden geleni yaptılar. Ranzaya uzanan Bölükbaşı, tavanda yanan çıplak ampule bakarken, buraya nasıl geldiğini düşünüyordu.
Ankara Adliyesi’nin koridorundaki tahta sandalyede otururken, bir polis memuru gelip, avukatlar dahil herkesin oradan uzaklaşması için Savcı’nın emir verdiğini söylemiş, bunun üzerine Bölükbaşı patlamıştı:
“Savcı, böyle bir emri veremez. Sanık, avukatıyla her dakika temas edebilir. Ben hâlâ milletvekiliyim. Hakkımda tutuklama kararı da yok. Bana elinizi süremezsiniz, ben gidiyorum.”
Bölükbaşı, bu sözlerden sonra, polislerin şaşkın bakışları arasında koridordan merdivenlere, oradan da Adliye’nin dış kapısına kadar ulaştı. Kapıda kendisini bekleyen partililer, “Hürriyet kahramanı, çok yaşa!” diye bağırıyorlardı.
Bölükbaşı, bir arabaya atladığı gibi Necatibey Caddesi’ndeki evine gelmişti. Evin önü de, Adliye gibi kalabalıktı. Partililer alkışlıyor, sevgi gösterilerinde bulunuyorlardı.
Ev, ziyaretçi akınına uğramıştı. Fethi Çelikbaş, Feridun Ergin, Enver Güreli ve Behçet Kayaalp’ten oluşan Hürriyet Partisi heyeti “geçmiş olsun”a gelmişti. Bölükbaşı, “Hürriyet’in Partisi gelir ama, kendisi gelmez.” diyerek, yaşlı gözlerle çocuklarına sarılıyordu.
Bölükbaşı, Ankara Polisi’ni peşine taktı
Biraz sonra, Ankara Emniyeti’nin Birinci Şube Müdürü Niyazi Bicioğlu, evin kapısında göründü.
Biraz sonra, Ankara Emniyeti’nin Birinci Şube Müdürü Niyazi Bicioğlu, evin kapısında göründü.
Ardından halk, polis tarafından copla dağıtılmaya çalışıldı. Bölükbaşı, polis gözetimi altında, ekip arabasına bindirilip Adliye’ye götürülerek, tutuklama kararı eline tutuşturuldu.
Kırmızı renkli cezaevi arabası, Adliye’nin arka kapısında O’nu bekliyordu.
CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, tutuklanışının ilk ziyaret gününde Bölükbaşı’yı görmek için cezaevine geldi. Damadı gazeteci Metin Toker, mahkumiyetini, “Hilton”da geçirdiği için, Paşa birkaç aydan beri buranın müdavimi olmuştu. Bölükbaşı, mahkumlarla avukatların görüştüğü hücrede Paşa’yı bekliyordu.
İki lider, bir odada uzun uzun konuştular. Paşa, Bölükbaşı’na moral verdi.
İnönü’den Bölükbaşı’na hapishane ziyareti
Bölükbaşı, bu ziyarete ilişkin anısını, daha sonra şöyle anlatacaktı:
Bölükbaşı, bu ziyarete ilişkin anısını, daha sonra şöyle anlatacaktı:
“Ertesi sabah, ‘Bir misafiriniz geldi.’ dediler. ‘Kimmiş misafirim?’ dedim. Az sonra avukatların odasında, İsmet Paşa ile karşılaştık. Tabii arada tel var. İlk sözü şu oldu: ‘Kahraman kardeşim, yüzünü tellere daya, tellerini öpeyim!’ Yüzümü tellere dayadım ve öptü. O ânı hiç unutamam.”
Bölükbaşı’nın avukatı Fuat Arna, bu arada boş durmuyor, müvekkilini tahliye için girişimlerde bulunuyordu. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’ne yaptığı itiraz da reddedilmişti. Yasaya göre, en yakın ağır ceza mahkemesine, bir kez daha itirazda bulunabilirdi.
En yakın ağır ceza mahkemesi ise Keskin ilçesindeydi.
Arna’nın itirazı üzerine, Sırrı Kalayoğlu’nun başkanlığında toplanan Keskin Ağır Ceza Mahkemesi, dosyayı inceledi, tanıkları dinledi ve Bölükbaşı’nın tahliyesine karar verdi. Karar, telgrafla Ankara’ya ulaştırıldı.
Bölükbaşı, birkaç gün sonra tekrar evindeydi.
Eşini ve çocuklarını yanına alarak, bu kez İstanbul’daki gerçek Hilton’da dinlenmeye gitti.
Ankara’da ise, tutuklama kararı yeniden onaylandı. İstanbul’a haber salındı. İstanbul Hilton’dan alınan Bölükbaşı, bir trene bindirilerek Ankara’ya yollandı. Tekrar “Ankara Hilton”a gelmiş, özgürlüğü ise, yaklaşık 24 saat sürmüştü.
Bölükbaşı gibi kabına sığmayan bir politikacının cezaevi günlerinin çok zor geçeceği belliydi.
Gazeteleri her gün aldırıyor, son satırına kadar okuyordu. Bir yıl önceye alınan ve 27 Ekim 1957’de, yani 3 ay sonra yapılacak olan genel seçimlere, muhalefet partilerinin işbirliği içerisinde girmek için yaptıkları çalışmaları gazetelerden izliyordu.
Dört duvar arasına sıkışmışlığın getirdiği çaresizlik, aile özlemi, eşinin beklediği bebek… İşte bu manzara karşısında, Bölükbaşı’nın sinirleri iyice bozulmuştu.
Diktafoncu Hasan Efendi, yine işbaşında
Bölükbaşı, her gün yemeğini getiren sâdık ve vefalı partidaşı, “Diktafoncu Hasan Efendi” aracılığıyla, eşine, küçük not kağıtları ile sorular soruyor, o da yazılı cevap veriyordu.
Bölükbaşı, her gün yemeğini getiren sâdık ve vefalı partidaşı, “Diktafoncu Hasan Efendi” aracılığıyla, eşine, küçük not kağıtları ile sorular soruyor, o da yazılı cevap veriyordu.
Mediha Hanım, bebek bekliyordu. 1957 yılının Eylül ayı başlarında bir kız çocuğu dünyaya getirdi. Adını önceden kararlaştırmışlardı: “Gönül Hürriyet”
Haber cezaevine ulaştığında, Bölükbaşı çok sevindi. Koğuştaki arkadaşlarına çay ısmarladı. Ve arkasından konuştu:
“Hürriyet dünyaya geldi; inşallah Türkiye’ye de gelir.”
Bölükbaşı, “Ankara Hilton”da zor günler geçiredursun; genel seçimler gelip çatmıştı. DP, Seçim Yasası’nda yaptığı bir değişiklikle, muhalefet partilerinin seçimlerde işbirliği ve ortak liste yapmalarını önledi.
27 Ekim 1957 günü yapılan seçimleri yine DP kazanmış, ancak oy oranı düşmüştü. DP’nin çıkardığı milletvekili sayısı 424, CHP’nin ise 178’di.
Seçimlere hapishanede giren Osman Bölükbaşı, yine milletvekili seçilmişti.
TBMM’deki yeni dönemin ilk gününde, milletvekilleri yemin ederken, Bölükbaşı da “Ankara Hilton”daki yatağına uzanmış, olan-biteni radyodan izliyordu.
Hapishane koğuşunda milletvekili yemini
Bİrden yataktan fırladı.
Bİrden yataktan fırladı.
Üzerinde pijamaları ile cezaevi koğuşunda, milletvekili “yemin”i etti.
Tekrar milletvekili seçilerek, dokunulmazlığı yenilenen Bölükbaşı’nın derhal serbest bırakılması gerekiyordu. Ama seçimi kazanan DP’nin önde gelenleri ise, pek öyle düşünmüyorlardı.
Bölükbaşı’nın avukatı ve dâva arkadaşı Ahmet Tahtakılıç, Kırşehir milletvekilleri Osman Canatan ve Hayri Çopuroğlu ile birlikte, o günlerde Başbakan Adnan Menderes’i ziyaret ederek, tekrar milletvekili seçilen Bölükbaşı’nın hapisten çıkarılması gerektiğini anlattılar.
Bu ziyaret duyulur duyulmaz, Bölükbaşı’nın rakipleri müthiş bir şekilde kazan kaynatmaya başladı. Cesur ve kabadayı Bölükbaşı, demek ki, Menderes’e yalvaracak hale gelmişti!
“Ankara Hilton”dan zor kurtuldu
Oysa Tahtakılıç’ın Menderes’i ziyaretinden, Bölükbaşı’nın haberi bile olmamıştı.
Oysa Tahtakılıç’ın Menderes’i ziyaretinden, Bölükbaşı’nın haberi bile olmamıştı.
Bölükbaşı, avukatları Fuat Arna, Niyazi Ağırnaslı ve Ahmet Tahtakılıç’ın yoğun çabaları sonunda nihayet tahliye edildi.
Hapishanenin kapısında omuzlara alındı, sevgi gösterileri ve çiçeklerle sarılmış halde evine getirildi.
Eşini ve çocuklarını hasretle kucakladı.
“Ankara Hilton”daki zoraki konukluğu, artık sona ermişti.
Yeniden partisinin başındaydı ve mücadelesine, bıraktığı yerden devam edecekti.
Ankara Cezaevİ “Hilton” Koğuşu
DP, iktidarının ilk yıllarında basınla iyi ilişkiler içindeydi. Bir süre sonra hükümetin politikaları eleştirilmeye başlanınca, iktidarın basına karşı tutumu da değişti. Basın eleştiri dozunu arttırdıkça, iktidar sertlik dereceseni yükseltiyordu. Öyle ki; “İspat hakkı tanınsın mı, tanınmasın mı?” tartışmaları 1950’li yılların ortalarında DP içinde de gürültülere neden olmuş, azınlıkta kalanlar partiden ayrılıp, Hürriyet Partisi’ni kurmuşlardı.
DP, iktidarının ilk yıllarında basınla iyi ilişkiler içindeydi. Bir süre sonra hükümetin politikaları eleştirilmeye başlanınca, iktidarın basına karşı tutumu da değişti. Basın eleştiri dozunu arttırdıkça, iktidar sertlik dereceseni yükseltiyordu. Öyle ki; “İspat hakkı tanınsın mı, tanınmasın mı?” tartışmaları 1950’li yılların ortalarında DP içinde de gürültülere neden olmuş, azınlıkta kalanlar partiden ayrılıp, Hürriyet Partisi’ni kurmuşlardı.
1950-1960 yılları arasında Toplu Basın Mahkemeleri kararları ile gazeteciler, karikatüristler cezaevlerinde konuk oluyorlardı. Yazıları ve çizgilerinden avlananlar, Ankara, İstanbul ve İzmir cezaevlerine konuluyordu. Bunların en ünlüsü, Ankara Merkez Cezaevi’ydi. Buraya düşen basın mensupları yattıkları koğuşa bir de ad takmışlardı. “Ankara Hilton”… Havalandırmaya çıkarıldıklarında volta attıkları yerin adı da “Menderes Bulvarı”ydı.
Dönemin ünlü yazar ve çizerlerinden Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Emin Yalman, Ratip Tahir Burak, Bedii Faik ve Naim Tiralı İstanbul’daki cezaevinde yatarken, Ankaralı gazetecilerin çoğu da “Hilton Koğuşu”nda çile çekiyordu…
Osman Bölükbaşı’ndan Veciz Sözler
Demokrasinin manevi temeli olan ahlâk ve fazilet bir tarafa bırakılırsa, o zaman demokrasi, yolu sandıktan geçen bir dolandırıcılığın adı olur.
Demokrasinin manevi temeli olan ahlâk ve fazilet bir tarafa bırakılırsa, o zaman demokrasi, yolu sandıktan geçen bir dolandırıcılığın adı olur.
“Ben şahıma bağlıyım” diyenler, ne şahı, ne de kendilerini kurtarabilir.
Çok zulüm gördüm, ama zelil (küçülme) olmadım.
Bölükbaşı’ndan, sözünde durmayan milletvekillerine: “Onların bâkiresi, genelevden emekli.”
Hulusi TURGUT 22 Ocak 2002 – Salı Sabah Gazetesi
BAK BAKAYIM TANIDIK GELDİ Mİ?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)