Eğer siz de isterseniz evde, işte yada yolda facebooka girdiğiniz, dizi izlediğiniz oyun oynadığınız internete bağlı telefon ya da bilgisayarınızla aşağıdaki gibi araştırmalar yapabilir sevdiklerinizi bilgilendirebilirsiniz.
Şimdi Haberler
1*bülent ecevit ve deniz baykal'ın rockefeller bursu ile amerika'da çalışması...
rockefeller demişken, rockefeller 1928 yılında vehbi koç'la işbirliği yaparak standart oil petrol şirketinin yerel temsilciliğine getirilmiştir.
2*bülent ecevit harvard üniversitesi'nde henry kissinger'ın yanında 8 ay inceleme yaptı. ilginçtir daha sonra henry kissinger abd'de dışişleri bakanlığı yaptı. o esnada ise ecevit türkiye'de başbakanlık yapıyordu. ve tarihler 1974'ü gösterdiğinde ecevit başbakan olarak kıbrıs'a müdahale planını devreye soktu. kissinger ile defalarca görüşme yaptı.
3*süleyman demirel henüz üniversite'den yeni mezun olmuşken 1950 senesinde abd'ye gidip araştırmalarda bulundu. döndü, 1953'te seyhan barajı proje müdürü oldu. bu dönemde adnan menderes'in dikkatini çekerek çok erken yaşta dsi barajlar dairesi başkanlığına getirildi. 1955'te dsi genel müdürü oldu. akabinde eisenhower bursu ile tekrar amerika'ya gitti. döndü, bir kaç sene sonra dünyaca ünlü morrison şirketinin yerel temsilcisi seçildi ardından siyasete atıldı, 1964'te celal bayar'ın da büyük gayreti ile genel başkan seçildi. yılların süleyman demirel'i işte böyle paraşütle en tepeye iniş yaptı.
4*mehmet şimşek'in aynı zamanda ingiliz vatandaşı olması... 2007 senesinde akp'ye karşı girişilen sosyal-ekonomik-askeri baskıdan sonra yaşanan seçimleri akp %47 oy oranı ile kazandı. bu seçimlerden önce hükümet heyeti ingiltere ziyaretinde bulunmuştu. ziyaret esnasında exeter üni. mezunu mehmet şimşek her nasıl olduysa hükümetin dikkatini çekti. ardından seçimde milletvekili olarak gösterildi. milletvekili seçildi. ve hemen ekonomiden sorumlu devlet bakanı yapıldı. sanki birileri mehmet'i bakan yapın dercesine...
*exeter üniversitesi demişken, eski c.başkanı abdullah gül de o okulda okudu. ardından islam kalkınma bankasında görevlendirildi.
5*exeter'li diğer türkler: fehmi koru (gazeteci) durmuş yılmaz (eski merkez bankası başkanı) şükrü karatepe (refahlı belediye başkaı) ekmeleddin ihsanoğlu (çatı adayı)
6*ali babacan'ın fulbright bursu ile okumuş olması.
7*turgut özal'ın demirel tarafından bürokratlığa getirilmesi... çok ilginçtir, basit ve sade bir hayatı olan özal semra hanım'la evlenmesinin ardından amerika'ya texas tech üni'ye gidip araştırmalarda bulundu (yazar notu: abd'ye gidip araştırmalarda bulunanlar nedense ilerde hep başbakan oluyor) dönüşte birden elektrik işleri etüd idaresi müdürü olan özal ardından demirel'in danışmanlığına peşinden de dpt müsteşarı yapıldı ve akabinde dünya bankası sanayi danışmanı olması için abd'ye davet edildi. demirel'in yanı sıra erbakanla da çalışan özal milletvekili adayı gösterildi. seçilemedi. tekrar dpt müsteşar vekili yapıldı. ardından batı ülkeleri türkiye'den bazı "ekonomik hamleler yapmasını istedi" demirel önce direndi sonra kabul etti, bu hamleleri yapması için de turgut özal'ı başbakanlık müsteşarı yaptı. böylece özal çok önemli 24 ocak kararlarının mimarı oldu. ardından darbe oldu. 22 ay boyunca bülent ulusu idaresindeki darbe hükümetiyle çalıştı. sonra demokratik seçimlere giren 3 partiden biri oldu. diğeri ise mdp'nin başkanı turgut sunalp'ti.
8*turgut sunalp demişken... turgut özal 1983 seçimleri için kenan evren'in izin verdiği üç liderden biridir. diğerleri turgut sunalp ve necdet calp'tır. turgut sunalp 1948'de abd'ye gönderilen 16 subaydan biridir. bu subaylar abd'ye nato kapsamında eğitim almaları için gönderildi. her biri geri gelince çok önemli vazifeler üstlendi. örneğin 16 subaydan 14'ü 1960 darbesinde etkin rol aldı. 60 darbesinde rol almayan iki isim ise danışkarabelen ve turgut sunalp'ti.
9*danış karabelen demişken... o da 1953'te sona eren kore savaşına katılan türk komutanlar arasındaydı. nasıl olduysa danış karabelen savaştan sonra cia tarafından üstün hizmet belgesi aldı. savaşı amerikan genel kurmayı yaptı ama belgeyi ne hikmetse cia verdi. ardından türkiye nato'ya girdi, karabelen orgeneralliğe yüksedi ve daha sonra "kontrgerilla, türk gladyosu ve ergenekon" olarak bilinen "özel harp dairesi" isimli yapılanmayı bizzat kurdu.
10* 16 subaydan 14'ü 1960 darbesine katılmadı demiştik, 14'ü katıldı. evet. onlardan biri de tanıdık bir sima: alparslan türkeş. türkeş darbe bildirisini 27 mayıs cuma günü sabah 5:25 sularında okuyan kişidir. cümlelerini tamamlarken "nato ve cento'ya bağlıyız" diyordu türkeş.
11* nato ve centoya bağlıyız cümlesi türkiye'de yaşanan darbelerin tümünde kullanılmış bir cümledir. 1980 darbesi'nin de sonunu süslemiştir. netekim 12 eylül'de yapılan darbeden sadece iki hafta sonra nato genelkurmay başkanı türkiye'ye geldi ve kenan evren'le görüştü, akabinde rogers planı devreye girdi. rogers nato genelkurmay başkanıydı ve kenan evren'i "yunanistan'ın nato'nun askeri kanadına geri dönmesine onay vermesi için" ikna etmişti. 1974'te yaşanan kıbrıs müdahalesi ile yunanistan natodan ayrılmış 1977 ise geri dönemk için başvurmuştu. fakat geri dönebilmesi için tüm üyelerin onayına ihtiyacı vardı. türkiye ise onay vermediği için yunanistan geri dönemiyordu. bu türkiye'nin en büyük kozlarından biriydi. fakat kenan evren darbeden sadece 1 buçuk ay sonra yunanistan'ın nato'ya dönmesinek koşulsuz izin vermiştir.
12* nato'ya geri dönmek demişken. aslında yunanistan ile nato'dan ayrılan bir ülke daha vardı. o da fransa. fransa da nato'nun akseri kanadına geri dönmek istedi. onu da akp kabul etti. halbuki fransa 2001 senesinde saddam türkiye'yi tehdit ettiğinde türkiye'nin sınırına döşenmesi gündemde olan patriot'lara müsaade etmemiştir.
13* saddam demişken, saddam'ın humeyni'yi öldürmesi için kurulan 15 kişilik amerikan özel suikast grubunun bir üyesi olduğunu biliyor muydunuz?
14* akp demişken... akp'nin 17 aralık sürecinde sıkça adını duyduğumuz değerli dostu yasin el kadı var biliyosunuz. bu kişi aslında te 2001 senesinde abd tarafından usame bin ladin'in adamı olduğu için terörist ilan edilmiştir. daha sonra tüm mal varlığı dondurulmuştur.
15* üsame bin ladin demişken... üsame bin ladin, rusların afganistan'ı işgale kalkışmasının ardından amerika'nın "rus işgalini önlemek için müslüman grupları silahlandırmak" politikası nedeniyle doğmuş bir güçtür.
16* brzezinski eski abd başkanlarından carter'ın danışmanı. ruslara karşı müslüman grupları silahlandırma politasının mucidi ve el kaide'nin mimarı. 2007'de obama'yı destekledi. 2012 yılında ise "abd yanlış yaptı, gerekli hazırlıklar yapmadan suriye'ye saldırmak hataydı" diye beyanat verdi. dikkatinizi çekerim, yıl 2012...haber sonra dış destekli ışid kuruldu ve palazlandı. şimdi ise ışid'e müdahale için suriye'ye müdahale gündemde. mevzuyu çakozladınız dimi?
17* brzezinski ile bu düşünceyi paylaşan bir diğer çok önemli dış politika uzmanı ise morton abramovitz. kendisi daha beyoğlu ilçe başkanı iken tayyip erdoğan'la abd'de görüşmüş bir kimse. bunu bizzat çok önemli bir iş adamından dinledim. bu iş adamının ismini söylemem fakat tayyip erdoğan'la beraber top oynamış olduğunu söyleyebilirim. abramovitz o sıralar abd ankara büyükelçisiydi. görüşmeyi ruşen çakır ayarladı. bu bahsettiğim türkiye görüşmesi. az yukarıda bahsettiğim ise "abd" görüşmesi. tayyip erdoğan bu görüşmeden sonra "abd'ye giderek temaslarda" bulunmuştur.
18* morton abramowitz ve graham fuller bu tarihten sonra sürekli refah'ı incelemeye almış. analizlerde bulunmuş ve siyasal islam=türkiye'nin geleceği tesbitine varmışlar. bakın yıl 1995, o dönem siyasal islam bırakın iktidar olmayı, parti kuramıyorlar, sürekli saldırı yiyorlar, partileri kapatılıyor, belediye başkanları içeri atılıyor, 28 şubat döneminde kıyıma uğruyorlar. ama graham fuller ve morton abramovitz siyasal islam=türkiye'nin geleceği diyor. neyse. bunu ben söylemiyorum, 1996 aydınlık da söylüyor: link
20* abd'ye gidip görüşmeler yapan erdoğan, ve exeter'li abdullah gül her nedense parti içinde farklı bir konuma geliyor: buyrun konuşma içinde dikkatinizi çekti mi bilmem, bir de fehmi koru lafı geçiyor. fehmi koru'nun da exeter'li olduğunu söylememe gerek yok sanırım. aynı zamanda koru, bilderberg toplantılarının da katılımcısı.
Şimdi reklamlar
21*
iran'daki en sık kullanılan isimlerden biri hatta birincisi reza yani rızadır. dünya kupasında iran milli takımının maçını izleyenler görmüştür zaten, sahada 5 tane rıza vardı. bu rıza isminin fazla olmasının nedeni rıza pehlevidir. rıza pehlevi 1925'te iran'ın başına geçen kişidir. o dönemde ruslar'ın iran üzerinde kapitalist faaliyetleri bulunuyordu. bu nedenle rıza pehlevi rus baskısını azaltmak ve iktidarını sağlamlaştırmak, hakimiyetini sağlamak yani koltuğunu korumak için ingilizlerin kucağına düşmek zorunda kaldı (1). iran bu nedenle ingilizlerle çok içli dışlı bir ülke oldu. ardından rıza han 1925'te kendisini şah ilan edip krallığa geçince otoriterleşti. zamanla kendisine muhalif olanlar arttı. ve sonunda musaddık isimli bir devlet görevlisi kendisine isyan bayrağı çekti. neticesinde başbankalığa kadar geldi. gelir gelmez de "iran petrollerini millileştirdi." ve böylece ingilizler artık iran petrolünden para kazanamamaya başladı. şimdi bir parantez açıyorum. "petrolü millileştirmek" bir liderin işleyebileceği en büyük suçtur. ve siz petrolü millileştirirseniz işte o zaman kapitalist düzen sizi baş düşman ilan eder. ve öyle de oldu, musaddık devrildi. roseevelt'in yeğeni, cia görevlisi kermit rosevelt birkaç milyon dolarlık bütçeyle iran'a giderek musaddık karşıtı örgütleme yaptı, ve musaddık kısa sürede devrildi. daha sonra abd "cia görevlisini gönderirsek ve yakalanırsa o zaman devlet suçlanır bu yüzden artık cia görevlisi göndermek yerine sivil toplum kuruluşları kuralım ve onların görevlileri gönderilsin, yarın bigün yakalanırlarsa da bizim başımız yanmaz" diyerek ondan sonra main gibi, imf gibi, otpor gibi kuruluşları ülke içinde finanse ederek hükümetleri düşürmeye başladı(2) neyse. musaddık gidince petrol yeniden ingilizleştirildi. rıza'nın oğlu rıza pehlevi ülkeyi 79'a kadar idare etti. işte tam da o sırada iran'da bir islam devrimi gerçekleşti. bursa'da sürgünde olan humeyni ırak'a oradan da fransa'ya sürgün edildi. ve arkasında büyük bir halk desteği olan humeyni geri döndü. rıza pehlevi ülkeyi terk etti. bikaç gün sonra ise iran'da batının kontrol edemediği bir devlet kuruldu: iran islam devleti.
batılı ülkeler iran tarzı şeriat düzeniyle yönetilen ülkelerin petrolüne kaynaklarına öyle kolay el atamıyordu. bu durumun diğer ülkelerde de yaşanmaması için önce ırak'ı yani saddam'ı iranla savaştırdılar. ama daha sonra saddam iranla savaşı sonlandırıp, ülkesinde güçlenince abd'nin himayesindeki kuveyt'e saldırdı. saddam kontrol edilemez hale geldi. mısırda da geçmişte nasır isimli lider batıya baş kaldırmıştı.
özetle batı islam ülkelerinde kukla hükümetler tesis ediyor, ülkenin kaynaklarını sömürüyordu. fakat sonra kukla, pinokyo misali kendisini "gerçek biri" sanmaya başlayınca kontrolden çıkıyor ve batının sömürüsü baltalanıyordu. bazen de ülkenin dinamikleri bu kukla yönetimlerden şikayet ederek musaddık gibi liderleri başa getiriyordu. işte batı "kukla liderler" tesis etmek yerine, bu ülkeler için bir model oluşturma ve diktatörleri değil sistemi kendisine bağlamanın daha iyi olacağını düşündü.
bu düşünceler, 1980'lerde rand corporation isimli kuruluşlar aracılığıyla raporlandı, bir çok cia görevlisi bu konularla alakalı olarak makaleler yazdı. ve nihayetinde siyasal islam denilen kavramla birlikte batı yanlısı, sömürge islam devleti oluşturabilmek için ortaya bir proje atıldı. bu projeyi aslında siz çok iyi biliyorsunuz, adı büyük ortadoğu projesi
22* 1950 seçimlerinde dp %52 oyla meclisin nerdeyse %80'ini eline geçirdi. akabinde türkiye'de bir bolluk yaşandı. fakat bu bolluğun nedeni yapılan marshall yardımlarıydı. dış politikada ise önemli şeyler oluyordu. beş sene önce 1945'te yalta'da dünyanın üç büyük lideri bir araya geldi. . ve yalta konferansı gerçekleşti. konferans bitince garip birşey oldu. stalin durup dururken ağrı kars ve artvin bölgesinde hak iddaa etmeye başladı. türkiye'de bir tür "komünist tehlikesi" yaşanmaya başlandı. menderes döneminde bu algı arttı. "bacımızı kamusallaştıracaklar" türünden laflar çıktı. ülkede "komünizm'den kurtulmak için" abd ile ittifak yapmalıyız türünden fikirler ortaya atıldı. bazılarının çok sevdiği said nursi bile "islam'ın düşmanı komünizmdir, abd de onlarla savaştığı için islamı koruyor, türkiye abd ile birlikte olmalı" türünden laflar etmeye başladı. dp mitinglerine katıldı. neticede türkiye 1952'de natoya girdi. bunun bedeli kore'de savaşan ve ölen türk askerinin kanıydı. türkiye menderes dönemi ile amerikadan ithal traktörlerle tarım cennetine döndü, bu üretim malları kore'de savaşan ülkelere satıldı. türkiye deyim yerindeyse tahıl ambarıydı. ve ekonomi iyiydi. fakat savaş bitince, enflasyon arttı. dış borç bulmak için menderes ülke ülke dolaştı. 1952'de özel harp dairesi kuruldu. önceki yazıda bahsetmiştim, daniş karabelen önderliğinde kurulan bu teşkilat sayısız problem ve olaya neden oldu. türkiye'de yollar ve binalar yaptı. "nato yolu" denilen yollar bu dönem yapıldı. nedeni ise basitti. sovyet saldırısına karşı teçhizatların taşınabilmesi için geniş ve sağlam yollar gerekiyordu. türkiye taviz verecek ve karşılığında yarımla, sovyet tehlikesinden korunacaktı. çok ilginçtir nato belgeleri yıllar sonra ortalara saçıldığında bir belgede olası komünist savaşında natonun planlarının neler olacağı yer alıyordu. bu plana göre nato savunma hattını sofya-belgrad arasına kuracaktı. bu şu demekti, olası bir işgalde nato orduları ne karsı, ağrıyı ne de anadoluyu, istanbulu koruyacaktı. bırakın türkiye, yunanistan bile terk edilerek savunma hattı sofya-belgrad'a çekilecekti. natonun korunacak bölgeler listesinde türkiye yer almıyordu. aptal yerine konuştuk. geçelim. 1950-55 yılları arasında abd'nin de yardımlarıyla türkiye bahar havasında yaşandı. fakat sonra ekonomik sıkıntılar nedeniyle her geçen gün daha da batağa saplantı. ve amerikan yardımları alabilmek için abd ile bir takım gizli ikili anlaşmalar imzalandı. her anlaşma ile biz de iran gibi kucağa düştük. ve en sonunda menderes abd'den beklentilerini karşılayamayınca sovyetler birliği ile iş birliği için görüşmeye başladı. ve haziranda yapılması kararlaştırılan görüşmelerden bir ay önce, mayısta darbe gerçekleşti. menderes'in amerika, eski müttefiki için kılını kıpırdatmadı.
23* rosevelt'in darbesi bir abd planıydı ve musaddık'ın ingilizlere koklatmadığı petrolun intikamını cia almıştı. ama bu operasyon sonrasında abd bir ders çıkardı. dış operasyonlar kesinlikle devlet tarafından yapılmamalıydı. riskliydi. bu yüzden bir takım ngo'lar. yani hükümet dışı örgütler kuruldu. bunların en başında imf gelir. sonra main, otpor ve george soros gibi yatırımcıların kurduğu vakıflar kuruldu. bu vakıfların çalışma prensibi basitti, önce ülkelerle iyi ilişkiler ve iş adamları ile başarılı ticaret anlaşmaları kurulur ardından ülke içinde vakıflar açılır. bu kurumlara sağlam paralar finanse edilir ve bu paralarla medya, devlet kurumları, istihbarat şubelerinde adamlar satın alınır. ardından bazı sosyal olaylar hedef alınarak çeşitli prostestolar başlatılır. bu protestolarda görevlendirilen provokatörler olayların büyümesini sağlar, basın devreye girerek hükümet yıpratılır, önemli yazarlar ve iş adamları baskıyı artırır ve devlet kademelerindeki muhbirler bir takım belgeler yayınlayarak hükümeti iş yapamaz hale sokar. sonucunda hükümet kanlı olaylar ve medya baskısı ile düşmek zorunda bırakılırdı. kermit 1953'te iranda, otpor yugoslavyada, açık toplum vakfı ise çekoslovakyada bunu güzelce başardı. bu tip kurumlar kendi internet sitelerinde ülkede harcanan parayı bir gurur abidesi gibi yazarlar ve biz insalığa bu yıl şukadar para harcadık diye övünürlerdi. 2011 senesine kadar finanse edilen paralar her yıl yayınlanırdı. daha sonra arap baharı ile bu uygulamayı bir çok vakıf kaldırdı. hiç unutmuyorum, 2000 yıllarında tunus'a yıllık 10,000 $ yardım yapan bir sivil toplum örgütü, 2005'ten itibaren miktarı 400,000 dolara kadar çıkarmıştı. sadece tunus değil, birçok ülkede olayların çıkması için binlerce dolar o ülkelere akıtılmıştı. türkiye'de 2011 yılında bir sivil toplum örgütü tam 2milyon dolara yakın para akışı sağladı. basında soros ile ciddi şekilde ilişkisi olduğu iddia edilen bir sivil toplum örgütünün ise mütevelli heyetinde bir partinin genel başkanı bulunur. ilginçtir, bu kişinin adını iyi tanıyoruz: kemal kılıçdaroğlu. şaşırmayın.
24* Danış karabelen önderliğinde kurulan özel harp dairesi' , tee 74'te erbakan chp ile ittifak yaptı. erbakan kimin hocası, biliyoruz dimi?) kıbrıs'a çıkarma yaptı. türkiye ve abd'nin arası açıldı. türkiye adanın tamamı için yola çıksa da yarıda bıraktı ve çekildi. fakat abd kızmıştı. ülkede bir takım krizler yaşanmaya başladı. çok açık bir şekilde demirel'in adalet partisi'nin mensupları ve bağlı bulundukları esnaf, tüccar, bakkal, perakendeci depoda malları bulunmasına rağmen "mal yok" diyerek stokçulğa başladı. bu şekilde hem daha çok kazandılar, hem de siyasi olarak chp'yi güzelce yıprattılar. fakat chp amerika'ya dik gitmeye devam etti. dünya haşhaş üretiminde söz sahibi olan abd türkiye'de haşhaş üretilmesini istemiyordu. türkiye'de haşhaş ekimi yasaktı. ama ecevit 1974'te haşhaş ekimini serbest bıraktı. edirnede bulunan ve sovyet topraklarını gözetleyen amerikan üstlerini kapattı. imf ile ilişkileri kesti. bir suikast yaşadı ve kurtuldu. 1 mayıs 1977'de yaşanan olaylardan sonra özel harp dairesi'nin varlığından haberdar oldu. o sıralar başbakan değildi ve bunu cumhurbaşkanı korutürk ve demirel'e anlattı. daha sonra bu bilgiyi açıkça meydanlarda dile getirdi. "devlet içinde, fakat devletin bilgisi ve denetimi dışındaki bir örgüt var" dedi. bunun üzerine 1977 seçimlerinden önce izmir'de kurşunlandı. suikastçi çok yakından vurdu. ama sadece yaraladı. amacı öldürmemekti. bu bir uyarıydı. ecevit seçimlerde %42 oy aldı. başbakan oldu. konuyu bu kez genelkurmay başkanına açtı. o kişi kenan evren'di. sonuç alamadı. olayı yargıya intikal ettirdi. savcı doğan öz olayı araştırmaya başlamıştı. önce bir rapor hazırladı.
1978'de kurşunlanarak öldürüldü. katili ülkücüydü. millete zarar veren örgüt milleti seven savcıyı milliyetçiye vurdurmuştu. tirajikti. oyun büyüktü. önce ecevit, ardından savcı öz... ecevit kontrgerilla meselesini kazıdıkça olaylar arttı. maraş katliamı patlak verdi. hergün yüzlerce genç olaylara karıştı, yaralandı, öldü. peşinden yeniden stokçuluk baş gösterdi. türkiye'nin arası abd ile kötüydü, imf ile anlaşma yapılmıyordu, ecevit bunun üzerine 1975'te bilderberg toplantısına katılmış fakat borç verecek banka bulamamıştı. daha sonra ecevit'e toplantı çıkışında "ne konuşulduğu" sorulmuştu ve ecevit "bu toplantılarda neler konuşulduğunu anlatmam demek başbakanlıktan istifa etmek" diye cevaplamıştı. neticede enflasyon %100'ü aştı. kredi yoktu, abd ambargo uyguluyordu. acıdır, o günlerde abd'nin ambargosunu delerek türkiye'ye sadece bir tek lider yardımda bulundu. o kişi kaddafiydi ve türkiye bu iyiliğin karşılığını 2011'de nato ile kaddafiyi tahtından indirererek ödemişti.
ecevit abd'ye kafa tutmanın, imf ile ilişkileri kesmenin, kıbrıstaki vatandaşları korumanın, kontrgerilla'nın üzerine gitmenin cezasını böyle ödüyordu. tüsiad o dönem her gün tam sayfa ilanlar vererek ecevit'i eleştiriyordu. iş adamları kontrgerilla'ya ve amerika'ya kafa tutan adamdan değil, onun düşmanlarından yanaydı. ecevit abd'ye gitti. temaslarda bulunmak istedi. ülkeye döndü ve en sonunda bitirici vuruşu dünya bankası yaptı. dünya bankası tarafından hazırlanan raporda türkiye'nin ekonomisinin bitik halde olduğu, ağır sanayi hamlesini erteleyip tarımla ilgilenmesi gerektiğini, bu hayallerden vazgeçmesini ve sürekli develüasyon yaparak kendi parasının değerini sıfıra indirmesini söylüyordu. dünya bankası raporu adeta türkiyeye "siz büyük ülke olma sevdasını bırakın, buğday yetiştirin" diyordu. dünya bankasının bu raporunu yazan isimse kimdi biliyor musunuz? biliyorsunuz. bu isim kemal dervişti! ve ecevit hükümeti düştü. başbakan demirel oldu. demirel 24 ocak 1980 tarihinde dünya bankasının istediği tüm kararları aldı. kararları hazırlayan yani dünya bankasının dediğini harfiyen yapan kişiyi de tanıyorsunuz aslında, o isim de 1971-73 yılları arasında dünya bankasında danışmanlık yapan turgut özal'dı.
25* haşhaş demişken, türkiye'de haşhaş ekimini yasaklatan kişi nihat erim'dir. nihat erim, 1970'te yaşan muhtıra üzerine demirel'in başbakanlıktan istifa etmesinin ardından askerin başbakan olarak atadığı kişidir. eski chp'lidir. hatıratında bu olaylar yaşanmadan önce amerikan diplomatlarla gittiği bir yemekte içkiyi fazla kaçıran bir amerikan diplomatın şakayla karışık "ilerde başbakan olacaksın" dediğini yazmıştır. nihat erim daha sonra temmuz 1980'de darbeden birkaç ay önce suikast sonucu öldürüldü.
26* belki dikkatinizi çekmiştir, yazının başında dp %52 oyla meclisin %80'ini aldı dedim. bu doğru bir bilgi. çünkü o zamanki seçim sistemine göre bir ilde yüksek oy alan parti vekillerin tamamını alıyordu. kırşehir hariç. menderes kırşehiri bir türlü alamıyordu. en sonunda pes etti ve kırşehirin il statüsünü kal.dırdı. kırşehir menderese oy vermediği için ilçe olmuştu söz gelimi istanbuldaki seçimlerde demokrat parti 1 oy fazla aldıysa vekillerin tamamı demokrat partiden çıkıyordu. bu sistemi getiren kişi ismet inönüdür. ismet inönü ülkede demokratik seçimlerin yapılmasını ve çok partili hayatın tesis edilmesini istiyordu. çünkü bunu yapmazsa marshall yardımlarından faydalanamayacağı, yardımların sadece demokratik ülkelere yapılacağı söylenmişti. ismet paşa bu ülkenin kurucularından, totaliter ve eski bir devlet adamıydı. batı, yani sistem onu kolayca makasa alamazdı. bu yüzden batı inönü yerine daha yeni ve tavizkar bir kişi istiyordu. bu yüzden ülkede seçimlerin yapılması ve çok partili hayatın gelmesi gerekiyordu. 1946 seçimlerinde chp yüksek oranda oy almasına rağmen seçim sistemi çok adaletsizdir. bu nedenle batı bu sistemi kabul etmedi. marshal yardımı küçük çapta yaşandı. inönü seçimlerin ardından sistemi biraz daha gevşetti ve yukarıda bahsettiğim hale getirdi. nasılsa ben kazanırım diye düşündüğü için bu adaletsiz sisteme güveniyordu. beklediği gibi olmadı. seçimi demokrat parti kazandı. ve chp %47 oy almasına ufak bir milletvekili grubu ile kaldı.
27* demokrat parti'nin kurucuları celal bayar ve menderes eski bir chp'lidir. yıllarca chp'de çalıştılar ve inönü'nün "toprak reformu" fikrinin ardından parti içi muhalefete başladılar. inönü büyük toprak ağalarından toprakların alınmasını ve köylülere verilmesini, köylülerin bu toprağı işleyerek hem tarım alanında gelişme sağlanmasını hem de feodal ağalık düzeninin son bulmasını hedefliyordu. bu yüzden toprağı alan köylüler toprağın sahibi olacak fakat toprağını 15-20 yıl gibi bir süre satamayacaktı. böylece köylüler ağaların marabaları olmaktan kurtulacak, feodal düzen sona erecekti. ama büyük toprak ağalarından olan menderes ve celal bayar bu reformu pek sevmemişti. ayrıca bu kişilerin yanında bulunan büyük toprak ağaları bulunuyordu. bu reform girişimi yüzünden menderes ve arkadaşları parti içi muhalefete başladılar. inönü ise çok partili hayata geçerek yardım almayı düşündüğünden menderes ve arkadaşlarına parti kurmalarını önerdi. böylece demokrat parti kuruldu. toprak reformu ise unutuldu gitti. türkiye'de 1980'lere dek ağalık sistemi sürdü. güneydoğuda ise hala sürmekte. ağalık sisteminden kaçan köylü sınıfı büyük şehirlere gelerek gecekondu bölgelerini oluşturdu. günahı menderes ve arkadaşlarının boynunadır.
28* menderes döneminde okullarda süt tozu verilir, çocuklar süt tozundan yapılan sütleri içerdi. devlet bunları bedava verirdi. çünkü türkiye'de muazzam bir süt tozu bolluğu vardı. süt tozunu amerika üretir, türkiye'ye satardı. türkiye tarım ve hayvancılık ülkesi olmasına ve süt bolluğu bulunmasına rağmen abd'den süt tozu ithal eder ve türkiye'de yerli süt yerine amerikan süt tozunu yaygınlaştırmak için okullarda bedava içirirdi. menderes yerli süt üreticisini değil, ithal amerikan süt tozunu desteklemiştir.
29* menderes ekonomi bozuldukça sinirleniyor, gürlüyor ve otoriterleşiyordu. eleştiriler ve muhalefet artınca tahkikat komisyonunu kurdu. birkaç milletvekilinin oluşturduğu bu komisyon dönemin istiklal mahkemesi gibi çalıştı. komisyon savcı ve hakim yetkilerine sahipti. dilediği basın kurumunu kapatıyor, her türlü evrak ve eşyaya el koyabiliyordu.
30* darbenin olduğu 1960'ın kasım ayında oecd isimli ekonomik topluluk kuruldu. israil senelece bu kurula katılmak için canla başla çabaladı. fakat yeni üye alımı için tüm üyelerin onay vermesi gerekiyordu. türkiye ise onay vermiyordu. daha sonra israil oecd'ye girdi. onay veren başbakan recep tayyip erdoğan'dı. 2010 yılında, 2009'daki one minute olayından sadece 1 sene sonra tayyip erdoğan kavgalı olduğu israil'i oecd'ye memnuniyetle kabul etti.
31* 1935'te rahip roncalli vatikan tarafından istanbul'a gönderildi. istanbulda yerel katolik liderlik görevini üstlenen roncalli türkçe öğrendi. halkla yakın ilişkiler kurdu. atatürk'ün sevdiği mahmut'la yakın dost oldu. aradan yıllar geçti. 1961'de menderes ve arkadaşları idam edildi. celal bayar'ın idam cezası birden iptal edildi ve müebbete çevrildi. 63'te serbest kaldı. bir güç celal bayar'ı içerden çıkarıyordu. dönemin papası 23. jonh bu habere çok seviniyordu.. çünkü ikisi yakın dosttu. evet, roncalli 23. jonh ismiyle papa olmuştu. mahmut ise, mahmud celaleddin bayar'dan başkası değildi.
32* rumlar kıbrısta türkleri katletmeye başlayınca 1964 yılında başbakan inönü müdahale için harekete geçti. fakat türkiye'nin sadık müttefiki(!) amerikanın başkanı johnson inönü'ye zehir zemberek bir mektup yolladı. "müdahale olursa ittifakımız bozulur, natodan atılırsınız" dedi. ve "müdahale sırasında amerikan yardımı silah ve donanımları geri alırız" diye ekledi. türk ordusundaki silahların çoğu amerikan yardımıydı. üstelik bu yardımlar inönü'nün 1945 senesinde imzaladığı gizli anlaşma ile alınmıştı. o anlaşmanın ilk maddesinde "başkan gerekli gördüğü hallerde yardım olarak verilen şeylerin tümünü geri isteme hakkına sahiptir" yazıyordu. inönü seneler önce imzaladığı anlaşma nedeniyle kıbrıs türklerine yardım yapamayacak hale düşmüştü. inönü amerika'ya gitti. "yeni bir dünya kurulur ve türkiye de yerini alır" diye karşılık verdi. ama cezası kesilmişti. bu sözler onun sonu oldu. döndüğünde artık başbakan değildi. hükümet düşmüştü.
33* nasıl mı? o dönemlerde demokrat partinin devamı olarak kurulan adalet partisinin genel başkanı ragıp gümüşpala ölmüş ve kimsenin tanımadığı bilmediği genç biri başa geçmişti. herkes şaşkındı. bu isim demireldi.
34* bu sırada dünyada değişik hadiseler cereyan ediyordu. amerikan başkanı kennedy ve sovyet lideri kruşçev soğuk savaş bitirecek adımlar atmaya başlamıştı. ayrıca kennedy israil'in nükleer programında destek vermiyordu. sonra kennedy 1963'te gündüz vakti suikaste uğradı ve öldürüldü. ardından 1964'te kruşçev bir kremlin darbesi ile liderlikten düşürüldü. peşinden 1965'te vietnam savaşı yeniden patlak verdi. soğuk savaş en az 20 yıl daha uzayacaktı. birileri soğuk savaş için can alıyor, savaş başlatıyordu.
35* adalet partisi'nin genel başkan seçimine celal bayarın desteklediği tanınmayan demirel ve saadettin bilgiç giriyordu. bilgiç bir arkadaşından aldığı belgeyle demirel'in mason olduğunu kanıtlıyor, bu durum demirel'in oylarını dibe çekiyordu. ardından demirel mason olmadığına dair belge alarak iddiayı çürütmeye çalıştı. demirel mason olmadığına dair belgeyi mason locası başkanı necdet egeran'dan almıştı fakat bu durum locayı ikiye bölmüştü. locada bulunan bir çok üye sahte belge verildiğini ve demirel'in mason olduğunu, sahte belge verilmesinin yanlış olduğunu söyledi. tartışmalar büyüdü. sonucunda demirel'e mason olmasına rağmen siyasi nedenlerden ötürü mason değildir belgesi verildiği için bu duruma tepki gösterenler locayı bölerek türkiye büyük mason mahfili'ni kurdu. demirel'in siyasi kariyeri için mason locası ikiye bölünmüştü.
36* demirel'e mason değildir belgesi veren üstat necdet egeran ne hikmetse(!) masonluktan ömür boyu ihraç edilmişti. tartışmalar esnasında ileri gelen masonlardan hazım kuyucak olayları engellemeye çalışınca kuzey amerika masonları büyük üstatları tarafından uyarıldı. uyaran rahip thomas s roydu. ayrıca bir çok ilerigelen mason sorunu çözmek için olaya müdahil olmuştu. demirel her ne hikmetse masonlar için çok önemliydi. birileri onun sicilini temiz tutmaz için var gücüyle çalışıyordu.
37* mason locası demişken, atatürk mason localarını 1935'te kökü dışarıda olan zararlı kuruluş olması nedeniyle KAPATACAKTI kapanan locaların mal varlıkları devlete geçecekti. Fakat localar 1934 de kendi kednilerini fes ettikleri için 1948'de yeniden açılmıştır emanet olarak bıraktıkları mallara da tekrardan kavuşmuşlardır. atatürk'ün kapattığı mason localarını yeniden açan isim ise ismet inönüdür. bu tarihler ismet inönü'nün batı yardımlarını alabilmek için ülkeyi çok partili hayata sokmaya çalıştığı yıllara denk gelir.
38* daha sonra celal bayar 1969 yılında siyasi yasağının kalkması için girişimde bulununca demokrat partinin devamı olan adalet partisinin genel başkanı süleyman demirel koltuğu celal bayar'a kaptırırım korkusu ile bu girişimi önlemeye çalıştı. demirel kendisini bugünlere getiren bayar'ın siyasi yasaklarının devam etmesi için elinden geleni yaptı. ama başaramadı.
39* bu durumun aynısını turgut özal yaşadı. kendisi önce siyasi yasaklı olan ecevit, erbakan ve demirel'in siyasi yasaklarının kalkması için referandum kararı aldı. ardından referandumda "hayır" oyu kullanılması için propoganda yürüttü. özal için demokrasi şehidi derler, fakat kendisi demokrat falan değildi. 2 yıl darbe hükümetiyle çalıştı. ardından 1987 referandumunda siyasilerin yasaklı olmasını isteyecek kadar anti-demokratik bir tutum takındı. en son 1989 yılında yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminde askerin de desteğini alabilmek için "kenan evren'i tanırım, milliyetçi biridir. yaptığı müdaheleyi de memleketi için yapmıştır. kötü niyet taşıdığını düşünmüyorum" diyebilecek kadar küçülmüştür.
40* türkiye'de şiddet olayları tırmanıyordu. 1972 yılında mahir çayan ve arkadaşları kızıldere baskınında öldürüldü. çayan'ın ekibinden biri samanlığa saklanıp yaşamını kurtardı. bu isim daha sonra siyasi kariyer yapacak ve 2011 yılında milletvekili seçilecekti. bu isim ertuğrul kürkçü'ydü.
41* 1973 yılında mısır israil'e saldırınca amerika israil tarafına geçerek mısır ordusunu dağıttı. amerika'nın bu tutumu nedeniye petrol ihraç eden ülkeler (opec) ani bir kararla emperyalistlere petrol ambargosu koydu. petrol üretimi indirildi ve fiyatı artırıldı. opec'in büyük bölümü araptı. araplar öylesine büyük bir dayanışma göstermişti ki, o dönem amerika'nın en has müttefiki iran lideri rıza pehlevi bile petrol ambargosuna destek vermişti. bu olay batı'yı petrol zengini arap ülkelerini "kontrol altında" tutabilmek için çözüm arayışlarına sürükledi. siyasal islam fikrinin doğumu gerçekleşiyordu. petrol sıkıntısı baş gösterince tüm dünya krize sürüklendi. dışa bağımlı türk ekonomisi zarar gördü. abd ile papaz olan ecevit kredi bulabilmek için 1975'te bilderberg toplantısını izmir'e davet etti. bilderberg hollanda'da bir otelin adıdır. ilk toplantı 1954 yılında 33. dereceden mason olan retinger isimli politika uzmanı tarafından bilderberg otelinde yapıldığı için adı böyle kalmıştı. retinger'in düzenlediği bu toplantıya avrupadan devlet adamları, dev şirket sahiplerini ve medyanın önemli isimlerini davet etmişti. ve kural gereği konuşulanlar asla dışarıya aktarılmıyordu. kuralı kimse bozmuyordu.
42* 1975 yılında ecevit başbakan olarak toplantıya katılmış fakat aradığı kredileri bulamamıştır. o dönem bu toplantıya adı duyulmamış ingiliz bir kadın daha katılmıştır. bu kadın daha sonra ingiltere başbakanı olacak ve üç kez üst üste seçilecek margareth thatcher'dan başkası değildir. adı sanı duyulmamış thatcher ingiltere'de başbakan olurken abd'de ise bir holywood oyuncusu olan ronald reagan başkan olmuş ve bu iki garip başkan göreve gelir gelmez "globalleşmeden" "küreselleşmeden" ve "devleti küçültmeden" bahsetmeye başladı. dünya bu yeni "globalleşme, küreselleşme ve devleti küçültme" kavramlarının anlamını çözmeye çabalarken bir başka ülkenin başbakanı da bu kelimeleri ısrarla tekrarlamaya başlamıştı. o kişi turgut özal'dan başkası değildi.
43* bilderberg toplantıları her sene yapılmaya devam ediyor ve konuşulanlar sır gibi saklanıyordu. toplantılara bazı her yıl bazı türkler de katılıyordu. 1957 yılında menderes (davet aldı ama katılamadı) 1975'te şimdiki barolar birliği başkanı metin feyzioğlu'nun dedesi turan feyzioğlu katılırken 1982'de inönü'nün damadı metin toker 1990'da mesut yılmaz ve erdal inönü 1994'te rahmi koç 2002'de kemal derviş 2003'te ali babacan 2004'te ali babacan, mustafa koç, kemal derviş 2005'te ali babacan 2006'da daha sonra bakan olacak olan egemen bağış, mustafa koç, yeni şafak gazetesinden fehmi koru, 2007'de ali babacan, mustafa koç, birand, doğan, boyner, cengiz çandar, hikmet çetin, 2008'de ali babacan, mustafa koç ve 2-3 sene içerisinde servetini ikiye üçe katlayacak ferih şahenk, 2009'da ali babacan, mustafa koç, sabancı 2010'da ali babacan, mustafa koç katıldı. ali babacan ve mustafa koç 2014 toplantılarına dek katıldıysa da 2014 toplantılarına ali babacan çağrılmadı. 1996 yılında yapılan toplantılarda türkiye ile ilgili önemli kararların alındığı belirtilmiş, ve bu toplantıdan sonra bir yıl içerisinde refah-yol hükümeti post-modern darbe ile düşürülmüştür. ingilizce bilenler şu yabancı kaynaktan konuyla ilgili ayrıntılı bilgi edinebilirler.
bu toplantılarda neler konuşulduğu halen sır niteliğini korur ve hala bu toplantılara dünyanın en seçkin devlet, iş, medya adamları gelmeyi sürdürür. akp döneminde ise 2007 yılında bu toplantı türkiye'de yapılmıştır. akp'den fullbright bursuyla okumuş ali babacan ise devamlı bu toplantılara katılmıştır.
44* 1960 darbesini yapan askerlere albaylar cuntası ismi verilmişti. çünkü askerlerden çoğu albaydı. darbeyi yapan milli birlik komitesinin üyelerinden biri de kurmay albay haydar tunçkanat'tı. tunçkanat menderes döneminde yapılanları araştırma ile görevlendirilmişti. kendisinin ilgi alanı gizli anlaşmalardı. aradı, taradı, darbe hükümetinin kendisine verdiği yetkilerle devletin en gizli belgelerine kadar uzandı. ve karşına çıkan veriler karşısında adeta şoka uğradı. durumlar vahimdi. bu böyle olmazdı. araştırdıkça yeni belgeler, derine indikçe kahreden anlaşmalara ulaştı. tam on yıl bekledi ve sonrasında bu belgeleri kitap haline getirdi. kitabın adı "ikili anlaşmaların iç yüzü"ydü. ilk basım 1970'ti. ikinci basım bir ay sonra çıktı. fakat kitap sümen altı edildi. üçüncü baskı 2001 yılında çıktı. 4. ve son baskı ise 2006 yılında basıldı. . kitapta 1947 ile başlayıp 1965'e değin uzanan gizli anlaşmalar bulunuyor. ilgilenenler bulup okuyabilir. tavsiye ederim.
45* 2011 yılında suriye binlerce yabancı istihbaratçının ve paralı askerin cirit attığı, iç savaşın hortladığı bir ülke haline geldi. suriye'ye bir yerlerden yüzlerce casus akın etmişti. ve bu akın için hazırlık çoktan yapılmıştı. suriye sınırında bulunan mayınlı arazilerin temizlenmesi gündeme geldi. temizleme işini israilli bir firmanın yapacağı tartışılırken asıl mevzu gözden kaçtı. akabinde tayyip erdoğan kardeşi esad'la anlaştı ve suriyeyle vizeler kalktı. böylece türkiye'den suriye'ye geçişler oldukça kolay hale geldi. oldukça... mevzuyu çakozladınız sanıyorum.
46* 2010 yılının sonlarında tunuslu bir vatandaş kendisini yakmış ve hükümet aleyhine protestolar büyümüştü. dünyanın gözleri tunus'a çevrilmiş fakat henüz arap baharı diğer ülkelere sıçramamıştı. o dönemlerde mısır ve libya sakin, suriye ile türkiye müttefik, esad ile erdoğan kardeşti. tunus'taki olaylar büyürken abd başkanı obama aniden bir açıklama yaptı ve esad'a "reformları yap yahut çekil" resti çekti. tunus yanıyor, libya ve mısır kaosa sürükleniyordu. fakat obama esad'ı hedef alıyordu. "reformları yap" diyordu. esad reddediyor, obama ise yineliyordu. tarihler mayıs 2011'i gösteriyordu. . ardından obama'nın reform talepleri kesildi. onca cürmün arasında kimse esad ve obama'nın diyaloğunu dikkate almıyordu. kısa süre sonra libya patladı, mısır yanmaya başladı ve suriye aniden karıştı. aradan birkaç hafta geçti ve bu kez sahneye başka bir lider çıktı, hedefinde esad vardı. tarihler bu kez kasım 2011'di. "koltuğu bırak, halkının taleplerine cevap ver" diyordu. "hepimiz öleceğiz, koltuğa saplanma" diye ekliyordu. evet, bu kişi tayyip erdoğan'dı. obama, suriye henüz karışmadan esad'ı defalarca uyarmış, reform istemiş, esad reddedince obama devreden çıkmış, suriye'de karışıklıklar sert bir şekilde patlak vermiş ve erdoğan devreye girerek "halkını katleden biri başkan olamaz, koltuğu bırak" demişti. obama esad'ı "reformlar yapması" yönünden eleştirmişken tayyip erdoğan "halkını katlettiği" için eleştirmişti. nedenler farklıydı ama talepler aynıydı: "koltuğu bırak" ve akıllarda bir soru vardı, esad rerformları yapsaydı, ülkesinde karışıklık meydana gelir miydi? ülkeyi kim karıştırmıştı?
47* tayyip erdoğan esad'ın devrileceğinden emin olduğundan öyle ifadeler kullanıyordu öyle sert eleştiriler yapıyordu ki, tüm dünyada esad karşıtlığı "tayyip erdoğan" ile özdeşleşiyordu. obama'nın aylar önceden esad'ı uyarışı unutuluyor, esad'ın istenmeyişinin sebebi olarak tayyip erdoğan ismi öne çıkıyordu. fakat işler istenildiği gibi gitmedi, "üç ayda düşer" denilen esad aylarca direndi. yıllar 2012'yi gösterdiğinde tayyip erdoğan esad'ın gitmesi için nato'dan "müdahale" istiyor rusya ise "esad'ın koltukta kalması için herşeyi yaparız" diyordu. batı, esad'ı suriye'ye sızan casuslarıyla düşürmeyi hedeflediyse de esad'ın suriye'ye sızan bu güçlere sert şekilde müdahale etmesi, ortalığı yakıp yıkması batının hedeflerini boşa çıkarmıştı. tunus, mısır, libya, cezayir ve daha bir çok ülke "sivil toplum örgütleri" üzerinden finanse edilmiş. finanse edilen ajanlar halkı galeyana getirerek basının da etkisiyle hükümetler düşürülmüştü ama esad direnmişti. abd'nin sızıntıları esad'ı düşürmeye yetmeyince tayyip erdoğan'ın "müdahale" önerisi gündeme gelmişse de rusya'nın esad'ı koruması neticesinde buna cürret edilemedi. erdoğan esad'a ağzına geleni söylüyordu fakat esad'ı koruyan putin'e tek bir laf edemiyordu. ilginçti.
48* tam da o günlerde amerika'nın en önemli stratejistlerinden, el kaide'nin fikir babası zbigniew brzezinski "abd yanlış yaptı, gerekli hazırlıklar yapmadan suriye'ye saldırmak hataydı" şeklinde demeç verdi. brzezinski sovyet işgaline karşı afgan dini grupların silahlandırılmasını öneren kişiydi. ve bin ladin'le iyi ilişkileri bulunuyordu. silahlandırılan el kaide rusya'yı def etmeyi başarmıştı. fakat kontrolden çıkarak bir güç halini almıştı. daha sonra bu grup islam karşıtı tüm unsurlara ölüm saçan bir tür terör örgütü haline gelmiş ve abd'nin ırak'a saldırması için bir tür bahane halini almıştı. brzezinski'nin mesajı açıktı. tarihler kasım 2012'ydi.
49*. ebu bekir el bağdadi ve müttefiki yani suriye'deki en büyük muhalif güç olan el-nusra lideri ebu muhammad al-jawlânî yollarını ayırdı. tarihler manidardı. bağdadi ışid'in lideri oldu ve ilk olarak eski müttefiki, esad karşıtı el nusra'ya savaş açtı. sadece birkaç ay önce el nusra ile esad'a karşı savaşan bağdadi, bir anda taraf değiştirerek esad'la birlikte el nusra'yı ezmeye başladı. bir yılı aşkın süredir esad'la savaşmasına rağmen fazla yol kat edemeyen el nusra'nın aksine bağdadi liderliğindeki ışid her nasılsa kısa bir sürede büyüdü. özgür suriye ordusu ve el nusra liderlerini teker teker yok etti ve suriye ile ırak'ı kapsayan bölgenin kontrolünü eline aldı. hazinesi büyüdü. ve 2014 yazında ırak ordusunun kaçarak terk ettiği musul'u tereyağdan kıl çekercesine aldı. musul'un ani düşüşü ve merkez bankasının ışid'e geçişi sayesinde ışid hazinesi iki katına çıktı. ışid göz göre göre musul'u alıyordu fakat hiç kimse birşey yapmıyordu. abd elçiliği hızla boşaltıldı fakat amerikan birliğinin silahları nedense bırakıldı. böylece paranın yanında silah deposu da elde eden ışid artık lokal bir güç halini aldı.
50* rusya amerika'nın sızıntıları ile çalkalanan suriye'yi savunmuş abd esad'ın sızıntıların faaliyetleriyle düşmeyeceğini anlamış. brzezinski abd'yi uyarmış ve sürece farklı bir boyut katmış ve sadece bir kaç ay sonra ışid olayı patlak vermişti. hamle sırası rusyadaydı, ukrayna tam da bu sırada karıştı. halk ikiye bölünmüştü. putin sessiz kalamayacağını belirtti ve hükümet karşıtı protestolara destek verdi. roller değişmişti. bu kez putin muhalifleri savunuyor, abd ise iktidarı koruyordu. ve putin bitirici hamleyi yapmış, halihazırda rus hakimiyetini peşinen kabullenmiş isimlerden oluşan kırım meclisinden hızlıca bir karar çıkarmış ve kırım rusyaya bağlanmıştı. nato rusya'yı sert bir dille uyarmışsa da bunlar lafta kalmıştı. rusya kırım'ı ele geçirdikten sonra ışid'in faaliyetleri süratle artmaya başladı. ve bu kez hamle sırası batıdaydı. abd ve rusya adeta adım adım dünyayı paylaşıyordu.
51* ağustos ayında brzezinski yeni bir röportaj verdi ve dünyanın kaosa sürüklendiğini, abd'nin bunda payı olduğunu ve birşeyler yapılması gerektiğini ifade etti. işaret çakılmıştı. sadece bir kaç gün sonra amerikan genelkurmay başkanı "ışid herşeyden tehlikeli" diyordu. dışileri "ışid küresel bir tehdit halini aldı" beyanı veriyordu. sonraki hafta toplanan nato toplantısında obama müdahale fikrini ortaya attı ve koalisyondan bahsetti. artık vakti gelmişti. ışid'le savaş başlamalıydı.
52* ve türk hükümeti dış politikasının yeniden şekillendiği ve çok önemli kararlar alması gereken bu günlerde olaylardan uzak bir tavır sergiliyordu. güney sınırındaki 800 km'lik alanda savaş tehdidi doğan ve sınır ötesi harekat koalisyonuna dahil olup olmama noktasında başbakan davutoğlu'nun siyaset üretmesi, doktrin geliştirmesi, karar vermesi, yol haritası oluşturması için gece gündüz temaslarda bulunması gerekirken kendisi
53* türkiye 1970'lerde siyasi istikrarsızlıklar ve terörle uğraşmıştı. ekonomi olarak oldukça hırpalanmıştı. ecevit yaratılan siyasi kaosla zayıf düşürülmüş ve kemal derviş tarafından hazırlanan ve özetle "ağır sanayi hamlesinden vazgeçin" temalı raporu ile bitirilmişti. ardından göreve demirel gelmişti. demirel dayatılan bu reformlara yanaşmasa da sonunda ikna oldu ve 24 ocak 1980'de turgut özal'ın kaleme aldığı kararlar yürürlüğe kondu. böylece türkiye atatürk'ün karma ekonomisinden kapitalizmin isteği doğrultusunda "serbest piyasa ekonomisi"ne geçti. fakat türkiye'nin mevcut siyasi yapısı ve anayasanın varlığı, bu sistemin tam olarak entegre edilmesini zorlaştırıyordu. sendikalar kanunu, işçi hakları ve kamu iktisadi teşekküllerinin yapısı türkiye'nin liberal ekonomik düzene geçmesine mani oluyordu. meclis ise bırakın yasaları düzenlemeyi, cumhurbaşkanı bile seçemiyordu. darbe tam da bu esnada imdada yetişti. turgut özal hayatında tanımadığı kenan evren tarafından köşke davet edildi ve ekonomi bakanı ilan edildi. böylece anayasanın kaldırıldığı, meclisin feshedildiği ve her türlü hakkın askıya alındığı bir ortamda özal işe koyuldu. artık ortam müsaitti. atatürk'ün kalkınmacı karma ekonomik düzeni yerini liberal ekonomik düzene bırakabilirdi. üstelik bu iş için dünya bankasının eski danışmanı turgut özal kenan evren tarafından tam yetkili kılınmıştı. yeni anayasa hazırlandı ve kabul edildi. turgut özal amerikaya gitti. geri dönünce görevinden istifa etti ve parti kurdu. kenan evren özal'a seçimlere girmesi konusunda izin verdi. özal kenan evren'in seçtiği partilerle yarıştı ve kazandı. görev tamamdı.
54* özal'la birlikte kuyruklar bitti. bolluk geldi. türkiye'ye ithal mal yağıyor, liberal ekonomik düzenin getirisi olarak bankerler sahneye çıkıyor ve faizcilik bir meslek haline geliyordu. kumar yaygınlaşıyor, lüks tüketim artıyor, ülke batı'nın ithal mallarının kapış kapış satıldığı bir pazar haline geliyordu. özal "ben zengini severim" diyor, orta direğin nasıl ezildiği şaban filmlerinde dahi konu ediliyordu. hayali ihracat vakalarının patlak veriyor, sürücü kursları ehliyet dağıtmaya başlıyor, her gün trafik kazalarının yaşandığı bir yığın insanın öldüğü ve sürüyle aracın tahrip olduğu günler başlıyordu. turgut özal yeniliklere doymuyor ve önemli bir karar alarak "türk parasını koruma kanununu" kaldırıyordu. turgut özal'ın büyük reform olarak addettiği bu gelişmeler sonucunda göreve başladığında 17,5 lira olan dolar öldüğünde 10.000 liraya kadar yükseliyordu. batının ithal mallarının yarattığı bolluk nedeniyle hayat pahalılaşıyor ve ekonomik sorunlar yeniden nüksetmeye başlıyordu.
55* özal bir büyük atılım daha yaparak yabancılara toprak satışı kanunu çıkarmış ve devlet toprağının yabancılara satışı dönemi başlamıştı. açıkça görülüyor ki 60'lar ve 70'lerde iktidarların ve batının türkiye'de yapamadığı, devlet düzeninin izin vermediği bir çok şey 80 darbesi ile beraber başlayan özal döneminde kolaylıkla yapılmaya başlanmıştı. yabancılara toprak satışı kanunu sonraki yıllarda daraltılmış. genişletilmek istense de bu değişiklikler anayasa mahkemesi tarafından 1990'lı yıllarda ve özellikle akp iktidarından itibaren 2005,2007, 2008, 2009, 2010 yıllarında iptal edilmişti. daha sonra 2010 referandum paketi ile birlikte anayasa mahkemesi üyesinin sayısı 17'ye çırakıldı. üye sayısının artması yüzünden atanması gereken üyeler abdullah gül tarafından atandı ve böylece anayasa mahkemesinde üye çoğunluğu akp'nin eline geçmişti. eylül ayında akp'ye geçen anayasa mahkemesi kasım ayında daha önce defalarca reddedilen yabancılara toprak satışı hakkındaki yasa değişikliğini sorunsuz onayladı. işlem tamamdı. vebali referandumda evet oyu verenlerin boynunadır.
56* özal göreve geldiğinde türkiye'ye yeni kavram ve anlayışlar getirmişti. henüz kimsenin bilmediği duymadığı bir dönemde özal çıkıp "küreselleşme" "globalleşme" ve "devleti küçültme" gibi kavramlardan bahsediyordu. hiç kimse özal'ın ne kastettiğini bilmiyor ve bu şapkadan nelerin çıkacağını merakla bekliyordu. bu algoritmayı daha sonra 2009'da tayyip erdoğan ve abdullah gül ikilisi de kullanacaktı. tayyip erdoğan günün birinde "açılım" ve "kardeşlik projesi" kavramlarını ortaya atacak ve abdullah gül de "önümüzde tarihi bir fırsat var" diyecek fakat fırsatın ne olduğuyla ilgili asla konuşmayacaktı. nitekim medya aylarca tarihi fırsatı ve açılımı konuşacak, böylece halk ne olduğu tam olarak açıklanmayan bu kavramlara aşina hale gelecek böylece bu kavramların içi rahatlıkla doldurulabilecekti. özal da harifyen uyguluyordu. işin ilginç yanı bu kavramlar önce abd başkanı reagan tarafından ortaya atılıyor, ardından ingiliz thatcher bu kavramları diline doluyordu. tüm dünya bu kavramları tartışırken turgut özal da artık dünyanın değiştiğini ve yeni dünyaya uyum sağlayabilmek için bu kavramlara ihtiyacımız olduğunu belirtiyordu. ve sonucunda 24 ocak 1980 günü alınan kararlar, sağlanan anayasal ortam sayesinde yürürlüğe koymaya başlanıyordu. özal şapkadan tavşanı çıkarıyor ve "devletin küçülmeli" diyordu. ve ekliyordu "devlete baba demeyin, sonra alır sopayı döver" ve akabinde yeni bir uygulama türk siyasi tarihine giriyordu: özelleştirme. özal devlet kurumlarını satmaktan bahsediyor, halkı buna ikna edebilmek için "devlet kurumlarının işe yaramadığını ve gelir getirmediğini" açıklıyordu. özal hayatını tamamladığında özelleştirmeler tam olarak bitirilememişti. yıllar sonra bu görevi tayyip erdoğan ve akp tamamlayacak ve devlet kurumları düşük ücretlerle yabancılara satılacaktı.
57* özal'a göre piyasa serbest olmalıydı bu yüzden devlet piyasadan çekilmeliydi yani devlet küçülmeliydi. böylece piyasa liberalleşecek ve rekabet artacaktı. fakat tarih bunun böyle olmadığını gösterdi, küçük ve yerel işletmeler türk piyasasına giren yabancılarla rekabet edemiyordu. bu durum ortaya çıkınca yabancı sermayenin ülkeye girebilmesinin şartları ağırlaştırıldı ve yabancı sermayeye ek vergiler getirildi. bu meseleyi tamamlamak da özal'a kısmet olmayacak yine yıllar sonra tayyip erdoğan ve akp döneminde yabancı sermayenin teşviki için yasa çıkartılacak ve yabancı sermaye ile yerli sermaye eşit olacaktı. "yabancı sermaye öpüp başın üzerine konuyordu"
58* 1800'lü yılların ortasında keşfettiği petrol kaynağının üretimine başlayan david rockefeller sahip olduğu petrol kuyularından büyük gelir elde etmiş ve kazandığı parayla petrol ofisleri açmıştır. serbest piyasanın hakim olduğu ekonomik bir ortamda bir kavşakta bulunan 3 adet petrol ofisinin yanına dördüncü petrol ofisini açan rockefeller sermayesine güvenerek petrol fiyatlarını düşürmüş ve böylece piyasayı etkilemiştir. petrol fiyatları düşünce rakipleri de satış yapabilmek için mecburen fiyat kırmak durumunda kalmış ve böylece zarar etmeye başlamıştır. nihayetinde iflas eden petrol ofisleri rockefeller tarafından alınmış ve serbest piyasa ekonomisi güçlü olan rockefeller'ı kartelleştirmiştir. rockefeller kartelleştikten sonra petrol fiyatlarını yükseltmiş ve böylece kartelleşme uğruna uğradığı zararların kat ve kat üstünü kazanmıştır. rockefeller bunu serbest piyasa ekonomisine borçludur. çünkü herhangi bir malın piyasasında yani pazarında üretim veya tüketimin %33'ü gibi bir oranı elinde tutan kişi o piyasayı ele geçirebilmektedir. bu kişi üretici ise üretim kısarak fiyat yükseltir veya üretimi artırarak fiyat düşürüp küçük rakiplerinin iflasına yol açabilir. eğer bu kişi tüketici ise "almıyorum" diyerek piyasada suni bir mal bolluğuna sebep olur ve üretici de "malım elimde kaldı" korkusuna kapılarak fiyat düşürür. örneğin 1999-2000 yılları arasında sert geçen kış nedeni ile petrol tüketimi arttı. petrol fiyatları da 35 dolara kadar çıktı. çünkü petrol üretiminin üçte birinden çok fazlasını elinde tutan opec üyeleri imkanları olduğu halde talebe uygun üretim yapmak istemiyordu. böylece serbest piyasa ekonomisinde üretici baskısını örneklemiş olduk. bunun karşısında dünyanın en büyük petrol tüketen batı ülkeleri opec üyesi ülkelerde siyasi krizlere neden olacak faaliyetlerde bulundular. bu sebeple mart 2000'de opec toplantısından petrol üretimini artırma kararı çıktı. yani "tüketici baskısı" özetle batılı büyük şirketler türkiye gibi yüksek nüfuslu ülkelerde pazar oluşturabilmek ve kar elde edebilmek için "serbest piyasa ekonomisine" ihtiyaç duyar ve bu ekonomik modeli o ülkelere dayatır. bu model zamanında türkiye'ye de dayatılmış ve türkiye özal ile birlikte bu modeli benimsemiş, tayyip erdoğan ile birlikte tamamen hayata geçirmiştir. böylece hem batılı şirketler mallarına pazar yaratmış hem siyasi liderler batıyı memnun edebilmiş hem de batının açtığı pazar nedeniyle yalancı bir sermaye akışı piyasayı diri tutmuştur. olan batının şirketlerinde asgari ücretle çalışan işçiye, güvensiz koşullarda iş kazaları yüzünden telef olan işçiye, büyük karteller altında ezilen yerli sektöre olmuştur.
59* özal döneminde şimdilerde de yaşadığımız çok önemli bir süreç yaşanmıştır. humeyni abd'nin sadık dostu pehlevi'yi iktidardan indirip yerine batı ile kavgalı bir islam devleti kurmuştu. bu olaylardan sadece aylar sonra saddam'ın ırak'ı iran'la savaşa tutuştu. sonuçta sekiz yıl sürecek bir savaş başlamış, abd ırak'ı desteklemiş müslüman ülkeler birbirine kırdırılmış ve türkiye ise bu dönemde tıpkı 1950-1953 savaşında olduğu gibi tahıl ambarı işlevi görmüş ve savaş sırasında türk tarım ürünleri bölgede savaşan güçlere ihraç edilmiş, ekonomi geçici bir ferahlık yaşamıştır. gariptir, menderes ve özal'ın hükümete gelir gelmez yaşadığı bu talihli olayın aynını tayyip erdoğan da yaşayacak ve akp göreve gelir gelmez abd ırak'a girecek ve türkiye bu kez de tarım ürünlerini abd'ye satarak geçici bir ekonomik ferhalık yaşayacak böylece halk ekonomik ferahlık için iktidara dua edecekti.
60* özal ve erdoğan arasındaki bir diğer benzerlik ise kürt açılımıdır. özal hiç ortada yokken durduk yere ab üyeliği için gerekirse özerkliğin dahi konuşulabileceğini, federasyon hayallerini ortaya atmış ve ülkemizde var olan bölücü kesimlerin kalplerine bir gün yeşerecek "bağımsız kürdistan" hayallerini ekmiştir. aynı zamanda özal barzani ve talabani ailerini dünya siyasetine sokan insandır. özal bu iki isme verdiği diplomatik pasaport sayesinde bu iki isim türk pasaportlarıyla avrupada faaliyet güdebilmiştir. özal bu iki kürt siyasi aktörün günün birinde ırak'ta cumhurbaşkanlığına ve bölgesel kürt yönetim liderliğine yükselen kariyerini başlatmıştır.
61* özal ve erdoğan'ın başka benzer özellikleri ise dış politikada atılan başarısız hamlelerdir. özal musul ve kerkük'ü almak isteyince ırak'la, devlete yük oluyorsunuz diyerek kıbrıs'la ve onların çoğu şiidir, iran'a yakındır diyerek azerbaycanla durduk yere papaz olmuştur.
62* özal ve erdoğan arasındaki benzerlikler saymakla bitmez. iran ırak savaşının 1988'de bitmesi üzerine saddam gözünü başka bir ülkeye, kuveyte dikmişti. fakat abd'den çekiniyordu. abd büyükelçisi ise abd'nin arap coğrafyasıyla ilgilenmediğini, buradaki olaylara karışmayacağını söylüyordu. oyuna gelen saddam kuveyte saldırınca abd 1. körfez savaşını başlatmıştı. özal, tıpkı şimdilerde olduğu gibi abd'den yana tavır koymuş ve savaşa katılarak bir koyup üç almak istemiştir. özal da tıpkı erdoğan'ın "esad üç ayda düşer" beyanı gibi saddamın kısa sürede kaybedeceğini iddia ediyor, abd ise türkiye'nin üs olarak kullanılmasını talep ediyordu. abd doğrudan bağdat'a yürümek yerine ırak'ın güneyine asker yığdı. kuzeyde ise barzani&talabani kartını oynadı. özal'ın pasaport verip dünya siyasetine soktuğu bu iki kürt lider amerika'nın isteği doğrultusunda kuzeyde büyük bir kürt isyanı başlattı.
63* abd 15 ocak 1991'de güneyden ırak'a saldırınca özal da fırsat bu fırsat kuzeyden ırak'a saldırmak ve musul&kerkük bölgelerini almak istiyordu. medya sürekli "saddam'ın türkiye'yi vurabileceğinden" "ankara'nın tehlikede olduğundan" bahsederek halkta bir tür saddam korkusu pompalıyordu. kürt isyanı genişleyince özal artık vaktin geldiğini söylüyordu. fakat tam bu esnada hiç hesapta olmayan bir gelişme yaşandı. dönemin genelkurmay başkanı necip torumtay bu politikaya karşı çıktı. ardından görevinden istifa etti. asker müdahaleye karşıydı. devlet kendisini özal'ın hayallerinden koruyordu, ordu yeniden siyasete müdahil hale geliyordu. özal'ın cumhurbaşkanı olduktan sonra başbakan olarak seçtiği yıldırım akbulut bile bu herakate karşı çıkıyordu. abd saddam'ı güneyde şii, kuzeyde ise kürt isyanıyla yorarken aynı zamanda bağdat'ı bombalıyor, fakat saddam bu iki isyanı da kanlı şekilde bastırmayı başarıyordu. türkiye'nin saldırması gerekiyordu. özal da istiyordu. fakat olmamıştı. kuzeyde kürtler yalnız kalmış, türkiye müdahale edememiş, abd barzani ve talabaniyi yalnız bırakmıştı. saddam'ın zulmünden kaçan kürtler türkiye'ye sığınmak için sınırı geçmek istiyordu.
64*abd her krizi bir fırsata çeviriyor, kürtleri saddam'a ezdirerek kuzeyde topluyordu. kuzeye kaçan kürtler kuzeyde yoğun bir kürt nüfusu haline geliyor, abd saddam'ın 32. enlemin kuzeyine geçmesini yasaklıyordu. böylece kuzey kürtlerin egemenlik sahası haline gelecekti. abd ileride kuzey ırak'ta kurulacak kürt devletinin temellerini atıyor, türkiye'nin güneydoğusunu ve suriye'nin kuzeyini tehlikeye atan bir politika sinsice kök salıyordu. özal iç basında bölgesel lider olarak lanse ediliyor ve kutsanıyordu.
65** (yazar notu: iki yıldız koyduğumu farketmişsinizdir. evet. bilerek koydum. çünkü bu madde ve devam maddeleri dikkatlice okumanızı istiyorum. zira bu maddelerde yazılarım arasındaki en önemli maddelerdir.) işte tam da bu sıralarda aslında bölgesel bir lider olmayan ve amerika'nın planını kavrayamayan özal ortaya bir teklif attı. türkiye'ye büyük kürt göçü geliyordu ve özal bu göçü önlemek için kuzey ırak'ta tampon bölge oluşturulmasını ve bu bölgenin uçuşa kapalı bölge haline getirilmesini talep etti. amerika bu teklifin anında üzerine atladı ve bölgeye huzurun sağlanması için çekiç güç adı verilen birliklerin katıldığı harekat başladı. çekiç gücü oluşturan askerler çeşitli ülkelerden oluşuyordu. çekiç güç türkiye üzerinden bölgeye giriyordu. 1991 yılından 2003 yılına kadar tüm hükümetler süresi bitmesine rağmen çekiç gücün süresini uzatırken sadece refah partisi buna karşı çıkıyor erbakan, erdoğan, gül gibi refahlı siyasetçiler bunun çok zararlı olabileceğinden bahsediyordu.
66**özal ve erdoğan hakikaten aynı kaderi yaşıyordu. yıllar sonra kuzey ırak yeniden karışıyor ve bu kez ışid örgütü bölgeye kan kusturuyor, kürtler yine türkiye'ye göç etmeye başlıyordu. ve toplanan bm toplantıları nedeniyle abd'ye giden erdoğan, bir takım temaslarda bulunuyor. erdoğan temaslar sonrasında ülkeye geri dönüyor ve tarih bir kez daha tekerrür ediyordu. erdoğan tüm basın önünde dünyaya bir öneri sunuyor, ne mi? uçuşa kapalı bölge şaşırmayın. daha çok şaşıracaksınız.
67**abd bölge halkını saddam'la savaşması için eğitiyor, onlara destek sağlıyor ve yardımda bulunuyordu. bu tarihten itibaren türkiye sınırları içerisinde yaşanan terör olayları iyice artıyor, her geçen gün daha fazla şehit haberi geliyordu. bunun üzerine genelkurmay öncelikli sorun olarak pkk ve bölücülüğü ele alıyor ve terörün üzerine emin adımlarla gidiyordu. özel kuvvetler komutanlığı bölgede faaliyetler düzenliyor tugay düzeyindeki özel kuvvetler komutanlığı tümen düzeyine çıkarılıyordu. ankara'da yeni bir eğitim tesisi yapımına başlanıyor ancak bu gelişmelerden rahatsız olan amerika medya baskısı ile ihalede yolsuzluk iddiaları ortay atarak faaliyeti geciktiriyordu.
68**ordu o dönemde şimdiki gibi iktidar kontrolü altında olmadığından özal orduya müdahale edemiyor ve ordunun darbe yapmasından çekiniyordu. özal'ın diş geçiremediği orduya abd diş geçirmeye çalışıyordu. yıllar sonra da tayyip erdoğan'ın çok istemesine rağmen 2003 mart tezkeresi'ne meclis onay vermiyor harekat karşıtı paşalar ergenekon operasyonunda içeri tıkılıyordu.
69** tüm bunlar olurken ekim 1992'de inanılmaz bir olay yaşanıyordu. ortak bir tatbikat sırasında amerikan saratoga gemisi muavenet gemimizin kaptan köşkünden iki "sea sparrow" füzesi ile vurdu. kaptan kurmay yarbay levent k. güngör, uçaksavar yardımcı subayı teğmen alper tunga akan, tesis astsubayı serkan haktepe, ikmal çavuşu mustafa kılıç, ve er recep atak şehit oldu, onsekiz subay ve asker de yaralandı!.. bir müttefik, müttefikinin gemisini kaptan köşkünden vuruyor!.. hem de bir değil, iki füze ile!.. abd olayın kaza sonucu yaşandığını belirtiyordu. "sea sparrow" füzeleri altı karar kademesinden geçerek ateşlenen füzelerdi. fakat her nasılsa kazayla gemimizi, hem de kaptan köşkünden vurabiliyordu. özal bırakın kızmayı nota bile veremiyordu, sesini çıkaramıyordu.
70**bu olayın da bir benzeri temmuz 2003'te yaşanıyor amerikan askeri türk askerinin kafasına çuval geçirerek aşağılıyor fakat başbakan tayyip erdoğan "ne notası veriyosun, müzik notası mı bu" diyerek amerikaya tepki vermeyi reddediyor, tarih bir kez daha tekerrür ediyor abd ise orduyu cezalandırıyordu. ordu geri atmıyor, güneydoğuda operasyonlar düzenleyerek pkk'yı bitirmek için herşeyi yapıyordu.
71** türkiye bu hadiselerle 1993'te, tarihinin en karanlık yıllarından birine giriyordu. yılın hemen başında 11 ocakta istanbul polisi, lucky-s adlı panama bandıralı bir gemide 15 ton uyuşturucu ele geçirdi. ordu uyuşturucu trafiğine de el atmıştı. aynı zamanda pkk ile koordine hareket eden sol örgütlere de bir bir operasyonlar düzenleniyor, elebaşları öldürülüyordu. 15 ocakta türk jetleri pkk kampını bombaladı, 150 pkk'lı öldürüşmüştü. kapitalist amerika'nın pisliklerini bir bir ortaya döken uğur mumcu suikast sonucu öldürüyordu. tarihler 24 ocak'ı gösteriyordu. zamanlama çooook manidardı. 28 ocakta yahudi iş adamı jack kahmi'ye suikast düzenlendiyse de kendisi kurtuldu. 5 şubat'ta ise bu kez anap'lı adnan kahveci şüpheli bir kaza sonucu ölüyor karanlık odaklar iki hafta içerisinde hem sağ hem de sol cenaha da mesaj veriyordu.
72** amerika uçuşa kapalı bölge ve çekiç güç hamlelerininden doğan boşluğu fırsat bilerek pkk'yı besliyor ve türkiye'de terörün tırmanmasına olanak sağlıyordu. bu durumun farkında varan jandarma genel komutanı eşref bitlis amerikan çekiç güç helikopterlerinin pkk'lı militanlara silah ve malzeme attığını saptıyor ve bunu alenen açıklıyordu. ordunun gözü karaydı. fakat karanlık odaklar da kimseye acımıyordu. bu beyanların ardından 17 şubat'ta eşref bitlis'in uçağı düşüyor ve o da ölüler kervanına katılıyordu. artık işler özal'ın hakimiyetinden çıkıyordu. ülke tamamen karışmıştı. özal ani bir kararla türk cumhuriyetlerini kapsayan bir geziye çıkmıştı. menderes'in sovyet işbirliği hamlesini andıran bu girişimden kısa bir süre sonra, 17 nisan sabahında türkiye büyük bir haberle şok yaşadı. turgut özal ölmüştü. 1993 yılı gerçekten kanlı geçiyordu.
73** bu olaydan önce mart ayında pkk operasyonlar üzerine pes ederek ateşkes ilan etmiş, bunun üzerine gündeme af gelmişti. tam da af gününün konuşulacağı gün olan 25 mayıs gününde malatya-bingöl karayolunda ele geçirilen silahsız 33 er infaz edildi. bu nedenle af gündemden kalktı. ordu pkk'nın canına okumuştu, pkk ateşkes ilan etmişti fakat birileri terörün sürmesini istiyordu. olayların arkasında eski adıyla özel harp dairesi yeni adıyla özel kuvvetler komutanlığına bağlı jitem örgütü vardı. özel harp dairesi menderes döneminde cia üstün hizmet belgeli daniş karabelen tarafından kurulmuştu. ve ecevit tarafından deşifre edildikten sonra ecevite suikast girişiminde bulunulmuş. konuyu araştıran savcı doğan öz ise öldürülmüştü. 1952'de menderes'in bela ettiği örgüt hala çalışıyor, teşkilata sızmış ajanlar bu kez de 1993 yılında terörün bitmesine engel olmak için devlet aleyhine operasyonlar yapıyordu. 2 temmuz'da madımak faciası yaşandı. irtica hortladı. çıkan gericilerin çıkardığı olaylar sonucunda 33 kişi yanarak can verdi.
74** 22 ekim'de tunceli'de bu kez başka bir jandarma genel komutanı bahtiyar aydın katledildi. pkk suikasti üstlenmedi. fakat ihale pkk'ya kaldı. tunceli'de operasyonlar yapıldı. ilgili ilgisiz bir çok kimse hapsedildi, öldürüldü.
75** jitem'in önemli isimlerinden emekli binbaşı cem ersever, bu yaşanan olaylar karşısında "ordu içerisinde devlet aleyhine çalışan ve pkk ile mücadelede yasadışı işler yapan" kişilerin var olduğunu söyledi. bildiklerini mahkeme huzurunda anlatacağına söz verdi. daha sonra duruşma için ankaraya giden ersever'den haber alınamadı. cesedi ankara elmadağ'da bulundu.
76**amerika bir kez daha önemli bir müttefikini kaybetmiş, bu kez de ordu ile çatışma yaşamıştı. artık bazı şeylerin değişmesi şarttı. tüm bu olaylar yaşanırken amerikan düşünce kuruluşları türkiye'nin yeni bir siyaset anlayışına ihtiyacı olduğunu, böyle bir siyaset anlayışı geliştirebildiği taktirde bölgesel bir güç olabileceğini ifade ediyordu. ve bir uçak yeşilköy havalimanından amerikaya gitmek üzere havalanıyordu. amerika'nın önemli isimlerinden morton abramowtiz pek değerli misafirinin gelmesini sabırsızlıkla bekliyordu.
Şimdi bir reklamla veda ediyor gözlerinizden öpüyorum anacııım
televizyonunuzu kapamayı unutmayın
geceleri taksi durağı ziyaret eden, nikah şahitliği yapan ve kutlamalara katılan başbakan halini alıyordu. tam da bu günlerde ışid çok ilginç bir karar aldı ve türkiye'nin müdahale olayına soğuk durmasının bahanesi olan 49 rehineyi serbest bıraktı. böylece türkiye'ye müdahaleye katılmaktan başka bir yol kalmamış oldu.